Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir süredir kamuoyunda en hararetle tartışılan konuların başında HDP’nin seçimlere parti olarak katılması halinde yüzde 10’luk seçim barajını aşıp aşamayacağı geliyor.

HDP’nin parti olarak seçimlere katılması halinde barajı aşıp aşamayacağı, kendiliğinden bir “rejim sorunu” haline şimdiden dönüşmüş durumda. Yüzde 10’luk eşiği aşması, malûm, TBMM’de Tayyip Erdoğan’a kendi bedenine göre biçeceği “diktatoryal” bir başkanlık sistemine geçmek için zorunlu AKP’li sayısına ulaşmasına engel olacak.

HDP, yüzde 10’u aşamadığı takdirde –ki, 2014’teki Cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimler ile 2011 genel seçim sonuçları değerlendirildiğinde hayli riskli olduğu hükmüne varan çok kişi var- Tayyip Erdoğan, kendine bedenine uygun “diktatoryal” bir başkanlık sistemine geçmek için gerekli meclis aritmetiğini elde etmiş olacak.

Seçime giderken en kritik soru işareti, yarışa parti olarak girmeye karar veren HDP’nin yüzde 10 barajını aşıp aşamayacağı. HDP’nin alacağı sonuç; başkanlık sistemi dahil anayasa değişikliğine kilitlenen Ak Parti’nin Meclis’teki sandalye sayısı ve çözüm sürecinin geleceği açısından çok önemli.

Dün HDP grup toplantısının ardından sohbet ettiğimiz Eşbaşkan Selahattin Demirtaş, barajı aşacaklarından emin ifadeler kullandı. Kesin olarak yüzde 9’un üzerinde olduklarını, genç seçmenden ve Ak Parti seçmeninden oy alarak barajı aşacaklarını söyledi.

Baraj altında kalmaları halinde erken seçimi zorlayacaklarını kaydeden Demirtaş, kampanya sürecinde Kobani eylemleri tarzı hareketlere izin vermeyeceklerini, ancak IŞİD provokasyonundan korktuğunu söyledi.

HDP'nin 7 Haziran Genel Seçimleri'ne parti olarak girme ısrarını tam olarak anlayabilmiş değiliz. Bu yüzden olsa gerek başkanlık sisteminden sonra en çok bu konuyu tartışıyoruz.

Aslında HDP, bu konuda kararını çoktan vermiş durumda. En azından Demirtaş, görüşme fırsatı bulduğumuz bir toplantıda, bu yanıtı verdi. Ayrıca Demirtaş, HDP'nin seçimlere parti olarak girme kararında İmralı'nın bir dahlinin olmadığını ve bu kararı kendi başlarına aldıklarını da sözlerine ekledi. Abdullah Öcalan'ın bu kararı destekleyip desteklemeyeceği ise bugün yarın netleşecek.

Haziran seçimleri, şimdiye kadar yaşadıklarımızın en önemlisi olacak. Bu seçimlerde seçmene, ‘Dört yıl kim hükûmet etsin?’den çok öte, rejim değişikliği hakkındaki fikri sorulacak.

Düpedüz referandum yani!.. AKP’nin şimdiki emanetçi yönetimi bu duruma ne kadar râzı bilinmez ama partinin seçim beyannamesi tek maddeden müteşekkil: AKP’ye verilen her oy, Erdoğanvâri başkanlık modeli için kabul anlamı taşıyacak. Gazeteci değil de sanki sıradan bir partili gibi “Ne yapmalı, ne yapmamalıyız?” sigâsıyla yazmaktan çekinmeyen bazı köşe sahipleri işin çok iyi farkında. Demiş ki birisi: “Yeter ki Uhud’daki okçular gibi ganimet peşine düşüp yerlerimizi terk etmeyelim.” Bu cümlenin altı çizilmeli; kastedilen şudur: AKP, hakiki reisi etrafında kenetlenip başkanlık için yekvücut hareket etmeli ve bütün varlığıyla onun irâdesine râm olmalıyız; aksi takdirde perişân oluruz!

DİKKAT edilirse siyasi partilerin salı günleri yaptıkları grup toplantıları eskisi kadar ilgi ve gerginliğe neden olmuyor. Bunun tartışmasız ilk ve belki de tek nedeni, Recep Tayyip Erdoğan ’ın Cumhurbaşkanı seçilmesidir. Ne var ki Erdoğan , parti genel başkanlığı ve Başbakanlığı Ahmet Davutoğlu ’na devretmiş olsa bile hareketinin liderliğini bırakmış değil, bırakacağa da benzemiyor. Buna bağlı olarak Anayasa’nın dayattığı “partilerüstü” konumu elinin tersiyle itiyor ve seçimlerden önce dile getirmiş olduğu “partili Cumhurbaşkanı” önermesine uygun hareket ediyor.

Hal böyle olunca muhalefet partilerinin birinci gündem maddesi de Erdoğan ’ın kendisi ve onun ortaya attığı başkanlık sistemi oluyor.

Çözüm sürecine, ”Kamu otoritesi” boyutunun kazandırıldığı 6-8 Ekim olaylarından sonra süreç, sessiz ve derinden ilerliyor.

Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın 2013 Nevruz’undan daha ileri adım atılması gerekir diye işaret ettiği nokta ise burada ortaya çıkıyor.

21 Mart 2015 Nevruz’unda Öcalan’ın, ”Türkiye’de silahlı faaliyetlerimizi bitirdik” demesi bekleniyor. PKK liderinin, Türkiye’de silahlı faaliyetleri bitirdiklerini ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadele döneminin kapandığını ilan etmesi isteniyor.

PKK 14 Temmuz 1984’te Şemdinli ve Eruh baskınları ile silahlı mücadele dönemini başlatmıştı. Tek yanlı ateşkesler ya da eylemsizlik süreçleri dışında PKK 30 yıldır silahlı mücadelesini sürdürdü.

21 Mart 2015 günü Öcalan, Diyarbakır’da nevruz meydanında Türkiye’de silahlı mücadelenin bitirildiğini ilan ederse, yeni bir dönemin başlangıcı olacak.

Polisin silah kullanma yetkisini genişleterek 12 Eylül dönemi uygulamalarını fersah fersah geride bırakan İç Güvenlik Paketi, -eğer sıra dışı bir gelişme olmazsa- birkaç gün içinde tasarı olmaktan çıkıp hayata geçirilecek.

Saray fermanıyla Meclis’e fazla mesai yaptırılarak bu hafta sonu kabul edilmesi hedeflenen tasarı, toplumsal olaylarda ölümleri artırarak yaşam hakkına müdahalenin yanı sıra yargıçlara “cezasızlık” hükmü kurmasına da olanak tanıyor.

Hukukçular, halihazırda il il dolaştırılan ve karartılan davalarda yargılanan polislerin de “lehe olan ceza hükümlerinin geriye uygulanacağı” prensibinden hareketle ceza almayabileceğini vurguluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün “Hukuk başka bir şeydir, kanun başka bir şeydir. ‘Hukuk mu kanun mu’ derseniz benim savunacağım şey hukuktur” dedi.

Ardından ekledi; “Benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem.” Ne Cumhurbaşkanı’nın ne de hükümetin söyleminde ve çıkarmak istediği yasalarda hâlâ “Adalet” kavramına yer yok.

Çünkü hukuk tek taraflı, adalet çift taraflıdır, dengelidir. Son hızla TBMM gündemine getirilen İç Güvenlik Yasası da adaleti değil hukuku temsil ediyor. Ama bu yasa belli ki yönetenlerin hukukunu korumak için çıkartılıyor.

Kemal Gökhan Gürses dediydi bir sohbette, geçen: “ İnsan bir kere oraya gitmesin; hastalanıyor. Hep aklının bir köşesinde tutuyor orada dinlediklerini. Hatırladıkça yüzün kızarıyor. Çaresiz kaldıkça öfke basıyor. Fakat en sonunda utanç duygusu doluyor içine. Sebebini tam anlayamadığın bir utanç ile başını öne eğiyorsun. Ayıp ki ne ayıp, yuh olsun, yazıklar olsun… ” Hafta ’da çok kalabalık olmuşuz; bravo hepimize…

Medya, her zamanki suskunluğunu azıcık bozuvermiş, bu iyi bir gelişmeymiş…

Ankara’da birkaç bürokrat, görüşürüz belki falan demişler; umutlansak mı?

Arkadaşlar…

İnsanlar çocuklarının, kardeşlerinin, eşlerinin, dostlarının öldürüldüğünü biliyorlar artık.

O kadar çok zaman geçmiş ki üzerinden, evlatlarının kaybı karşısında annelerin asla tükenmeyecek olan “ bir gün kapıyı çalıp içeri girecek ” umudunu bile tüketmiş bu devlet.

25 Ocak 2015 günü yapılan Yunanistan erken genel seçimlerinden Radikal Sol Koalisyonu Syriza zaferle çıktı. Alexis Tsipras liderliğindeki Syriza , 2009 yılında yüzde 6,4 olan oy oranını beş buçuk senede 6’ya katladı.

Herkese diklenen, seçimler boyunca “dış borçlarımızı ödemeyeceğiz” çıkışları yapan Syriza ’nın başarısı sadece Yunanistan’a değil, Türkiye soluna da umut oldu… Yunan seçimlerinden bu yana Türk solunun da ‘aynı başarı’yı tekrarlayabileceğine dair makaleler, yorumlar okuyoruz... Bu yorumlara göre eğer sol partiler birleşirse Türkiye’de de Yunanistan’dakine benzer bir başarı yakalanabilir.

Hatta bazıları Kürtçü siyaseti ve PKK ile olan özel ilişkisi bilinmesine rağmen HDP ’yi dahi böyle bir koalisyonun lideri olarak yansıtabiliyor, onun eşbaşkanını Türkiye’nin Tsipras’ı sayabiliyor.

Popüler İçerikler

Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu