Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, üzerine aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için, 'Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusu ve şerefi üzerine' ant içerek görevine başladı.

Anayasamızın Cumhurbaşkanı ile ilgili maddesi de şu ara başlıkla başlıyor: 'Nitelikleri ve tarafsızlığı!'

Seçilmek için gerekli nitelikler kadar, seçildikten sonra tarafsızlığının da önemine vurgu yapan bir şey bu.

Ama Erdoğan, görevine başladığından beri bir partili gibi davranmaya devam ediyor.

Adeta seçim konuşmaları yapıyor, eski partisine oy istiyor, eski partisinin yöneticileriyle toplantılar yapıp ne yönde hareket etmeleri gerektiği konusunda talimatlar veriyor.

Haziran ayındaki genel seçim için AKP'nin milletvekili listelerinin bile son şekline Erdoğan'ın karar vereceği artık bir sır değil, uluorta konuşuluyor.

Cumhurbaşkanı, Anayasa'ya göre sorumsuz.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hesap adamı.

MHP’nin 40 yılında iktidara geleceğini rakamlarla nasıl da anlatmıştı öyle.

Ancak bu kadar olur demiştik.

Dedik demesine de 40 yılın üzerinden 5 yıl daha geçti ama MHP iktidar olamadı.

Sonra 49 milyonu 24’e bölüp, bir hesap çıkarmıştı ki, sormayın MHP şapadanak iktidar koltuğunda...

Bizim Turgay Güler stüdyoya tahtayı koydu, canlı yayında bir hesap çıkardı. Turgay’ın hesabı Bahçeli’nin hesabına uymadı. Az kalsın ilkokul diplomasını iptal edeceklerdi Turgay’ın.

Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar Türkiye’nin siyasi gündemine iyice oturmuş durumda.

Tartış- malarda savunulan argümanları desteklemek için dünyadan çeşitli örneklerin öne sürülmesi doğal. Ancak seçilen bazı örnekler yanlış. Bu tür hatalar savunulan pozisyonu güçlendireceğine, aksine zayıflatır.

Başkanlık sistemi lehindeki argümanlardan biri bu şekilde ortaya kondu: Dünyanın en gelişmiş ve ileri ülkeleri başkanlık sistemiyle yönetiliyor... Bunun örnekleri çok: ABD, Fransa gibi...

İlk bakışta bu doğru görünebilir. Hatta dünyanın siyasi haritasına bakıldığında, çoğu ülkenin bir nevi başkanlık sistemiyle yönetildiği görülür. Bir nevi diyoruz, çünkü başkanlık sisteminin de ülkelerin kendi toplumsal ve siyasal yapılarına göre farklı modelleri var.

Başkanlık sisteminin uygulandığı bütün ülkelerin ileri ve demokratik olduğunu söylemek imkânsız. Asya’da ve Afrika’da bu kategorideki ülkelerin önemli bir kısmı hem geri hem de otoriter...

Buna karşılık parlamenter sistemi benimsemiş Almanya’dan Japonya’ya, Kanada’dan Avustralya’ya kadar pek çok ülke (özellikle Avrupa ülkeleri) hem ileri hem demokratik...

Siyasette elbette riske girilir ama bu koşullarda zar atılmaz. Hele böyle bir ortamda zar atarcasına oyun oynanmaz. Ya da oynanır ama o zaman;herşeyi kaybetme;nin aslında göründüğü kadar önemli bir kayıp olmayacağının inandırıcı gerekçeleri ortaya konur. HDP, %10 seçim barajını az veya çok farkla yakalayamadığında bu seçimlerin gayrı meşru olduğunu mu ilan edecektir?

HDP 2015 milletvekili seçimlerine parti olarak girme kararında olduğunu açıkladı. Bunun ne kadar değişmez bir karar olduğunu, ne ölçüde böyle bir kararın yaratacağı seçmen dinamiğini görmek, değerlendirmek için ortaya atılmış bir karar olduğunu bilmiyorum. Ama dünyanın her yerinde, son seçimde adayı oyların %9,8’ini almış bir parti, bir sonraki seçimde bu oy oranını daha yukarıya taşıyacağı umudunu haklı olarak taşır.

Batı dünyasının AKP’ye ‘bilimsel’ bakma ihtiyacının arttığı bir dönemdeyiz. Gözlemler yapıyor ve nedenlerini arıyorlar. Basmakalıp gözlem AKP’nin otoriterleştiği ve İslamileştiği… Öne sürülen nedenler ise Cumhurbaşkanı’nın karakterinden İslamiyet’in temel niteliklerine kadar uzanıyor. Yani önünüzdeki olgu kümesinin çok ufak bir kısmını ele alıp ona da yüzeysel şekilde yaklaşarak ‘gözlemlerinizi’ oluşturuyorsunuz. Ardından da bu gözlemleri karşınızdaki aktörün ontolojik niteliklerine gönderme yapan kimliksel bir analize oturtmaya çalışıyorsunuz. Bunun bilimsellikle herhangi bir ilgisinin olmadığını fazla vurgulamak gerekmiyor.

Türkiye sadece siyasetiyle değil, sosyolojisi ve psikolojisi ile de epeyce karmaşık bir ülke. Aslında imparatorluk bakiyesi olan ve milliyetçiliği cemaatçi bir yapılanma içinde parçalanarak yaşamış olan bütün toplumlar anlaşılması zor kimliksel haritalara ve siyasi anlam dünyalarına sahipler.

Mahalle...

Çocukluğumuzun yakan toplu, saklambaçlı, bilyeli düş ülkesi...

İçinden çıktığımız, temiz, masum, kirlenmemiş koza...

Bizi sımsıkı sarmalayan, içinde kötülük barındırmayan, şimdi yalnızca nostaljik dizilerde yaşayan kundak...

Mutfaktan yayılan mis kokunun ardından çalan kapı... “Çocuğun canı çekmiştir” tebessümüyle sunulan tabak... O tabağın ille bir başka ikramla geri gidişi...

Komşu dayanışması, ramazan sofrası, şen bakkal, veresiye defteri...

Korunduğumuz, sığındığımız liman...

Kongolu Tshimanga Khapinga yedi aylık hamileydi. Eşi ve iki çocuğuyla Türkiye’ye kaçmış, mültecilik işlemlerini başlatmış, bu sırada da oturma iznini almıştı. Eskişehir’de uluslararası koruma başvuru sahibi olarak yaşıyorlardı.

15 Ocak’ta hastalandı, önce devlet hastanesine gitti. Hastane, ikametgâh belgesi/oturma izninin süresi 14 Ocak’ta bittiği için sigortasının da bittiğini söyledi ve tedavi masrafları için normal fiyatın dört katı kadar bir ücret çıkardı. Ödeyemediler. Başka bir hastaneyi denediler, orada da aynı şeyle karşılaştılar. Birkaç gün içinde oturma izni belgeleri yenilendi ve hemen hastaneye başvurdular. Ancak geç kalmışlardı.

22 yaşındaki Tshimanga Khapinga 18 Ocak’ta hayatını kaybetti. Bebeği de öldü. Geride kocası ve iki çocuğu kaldı. Ülkelerindeki iç savaştan kaçan aile, halen mültecilik statüsü için üçüncü ülkeden kabul bekliyor.

Yunanistan’da seçim, SYRİZA, Yunan solu gibi konulara girince, yazılan yazılarda birkaç kere olsun, “popülizm” kavramı geçmesin olmaz. Tabii popülizm ne Yunanistan’a özgün bir şey, ne de solla sınırlı. Her yerde var ve her siyasî çizginin kendi “popülizm yapma” yolları belirlenmiş. Popülizm, siyaset adamının toplumla ilişki kurmasının belli başlı yöntemlerinden biri.

Siyasetin ezelden beri iki kutbu var: biri, Fransız Devrimi ile adını bulan (yani “Jakobenizm”) “doğru fikirler” kutbu. Doğru siyaset için toplumu iyi tanımak, toplum için neyin iyi olduğunu bilmek gerekmiyor mu? Gerekiyor. Bunları bilmek için gerekli “entelektüel donanım” herkeste yok. Olamaz da. O halde toplumu bu düzeye yükselebilmiş az sayıda kişi, yani seçkin bir azınlık yönetmeli.

Olay 1)

Adı, Refik Ali Uçarcı.

Mülkiye Başmüfettişliği’nden emekli oldu.

Hanefi Avcı’nın avukatı.

Cemaat medyası avukat Uçarcı’yı cezaevine attırmak için çok çabaladı; beceremedi.

Geçen cuma günü Odatv Davası vardı. Arada sohbet ettik; konu Cemaat’e yönelik operasyonlara geldi.

İsim vermek istemiyorum; Ankara’da Cemaat’e yönelik operasyonlarda çok çalışkan bir Polis Başmüfettişi’nden bahsetti.

Sonra ne olmuş dersiniz; Polis Başmüfettişi gece gündüz devlet içindeki Cemaat çeteleri üzerinde çalışırken taltif edilerek/ödüllendirilerek bir ilin emniyet müdürü yapılmış!

Avukat Uçarcı dedi ki, ‘’Osmanlı’dan beri bu böyledir; taltif edilerek pasifize edilir insanlar!’’

Hükümet “Metal işçileri grevi”ni erteledi.

Neden?

“Milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle.

(Aziz Çelik, “Kararın alındığı tarihte bir Bakanlar Kurulu toplantısı olmadığını” yazdı!)

Şimdi “işçi” ve “güvenlik”e bakarsak; hükümet rakamlarına göre 2014’te 1570 işçi, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre de 1800 kadar işçi “güvenlik yokluğu” yüzünden işyerlerinde can verdi.

İçinden çıktığımız Ocak ayından sağ çıkamayan işçi sayısı da en az 125!

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı