Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yunanistan’a son gidişimden beri iki yılı aşkın bir süre geçmiş olmalı. Kriz başlamıştı ve onunla ilgili birçok hikâye dolaşıma girmişti. Ben Selanik’e gitmiştim. Tuhaf, ama, orada “ kriz manzarası ” denecek bir şey görmedim. Lokantalar, tavernalar doluydu, vitrinler de doluydu. İnsanların davranışlarında da, sıkıntı içinde olduklarını akla getiren bir şey yoktu.

O zaman, “ krizde olan galiba Yunanistan değil, Atina, ” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Tabii sonuçta “ Atina ” demek, “ Yunanistan’ın yarısı ” demek. Orası sıkıntıdaysa, geri kalanı da bunu hisseder; ama orası kadar hissetmeyebilir. Bu arada, örneğin adalarda da hiç kriz havası esmediğini söylemişlerdi. Adalar genellikle turizmle yaşar. Turizmde kayda değer bir değişiklik, bir sürçme olmadığına göre, kriz havası hissedilmemesi de normal.

Türkiye’de bazı yasa dışı usulsüz dinlemelerin olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Buraya kadar tamam da… Ne malûm, bu işin organize bir şekilde yapıldığı, her bir polisin diğeriyle örgüt ilişkisi içinde olduğu, hiyerarşik bir yapı içinde talimat alarak dinlenmemesi gereken kişileri dinlediği?..

En çok usulsüzlük iddiası istihbari dinlemelerle ilgili. Ama bu fiiller, bir ya da birkaç vilayetle sınırlı değil. Türkiye’nin hemen her ilinde görev yapan polisler suçlanıyor. Üstelik incelenen 2008-2013 döneminde, İstihbarat Şube Müdürleri’nin biri gitmiş, biri gelmiş, İstihbarat Daire Başkanları değişmiş… Hepsini de hükümet atamış. Bu durumda, bir Cemaat yapılanmasını nasıl somut delillere dayandıracaksınız? Bu soru sadece benim zihnimi kurcalamıyor. Efkan Ala’ya da sormuşlar.

Cevabı, lâtifeli bir video görüntüsü içinde Twitter’da dolaşıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisine ters düşen davranışlar ve söylemler kimden gelirse gelsin, onları rahatça eleştiriyor. Dün de TÜMSİAD'ın (Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği) Genel Kurulu'nda TÜSİAD'çılara ve kendilerini 'Cemaat' olarak sunan 'Paralel Yapı' ya yüklendi.

Erdoğan TÜSİAD'ın eski Başkanı Haluk Dinçer'in 'Cumhurbaşkanı muhatabımız değildir' içerikli açıklamasına ilişkin olarak, Dinçer'in adını anmadan şöyle konuştu:

'-Muhatapları cumhurbaşkanı değilmiş. Sen kimsin ya, sen kimsin. Bu fakiri milleti muhatap görmüş. Sen beni muhatap görsen ne yazaaar, görmesen ne yazaaar...'

Milli değiller

cumhurbaşkanı, paralel yapının dini hassasiyetleri de kullandığını ve sapkın bir yol çizdiğini söylerken de şöyle konuştu:

'-Bunlar milli değiller, yerli değiller... Samimi insanların hâlâ o çatı altında durmasının bir gerekçesi olamaz. Bu yapının MOSSAD'la işbirliği yaptığını göremiyorlarsa yazıklar olsun'

Nasıl mı ?

Birlikte sorgulayalım...

Sevgili dostlar, Türkiye’nin geçmişte çektiği ekonomik sıkıntıları düşünün ve şu soruyu lütfen sorun; ana sorun bazı alanlara eksik olmamız mıydı yoksa yanlış yönetim ve hantallık yüzünden karar alamamamız, harekete geçemememiz miydi”...

Bu soru sonrası konuya her zaman yaptığımız gibi; bir tespit ile başlayalım; Türkiye’de özellikle 1982-2003 arasında defalarca yazılıp çizildiği gibi; süreçler çok uzundur, iş yaptırmak, hele hele kamu dinamiklerini harekete geçirmek çok zordur... Geçmişte birçok kez Sayın Erdoğan bile bundan şikayet etmiş ve OLİGARŞİK BÜROKRASİ vurgusunu defalarca tekrarlamıştır...

Sevgili dostlar, “BÜROKRATİK” sıkıntı “en dipteki küçük mekanizmalardan” başlar, “en tepedeki halkanın” içine kadar uzanır... İşin kötüsü “hepimiz de” bu gerçeğe alışırız ve yapamadıklarımızı sorgularken şöyle tuhaf bir cümle kurarız: “Burası Türkiye!” Beğenmiyorsun da değiştirmek için “ne yaptın” demezler mi adama!

Yunanistan seçim sonuçlarından romantik bir kahramanlık hikâyesi çıkarmak, büyük bir hezimetten bir başarı yaratılacağına inanmak bu aralar loser çevrelerde pek moda. Acaba öyle mi olacak? SYRİZA’nın lideri Çipras fiilen iflas etmiş ülkesini yeniden yükselen bir değer yapabilecek mi?

Çipras’ın vaatleri asgari ücreti yükseltmek, AB’ye olan borçları silmek, bankaları ve hastaneleri devletleştirmek, ulaşımı bedava yapmak, emekli maaşlarını artırmak, zenginlerden dörtte üç oranında vergi alıp bu parayı dağıtmak. Peki, bu vaatler gerçekleşebilir mi? Ve bu, Yunanistan’ın sorunlarını çözer mi? Dahası bu vaatler ahlaklı bir siyaseti mi gösteriyor yoksa devlet gücüyle gasp ve baskının sosyalizm başlığı altında kamufle edilmesini mi? Çipras ülkesine totaliter bir gelecekten başka bir şey vaat etmiyor.

Yunanistan AB’den gelen fonlarla yaşadı, çok aldı ve buna karşılık çok az verdi. Yunan yönetimleri Avrupa Birliği’ni adeta dolandırdılar. Üretim çok düşük. Bu, Yunanistan halkı tembel olduğu için değil, sistem buna ittiği için böyle. Zaman içinde bu sistem yüzünden devletten hazır almaya alışkın kesimler oluştu. Dimitris Malliaropulos Eurobank Research’te yayımlanan makalesinde şunları söylüyor:

  • Yunan ekonomisi 2000’den itibaren her yıl ortalama yüzde 10 verimlilik ve rekabet gücü kaybediyor.

  • Tarım ve sanayide gerekli yapısal reformlar yapılmadı.

  • Kemer sıkma programı lazımdı, yapmadı.

  • Tarım ve sanayide yüzde 20, hizmetlerde ise yüzde 80 sektörel çöküş yaşanıyor.

Ve bu korkunç tabloya rağmen yüksek ücretlere ve üretim verimsizliğine devam ediliyor!

Batı’dan Türkiye’ye bakanlar, ya da siyaseti Batı’daki alışkanlığa benzer düz bir okuma ile anlayacağını sananlar, son dönemde AKP’nin otoriterleştiği ve İslami bir gündemi zorladığı konusunda hemfikirler. Bu iki unsurun giderek birbirini besleyen bir dinamik oluşturduğu öne sürülüyor. Diğer bir deyişle, AKP otoriterleştikçe İslami değerleri öne çıkarıyor ve İslami değerlerin kamusal alana sürülmesinin de etkisiyle otoriterleşiyor.

Bu bakış her iki açıdan yaklaşıldığında da birer ‘açıklama’ imkânı sunuyor ve analizcileri rahatlatıyor. Bir yönüyle ortada kerhen bir dönem demokrat gözükmeye çalışmış ama şimdi dizginleri ele geçirince otoriterleşerek ‘gerçek’ gündemini topluma kabul ettirmeye çalışan bir iktidar var. Nitekim artık askerin siyasete müdahil olamadığı, AKP’nin sivil bürokrasiyi tümüyle kontrol ettiği vurgulanıyor. Zorunlu din dersi veya Osmanlıca ise İslamileşmenin tezahürleri olarak zikrediliyor. Ne var ki askerin şu anki tutumunun, herhangi bir siyasi boşluk doğduğunda da devam edeceğini beklemek bu kurumu tanımamak demek… İktidarın bürokrasiye hâkim olduğu savı ise, olayları biraz yakından takip edenleri gülümsetecek cinsten. Öte yandan din dersleri veya Osmanlıca meselesi muhafazakâr bir hükümetin doğal olarak sahip çıkabileceği nitelikler. Hele bunun ardında seksen yıllık bir ‘yaşanamamışlık’ hali varsa...

Beş ay içinde oy oranlarını radikal biçimde değiştirme potansiyeli en fazla hangi partide? CHP’nin ulusalcı-solcu tahtirevallisi yüzünden taşıma kapasitesi sınırlı. HDP parti olarak seçime girerse yüzde 3’lük bir ilave oyu zorlayacak. Geriye AK Parti ile kısmen benzer damarlardan beslenen MHP kalıyor. Bugünden yarına oy dengeleri değişecekse, bu AK Parti oylarının düşüşü, MHP oylarının yükselişi şeklinde tecelli edecek.

MHP’nin kemik seçmen tabanı, Türkiye haritasında bir ay-yıldız formu oluşturuyordu. Maraş’tan Balıkesir’e kadar uzanan Toroslar silsilesinde bulunan Yörükler hilal, İç ve kısmen Doğu Anadolu’yu mesken edinen Türkmenler hilalin çevrelediği yıldız idi. Hilal MHP’de kaldı, ancak yıldız AK Parti’ye kaydı. 7 Haziran seçim sonuçlarını büyük ölçüde MHP’nin tapulu malı olan, bugün AK Parti’nin üzerine AVM’ler kondurduğu yıldızın yer aldığı bu coğrafya belirleyecek. MHP, AK Parti’yi iktidardan düşürecek oranda oy transfer edebilecek potansiyele objektif olarak sahip. Ya subjektif olarak? Yani MHP bu iddiayı seçim sathına taşıyacak liderliğe, organizasyona, iletişim stratejilerine ve en önemlisi niyete sahip mi? Bu sorunun cevabı MHP tarafından seçim kampanyası boyunca AK Parti’ye alternatif oluşturulacak üç ana başlığın altında verilecek.

DÜN yazdım, Cumhurbaşkanı ve ekibinin başkanlık sistemini savunmalarının asıl nedeni ekonomik büyümenin, kalkınma hamlelerinin ve para politikalarının etkin verimlilik esasına göre sonuç almasına elverişli olması. Gelgelelim, bu hedef halka “padişahlık özlemi” olarak lanse ediliyor. Bazı uygulama, proje ve demeçler de bu lansmana başlık ve çerçeve sunmaktan geri kalmayınca, başkanlık sistemini savunanlar aslında “padişahlığı” , teokrasiyi, birey hak ve özgürlüğüne alabildiğine müdahale edilen bir rejimi istiyorlarmış görüntüsü oluşuyor.

Makro demokratikleşme paketlerini birbiri ardına çıkaran ve her birinin arkasında duran AK Parti iktidarı başta Kürt vatandaşlarımızın kimlik haklarını tahakkuk ettirmeye yönelik edimleriyle Türkiye tarihini şimdiden değiştirdi. Devlet mantığını, vatandaşlık tanımını yerlileştirdi. Gezi olaylarının ve 17-25 Aralık vesayetçi teşebbüsün sokakla ya da bürokratik darbeyle iktidar elde edebileceğini zanneden gayri meşru yetki hırsızlığı girişimi olmasaydı; bu olayların yarattığı cerbeze vuku bulmasaydı rahatlıkla AK Parti iktidarı agresif olmayan ilerlemeci bir ‘milli bilinç’ inşa etti” bile diyebilirdik.

Aklınıza mukayet olun.. Onu kiraya vermeyin. Çalmalarına da izin vermeyin. O aptal ekranın karşısında size hipnoz edip, biyonik bir robota dönüştürmesinler sakın..

Muhteşem bir zamanda yaşıyoruz.. Sizler tarihin yaşayan tanıklarısınız..

Çok insan ölüyor değil mi? Evet de, dün daha az mı insan ölüyordu. Hayat her şeye rağmen bir şekilde devam ediyor..

Dün batılılar, dünyada yaşayan dört büyük ırktan birini, Kızılderilileri yok etmediler mi, karaderilileri köleleştirmediler mi?

Babanızın dedesi büyük ihtimalle 1. Dünya savaşı nda askerdi. 22 milyon insan öldü, öldürüldü 1. Dünya savaşı nda.. 2. Dünya savaşı nda 40-50 milyon insan hayatını kaybetti… Benim babam 2. Dünya savaşı yıllarında askerdi..

Artık internet var. Genom diye bir şey icad oldu. İranlılar bir Acem iddiasını servis ettiler. 20 yıldır ABD başkanları biyonik robotmuş.. Yani klonlanmış biyolojik canlılar. Bu iddia gerçek olmasa da, önümüzdeki on yılda, yarı insan, yarı hayvan, yarı robot biyonik robotlar hayatımızın bir parçası olabilir.. İyi klonlanmış bir Mehdi , klonlanmış bir şeyh de gelir artık.. Solcular Marks ’ı, Maoist ler Mao ’yu, Kemalistler de Mustafa Kemal ’i klonlarlar.. Gülen klonlanmış olmasın sakın.. Yakın gelecekte sadece dinozorları klonlamayacaklar, ölüleri bu yolla diriltme(!) deneyleri de yapacaklar.. Bu iş koyun klonlamakla kalmayacak.. Artık taşıyıcı anneler , biyolojik babalar , organ nakli ile gen akrabalıkları oluşmaya başladı bile..

Dünyada en çok damdan düşülen şehir bizim Urfa…

Gazeteler her sene sıcak yaz sonunda damda yatarken düşen insan sayısını -ihracat rakamları gibi- verirler:

“Damdan düşen sayısı açıklandı…”

“130 kişi damdan düştü…”

“Damdan düşme sayısında yüzde 57 artış…”

Eskiden de damdan düşülürdü…

Ama eski evler bir, bilemediniz iki katlı olduğundan, damlar yere yakındı… Düşen, kalkıp sessizce yatağına gidip yatardı kimse duymadan…

Apartmanlar yapıldı…

Altı kat mesela…

Düşen istatistiklere giriyor…

Damdan düşerken önce rüya dersin…

Uçuyorsun havada…

Aklından “Rüya ama ne kadar da gerçek… Bizim evde uçuyorum adeta… Şu yanından geçtiğim pencere de sanki bizimki… “ gibi şeyler geçer…

Damdan düştüğünün farkına vardığında “Ul…”, “Ann…”, “İm…” gibi kelimelerin yarısı çıkar sadece, yarısı kalır…

Çok geçtir…

Popüler İçerikler

Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
Kasımpaşa’nın 18 Yaşındaki Futbolcusu Yasin Özcan 8 Milyon Euro’ya Aston Villa’ya Transfer Oluyor
Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı