Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

-Her şeye 'kral hazretleri' karar veremeyecekse...

-Obama'ya yapılan denetimin yarısı kadarı bile 'Kral' için geçerli olacaksa...

-Basın özgürlüğü, Kraliçe'nin memleketindeki basın özgürlüğünün yarısı kadar bile olacaksa...

-Kral, hesap verebilir olacaksa...

-Kuvvetler ayrılığı esas olacaksa...

-Yargı, Kraliçe'nin memleketindeki yargının yarısı kadar bile bağımsız olacaksa...

-Hukuk, yolsuzluk yapan 'Kral'dan da hesap sorabilecekse...

-Mahkemelere 'ayağa takılan çelme mekanizmaları' muamelesi çekilmeyecekse...

-İfade hürriyeti olacaksa...

-Bağımsız kurullar, hakikaten bağımsız olacaksa...

-'Ben kralım, ister asar, ister keserim' denilemeyecekse...

-Amerika'daki kadar, İngiltere'deki kadar, Fransa'daki kadar özgürlük olacaksa...

-Gösteri yapma hürriyeti olacaksa...

-Kral dahil hiç kimse 'Ben yaptım oldu' diyemeyecekse...

Erdoğan’ın TRT’de Başkanlık Sistemini savunmasıyla 2015 seçimleri propaganda dönemi resmen başladı.

Şimdi artık sıra adayların belirlenmesinde.

2011 seçimlerine giderken Kılıçdaroğlu, milletvekili adaylarını, CHP şemsiyesi altında en geniş laik-sol koalisyonu oluşturmak amacıyla belirledi.

Çok doğru bir stratejiydi bu:

En sert soldan en yumuşağına, en ödünsüz Atatürkçüden en uzlaşmacısına, Kürtlerin haklarını demokratik ve laik çizgide savunanlardan demokratik platformlarda Türkiye’nin bütünlüğünü korumak isteyenlere, dindar ama demokrat Müslümanlardan katı laiklere kadar, birçok ünlü ve değerli kişiyi CHP çatısı altında topladı.

Türk modernleşme modeli, malum, ödevleri, hakları, tavırları, yaşam biçimiyle sıkı sıkıya tanımlanmış bir “Türk-laik yurttaş” kimliği üzerine oturtulmuştur. Bu resmi kimlik çerçevesinde yaratılmaya çalışılan resmi insan ise Türk modernizasyon projesinin temel taşıyıcısı olmuştur.

Bunun dışında kalan tüm kimlik ve taleplere, yani devlet-birey kutuplaşmasında bireyin özerkliğinin altını çizen siyasal hareketlere “merkezkaç güçler” olarak bakmıştır.

Toplumdaki tüm aracı aktörler ve kurumları bu çerçevede bu resmi kimlik projesini gerçekleştirecek işlevlerle donatmıştır.

Merkez sağ ve sol partiler merkezkaç talepleri ehlileştiren araçlar, yani milli devlet modelinin sentez aygıtları, entegrasyon araçları ve filtraj mekanizmaları olarak vazife görmüşlerdir.

Tayyip Erdoğan, başkanlık sisteminin propagandasını yapıyor. Somali’den gelirken uçakta “Bütün gelişmiş ülkelerde başkanlık sistemi uygulanıyor” demişti. Bu iddia yanlış. Zaman zaman, danışmanlarının onu “cahil” göstermek amacıyla, yanlış bilgi verdiğini düşünmüyor değilim. Çünkü aksine, çoğu gelişmiş ülkede parlamenter sistem uygulanıyor. Bazılarında da gene parlamenter sistem olmak kaydıyla monarşi var. Şimdi ister misiniz Erdoğan “Yanılmışım. başkanlık sistemi değil, monarşik düzen” deyip, saltanat propagandasına başlasın!!!

Bir ülkenin kalkınmış olmasıyla demokrasisi arasında irtibat kurulabilir ama zenginleşmeyi, başkanlık ya da parlamenter sisteme bağlamak cehalettir.

Tayyip Erdoğan'ın çizdiği 'Başkanlık Sistemi', 'yargı'yı devre dışı bırakan, 'yürütme'nin 'yasama'yı kendisine tabi kılacağı, 'kuvvetler ayrılığı' ilkesinin terkedileceği bir sistemdir. 'Tek Adam' ve 'Tek Parti' rejimine gidiliyor kaygısı ve tepkisi zaten bütün bu nedenlerden kaynaklanıyordu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Başkanlık sistemi” konusunda şimdiye kadar olan “en içerikli” açıklamalarını önceki gece TRT yayınında yaptı.

Erdoğan’ın, Türkiye’ye “Başkanlık sistemi” ne taşımak istediği, elbette, bir sır değil. Türkiye’nin iç ve dış siyaseti, epey bir süredir zaten Cumhurbaşkanı’nın bu niyetiyle ilişkili olarak şekilleniyor ama Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki yaklaşımı ve argümanları, daha önce olmadığı kadar ayrıntılı biçimde TRT ekranından dile getirildi.

Çankaya Köşkü’ndeki yıldızlı güneşli Cumhurbaşkanlığı forslarının sökülmesini gösteren fotoğraflardaki o ayrıntı elbette sizlerin de dikkatini çekmiştir: Uyanık bir muhabirin oradan geçerken çekiverdiği şipşak karelere benzemiyor bunlar; ‘Gösteri’ye fotoğrafçılar ‘ikrâmen’ davet edilmiş, özene-bezene çalışmalarına, hatta yatıp uzanarak çalışmalarına imkân verilmiş.

Özellikle dramatik olmasına emek sarf edilen ufak mizansenler tertiplenmiş; çimenlere dizilen 16 pirinç yıldız, hemen arkasında 16 köşeli tarihi ve geleneksel güneş sembolü. Duvarda çürük diş gibi boş kalan dübel delikleri... Fonda hüzünlü bir müzik eksik sadece!

Belli ki Çankaya Köşkü’nün duvarlarından fors alâmetlerinin sökülmesine temsili bir anlam yükleniyor: Çankaya’nın sonu, Beştepe devrinin başlaması veya “eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl” filan gibi...

Durum şöyle de özetlenebilir:

Aramızdan bir kişi, “tamamen kendine uygun bir düzen” kurmak için herkesin hayatını belirliyor.

Aramızdan çok kişi ise nelerle uğraşıyor.

Çocuklarının, hanelerinin, ailelerinin şeyi…

Tek cümlede diyemedim; misaller vereyim.

Sıfırlamaların, rezaların, havuzcuların tatlı bir masumiyet içinde olduğu masal ya…

Misal, bir “gazi” devlet kurumları kopuk parmaklarını milim milim ölçtüğü ve bir, iki milim daha aşağıdan kopmadığına karar verdiği için, “gazi” sayılamıyor!

Misal, 20 yaşında şehit olmuş bir gencin ailesinden devlet 35 bin TL istiyor; çünkü ailenin aylık gelirinin, belirlenen sınırı 6 TL aştığı yakalanıyor!

Görüldüğü kadarıyla başkanlık sistemi kampanyası resmen başlamış bulunuyor. Bizlere de “tartışın” çağrıları yapılıyor.

Elbette tartışacağız. Ama önce bir noktayı netleştirmemiz lazım:

Biz başkanlık sistemine parlamenter sistemden daha iyi olduğu için mi geçmek istiyoruz; yoksa buna mecbur muyuz? Yani, 367 skandalı yüzünden cumhurbaşkanını halk oyuyla seçmek zorunda kaldığımız ve bu yüzden de şimdi cumhurbaşkanı ve başbakanın pozisyonları arasında problemli bir alan oluştuğu için böyle bir değişiklik yapmaya elimiz mi mahkûm?

Eğer mecbursak, iki sistem arasında bir seçme yapma hakkımız da yok demektir, dolayısıyla tartışma açmanın da anlamı kalmaz. Hatta referendum yapmanın da.

Bakalım, Syriza ne yapacak, Yunanistan’da ne olacak? Bugünlerde sanırım çok kişinin zihnini meşgul eden sorular bunlar. Ama doğru dürüst bir tahmin yapmaya yarayacak fazla bilgi yok elimizde. Gerek Syriza’nın kendisi, gerekse önderi Tsipras, henüz “ kapalı kutu ”.

Yunanistan’ın bir “ sol ” geleneği vardır. İki Komünist Partisi vardı (“ İç ” ve “ Dış ” diye bilinirdi. “ Dış PartiMoskova’ya dogmatik bir biçimde bağlıydı). Bugüne uzanan uçları var hâlâ. Bir de, “ sosyal-demokrasi ” vardı ki uzun yıllar PASOK’ta temsil olundu, uzun yıllar iktidarda da bulundu. O da hâlâ yaşıyor ama zor belâ.

Bunların hepsi de milliyetçiliği, popülizmi ağır basan partilerdi. Yunanistan’da “ sol ” denince böyle bir şey anlamak gerekir.

Dünya böyle işte... İkisi de kendi ülkelerinde iktidar oldular ama Yunanistan'ın yeni Başbakanı neyle uğraşıyor, Suudi Arabistan'ın yeni Kralı neyle uğraşıyor?

Haberlerde okumuşsunuzdur. Yeni Kral Selman Twitter hesabından bir mesaj yayınlamış...

' Değerli halkım, ne yaparsam yapayım sizin hakkınızı ödeyemem. Daha fazlasını hak ediyorsunuz. Dine ve vatana hizmet için Allah'tan bana ve sizlere yardım etmesini dilerim. Dualarınızda beni unutmayın ' demiş mesajında... Culus bahşişi

Sonra da ' Daha fazlasını hak eden halkı 'nın devlet memurları, emekliler ve öğrencilerden oluşan kesimine iki maaş ikramiye ödenmesini emretmiş... Yeni Kral'ın cülus bahşişi bununla kalmamış.

Popüler İçerikler

Boks Tarihinin En Pahalı Maçı Öncesi Mike Tyson, Jake Paul'a Tokat Attı!
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı