Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Televizyon karşısında izliyorum.

Erdoğan, Cibuti’de konuşuyor.

Davutoğlu, Zürih’te gürlüyor.

İkisinin konusu da aynı:

Avrupa Birliği ve Türkiye.

 İkisi de aynı şeyi söylüyor.

AB eğer Hıristiyan kulübü değilse, Türkiye’yi içine alır.

AB eğer İslamofobi’ye karşıysa, Türkiye’ye kapılarını açar.

Çiğnene çiğnene bayatlamış -ya da miadı dolmuş- resmi tezler...

Veyahut:

AB kapısında İslam bayrağı sallamanın samimiyetsizliği...

Tayyip Erdoğan’ın AB defterini çoktan kapattığını cümle âlem biliyor.

Suudi Arabistan’ın yeni kralı ve yeni yönetimi var. Bir buçuk ay sonra İsrail’de seçim var ve Netanyahu’nun gitme ihtimali var. Türkiye’de yakın gelecekteki seçimleri ise pek merak eden yok.

Çünkü tüm Ortadoğu’dan göründüğü kadarıyla Türkiye’ye baktıklarında ne gördüklerini Beyrut’ta hafif alaycı bir şekilde söylüyorlar:

‘Sultan’ var.

Suudi Arabistan’dakine Arapça ‘kral’ anlamında ‘melik’, Prenslere ise ‘emir’ diyorlar. Konu, Türkiye’ye ve cumhurbaşkanına geldiği vakit, onun adı ve sıfatını farklı şekilde söylüyorlar: ‘Sultan’!

Suudi Arabistan’da iki gündür ‘yeni kral’, Türkiye’de bir süredir ‘yeni sultan’ var. İlkinin parası, ikincisinin havası var.

asını tutacakmışız, bayrak yarıya inecekmiş, hükümetimiz böyle buyurdu. 22 yıldır, Uğur Mumcu katledildiğinden beri 24 Ocak’ta kimin yasını tuttuğumuz belli oysa…

Peki biz niye yasını tutuyoruz bu ‘Eyyy Mısır’da darbeci Sisi’yi açıkça destekleyen’ kralın?

Boğaziçi’nin güzeller güzeli köşesi Sevda Tepesi’ni indiragandi yapmasına duyduğumuz saygıdan dolayı mı? Ankara’ya geldiğinde Cumhurbaşkanı Gül tarafından kaldığı otele gidilerek ziyaret edilmesine (görülmemiş uygulamadır) beslediğimiz‘hayranlıktan’ dolayı mı? Memleketin en üst düzey onur payesi olan ‘Devlet Onur Nişanı’ verdiğimiz için mi? Yoksa o bizim‘böyyyüklerimize’ madalyalar, hediyeler, falanlar ve filanlar verdiği için mi?

Hepsi mi? Hiçbiri mi?

“Barış süreci, insan hakları, evrensel hukuk, vicdan, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ile adalet”in devlet düzeninde, Avukat Eren Keskin de 301’den mahkum oldu.

Hani, “demokrat” hükümetin çıkarıp Dink’in kuşatılmasını, kışkırtıcı, hedef gösterici haber yapılmasını, peşinen ve hukuken de mahkum edilip nihayetinde bir mutabakat suikastıyla “ölüme mahkumiyet”e kadar giden sürecin omurgası olan madde.

***

Keskin’in suçu şu:

2004 sonu, evleri önünde, babası kamyon hazırlarken yardım ettiği sıra, ayağında terlikleriyle, 13 polis kurşunuyla 12 yaşında öldürülen Uğur Kaymaz.

Cümleyi öyle kurmuşum ki, sanki 12’sinde yaşından bir fazla 13 mermiyle delik deşik edilen çocuk suçlu!

Fakat Adalet Ağaoğluhakikaten öyle bir durum var:

Ancak bu sütun dahil, kimi yerde gündeme gelince bir davası açılan vakada, çocuk suçlu sayıldı ki, öldürenler suçsuz sayılsın!

Kızıltepe’de öldürüldü; dava Eskişehir’e gitti. Aile oradan oraya sürüklendi, adeta ceza gibi.

13 mermiye beraat çıktı!

Anketlerde yüzde 35’le birinci çıkan SYRİZA, iktidara gelirse Yunanistan’ın borcunu ödemeyeceğini, sosyal yardımları ve maaşları artıracağını söylüyor. Avrupa, nefesini tutmuş sonucu bekliyor…

Atina sokaklarında birkaç saat dolaşmak bile ‘öfkeyi’ hissetmeniz için yeterli. Yunanlılar öfkeli. Hem de öyle böyle değil…

Yıllardır bitmeyen ekonomik kriz yüzünden bankadaki paralarının eridiğini anlayan, işsizliği tadan, maaşlarının yarıya düştüğünü, sofralarının fakirleştiğini gören Yunanistan, tam bir isyan halinde. Bugün sandığa giderken, başta eski düzenin köklü partileri ve kendilerine yaramaz çocuk gibi davranan Avrupa olmak üzere global sistemin her unsuruna karşı bir protesto oyu atıyor olacaklar.

Oylamanın firesi” konusunu “yarın konuşalım” demiştim, dünkü yazıda. Henüz çok az şey biliyoruz bu konuda, ama önemli bir gelişme, her halükârda.

Dün bir gazetede bununla ilgili bir başka haber başlığı dikkatimi çekmişti. Deniyordu ki, verilen oylar –kâğıtlar– üzerinde bir parmak izi incelemesi kimlerin bakanları aklamaktan yana olmadığını ortaya çıkarabilirmiş; bazı AKP milletvekilleri bundan çekinerek yargılamaya karşı oy kullanmış.

Şuyuu vukuundan beter” durumlardan biri. Teknik olarak parmak izi tesbiti muhtemelen yapılabilir, ama siyasî anlamları bakımından böyle bir şey yapılabilir mi? Böyle bir uygulamanın olabilmesi için ne tür bir “polis devleti” gerekir? Ama bazı milletvekilleri böyle bir şeyin olabileceğine inanmışlarsa, kendi iktidarlarının mahiyeti hakkında ne tür bir düşünceleri olmalı? Bunu kimin yaptıracağını düşünüyor olmalılar? Herhalde Davutoğlu’nu değil…

17 Aralık yolsuzluk dosyasını darbe gibi takdim etme gayretleri, bu dava ile ilgilenen polis, hâkim ya da savcıları hedef almaktan geçiyor. Bu yüzden, düne kadar saygın kişiler olarak gördüğümüz insanları bile kendi amaçları uğruna kullanıyorlar.

17 Aralık yolsuzluk dosyasının en önemli isimlerinden biriSavcı Celal Kara. Hiçbir demokratik ülkede görülmeyeceği şekilde, Turan Çolakkadı’nın yerine İstanbul’a Başsavcı tayin edilen Hadi Salihoğlu tarafından, Kara, yolsuzluk dosyasından koparıldı. HSYK, yeni seçilen üyeleriyle göreve başladıktan sonra da, açığa alındı.

Tabii televizyonlarda Celal Kara’ya yönelik salvo atışları sürüyor. Hakkındaki iddiaları toparladım. Kendisiyle konuştum; açıklamaları yazıyorum:

Hareketin lideri 1976 doğumlu genç bir adam. Adı: Alexis Tsipras…

Özellikleri şunlar: Biraz bizim Selahattin Demirtaş’ı andırıyor. Hem tip olarak, hem de duruş olarak. Temiz yüzlü, efendi, çalışkan, kendine güvenen, çok genç yaştan beri bir ideal uğuruna çırpınmış biri. Asıl işi inşaat mühendisliği… Radikal solcu. Çabuk sinirlenmiyor… Soğukkanlılığını muhafaza etmesini biliyor… Ama iyi laf sokuyor. Mesajları sert. Muhalefeti etkili. Bir devrimci eylem olarak gülümsemeyi de, gülümsetmeyi de biliyor. Şiddetli gösterilerde ateşli nutuklar atıyor. Teklifsiz… Yanına gidip rahatlıkla “N’aber Alexis, pek görüşemiyoruz son zamanlarda” denilebilir.

Evrensel… ÖDP’nin Genel Başkanı Alper Taş’ı miting ve yürüyüşlerine davet edecek kadar evrensel! Kravat takmayı sevmiyor. Motosiklet kullanmaya bayılıyor. Bu açıdan bisiklet sever Ufuk Uras’ı da inceden andırmıyor değil. ‘Gezi’ciler gibi şaka yapıyor. Avrupa Birliği ve NATO konusundaki radikal görüşlerini bir parça yumuşatsa da… Avrupa’nın egemenlerinin korkulu rüyası… Pek şiir okumuyor ama miting meydanlarını iyi coşturuyor.

Charlie Hebdo katliamından sonra Avrupalı liderlerin tutturduğu politik doğrucu söylem ‘saldırının İslâm’la alakası yok’ olsa da, esasında düşünceleri tam tersiydi. Zira saldırıyı yapan faillerin birincil sebebinin yüzyılı aşkın süredir işgal ettikleri, iğfal ettikleri, işkence ettikleri bir coğrafyadan ‘bastırılanın geri dönüşü’ misali bir tepkiyle hareket ettiklerinin farkında olsalar da İslâm’daki tarif edilemeyen bir ‘fazla’nın, Müslümanların köleleştirilmesini, ikinci sınıf olmayı kabul etmesini engellediklerinin de ayırdındalardı.

Demokrasisi oturmamış, olgunlaşmamış ülkelerde, siyaset özellikle hızlı değişim ve belirsizlik dönemlerinde bir anda kişiselleşebilir. Siyasi partilerin içinde ayrışmalar başlatmak üzere arayışlar ve girişimler ortaya çıkabilir. Eğer herhangi bir partide, birbirine eşit olmasa bile birden fazla taşıyıcı figür varsa, parti içi siyaset bu kişiler etrafında tasarlanmaya başlanabilir. Birçok siyasetçi kendi ayakları üzerinde duramadığı ölçüde bir liderin gölgesi altında kendine kariyer arayabilir. Diğer taraftan bu durum bazı siyasetçilerin de işine gelir, çünkü böylece etraflarında bir destek oluşturur, pazarlık güçlerini artırırlar.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu