Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dün dört gazete hemen hemen aynı manşetle çıktı: Başkanlık sistemine ilk adım.

Sabah, Akşam, Yeni Şafak ve Star, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 19 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nu Ak Saray’da toplamış olmasını bu şekilde duyurdular.

Dört gazeteyi de artık “hükümet yanlısı olarak” tarif edenler haksızlık etmiş olur; çünkü artık bir Erdoğan çizgisi var.

Aylardır Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’nu toplayacak olmasını Türkiye’de Parlamenter rejimden Başkanlık rejimine geçiş olarak görenlere yönelik eleştiri dalgası bu manşetlerle boşa çıktı, kabul edilmiş oldu.

Çünkü Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’nu toplaması kendisinden önceki cumhurbaşkanlarında olduğu gibi “istisna” değil, “kaidedir”.

Der misiniz ki, evrende dünyadan başka pek çok gezegenin bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin engizisyon mahkemesinde yargılanıp “sapkın” ilan edilerek diri diri yakılan İtalyan filozof, rahip ve gökbilimci Giordano Bruno hakkında “Ama o da papazları incitmiş, tabii yakılması doğru değildi” …

Der misiniz, “Enel Hak” sözleri yüzünden derisi yüzülerek öldürülmüş Hallacı Mansur için, “Aman, ne kadar da lüzumsuz iş yapmış” …

Der misiniz, dine eleştirileri yüzünden 1990’da evinin önünde suikastla öldürülen eski bir müftü, yazar ve düşünür olan Turan Dursun için, “Keşke ‘Din Bu’ serisinin 10’uncu kitabını yazmasaydı, zaten ‘yumruğu’ da hak etti” …

Eğer dünyanın 21. yüzyılda gündemini belirleyecek olan Charlie Hebdo katliamı ve peşi sıra yaşanan tartışmaların Türkiye’ye taşınmasına itiraz ediyorsanız, yukarıdaki sorulara da “Derim…” yanıtını vermeniz gerekir. Aksi halde tutarlı olmazsınız. Sorun şu ki, onlar olmasaydı, siz de böyle olamazdınız. Onlar “dokunmasalardı” dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bilemezdik, tıp bilimi binlerce mikroba çare bulamazdı. Onlar yakılma korkusuyla sussalardı muskalarımızla apandisitten ölürdük. Onlar olmasaydı bilim, düşünce, din, vicdan ve ifade özgürlüğü olamazdı. Onlar olmasaydı, sekülarizm olmazdı. Ve sekülarizm olmasaydı, dünyanın her yeri dogmatik ve totaliter şiddete teslim olurdu.

Hrant Dink suikastı tabii ki özünde siyasi bir cinayet. Bu cinayeti planlayan merkez akıl, bu suikastın yaratacağı kırılmaları hesaplamış, bir amaç dahilinde hareket etmiş olmalı. Bu manada, 2006 yılındaki Rahip Santoro, Danıştay ve 2007 nisanındaki Malatya Zirve katliamı ile de bağlantılı gözüküyor. Tetikçilerin aynı tornadan çıkmış gibi 17 yaşındaki çocuklar olması, bu çocukların yakalanmasının tercih edilmesi gibi birçok benzer motif var.

Diğer benzerlik de bu üç cinayetin de aydınlatılamamış olması. Danıştay bir kaldıraç olarak Ergenekon’a bağlandı ama açıkçası ben bu bağlantıdan emin değilim.

Her aklı normal çalışan birey gibi, Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Şike gibi onlarca davanın Genelkurmay Başkanı'na, kanserli yaşlı hasta kadınlara, rektörlere, basılmamış kitaplara uzanmasına, cevvallikle “sonuca” bağlanmasına rağmen, Santoro, Dink ve Zirve’de elimizde koca bir hiç olmasını, polis, savcı ve hakimlerde aynı iştahın bu davalarda ortaya çıkmamasını garipsiyorum. Bırakın iştahı, deliller karartıldı, mahkemede adeta “Pelitli üçgeni” adında bir tiyatro oyunu sergilendi.

Başlamadan birkaç tespit yapalım;

1- Son dönemde özellikle FED’in tavrının beklendiği gibi sert olmayacağının anlaşılması (Amerikan Merkez Bankası’nın İŞSİZLİK AZALANA kadar parasal genleşmeye devam etme tavrı) ile dünya genelinde Merkez Bankaları faiz indirimlerine gitmeye başladılar. Son örnek; Hindistan Merkez Bankası bir süredir kendisinden beklenen politika faiz indiriminde ilk adımı attı ve çeyrek puanlık indirime gitti. İndirimin, yerel ve küresel piyasalara pozitif etkisi oldu.

2- Dünya yeni bir döneme girdi ve dünya genelinde Merkez Bankaları “tabuları yıkabileceklerini” gösterebiliyorlar! İsviçre Merkez Bankası euro/frank kurunda taban fiyat uygulamasına son verdi. 3 yıllık uygulamanın ardından alınan karar piyasalarda BEKLENMİYORDU! Cesur bir karardı, Merkez Bankalarının KALIPLARINDAN çıkabileceğini göstermiş oldu!

3- Amerika gibi Avrupa da PARASAL GENLEŞME ve AZALAN İŞSİZLİK-ARTAN BÜYÜME trendinden yana tavır koydu! Bu gelişme aslında Avrupa Merkez Bankası adına bir sinyal, AMB artık 22 Ocak’ta “tahvil alımına” başlamaya hazır gibi. Avrupa’da başlayacak tahvil alımı AB-Türkiye ekonomi denklemi açısından önemli. İlk etapta Türkiye’de “para ve sermaye” piyasalarında etkisi olumlu (GENLEŞME-BOLLAŞMA-RAHATLAMA) olarak görülecektir.

Erdoğan’ın kabineye başkanlık yapması “Kabineye millet başkanlık yapacak” demek değildir.

Bu cümle olsa olsa, cilveleşmekten anlamadığı için ‘Kaş yapayım derken göz çıkaran’ bir sakarın göze girme işgüzarlığındandır. Yani yaranmaya çalışırken ne yapacağını şaşıran bir aklıevvelin zevzekliğinden ibarettir…

Çünkü tersinden, düne kadar kabinenin millet iradesine ipotek koyan bir atanmışlar kurulu olduğu ve bu vesayetin ancak seçilmiş bir cumhurbaşkanı başkanlığında toplanmasıyla kalkmış olacağı imasını içerir.

“Seçimle işbaşına gelmemiş miydi zaten, millet seçmemiş miydi yahu bu hükümeti!?… Ne ara vesayet kurumu oldu da şimdi başına millet geçiyor beyim” sorusunu gündeme getirir ki savunulacak yanı yoktur, çenebazın ağababası da gelse altından kalkamaz.

Tek cevabı, “Zırva tevil götürmez hacım” şeklindedir.

Davutoğlu ’nun Bakanlar Kurulu’ndan sorumlu Cumhurbaşkanı yardımcısı ya da öğretmenine sınıfının ne kadar uslu olduğunu sergileyen bir sınıf başkanı gibi verdiği poz kolay unutulacak gibi değil. Şüphesiz, Erdoğan Bakanlar Kurulu’nu toplarken verdiği fotoğrafta iplerin kimin elinde olduğunu göstermeye özen gösterdi. Zaten pek kimsenin de bundan kuşkusu yoktu.

Davutoğlu henüz Erdoğan’ın atanmış bir memuru. Rüştünü ispat etmek için bir seçim ve bir kongre kazanması lazım. Bunu da Erdoğan’ın gölgesinde kalmadan halletmesi gerekiyor ki zor iş.

Ancak Davutoğlu, Cumhurbaşkanı’na ilelebet boyun eğmeyecektir. Yıldırım Akbulut ’un yapamadığını Davutoğlu’ndan beklemek zor olur. Neticede rüyasında Hegel ve Gazali ’yle tartıştığını söyleyen biri başbakan. Kendini kimlerle aynı seviyede gördüğü malum. Sadece onlar da değil.

Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Hasan Herken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda merdivenlere dizilen ve eski Türk devletlerini temsil eden 16 cengâverden bornoz giymiş olanına takılmış. Bu adam kimi temsil ediyor sorusuna Dulkadiroğullarından esinlenerek “Duşakabinoğulları” demişti. Çünkü elde resimleri olmayan eski Türk devletleri askerlerine kıyafet yakıştırılırken bazı giysiler komik olmuştu.

Dekan Hasan Herken üç gün önce istifa etti...

İstifasının sebebi sorulduğunda da Ak Partili gençlerin kendisini “bombalamakla, parçalamakla, öldürmekle” tehdit ettiğini, annesine küfürler yağdırdığını anlattı.

Saldırı ve tehditlerin yağmaya başlaması için karikatür şart değil... Muhalif olmak yeterli.

Ülkeyi yönetenler öfke beyan eder etmez durumdan vazife çıkaran topluluklar linç eylemini başlatıyor.

Adam işten atılıyor, hakarete uğruyor, çoluğu çocuğu adına endişeye kapılıyor. Bazısı - M. Ali Alabora gibi - ülkeyi terk etmeye mecbur kalıyor.

MECLİS’te dört eski bakanla ilgili yolsuzluk iddiaları oylamasının sonucu sizleri şaşırttı mı? Sanırım şaşırtmamıştır. 17 ve 25 Aralık 2013’ten bu yana meydana gelen siyasi ve hukuki gelişmelere yakından bakanlar, adım adım bu sonuca gelindiğini görüyorlardı.

Şaşıranların sebebini biliyorum: Siyasi hayata “3Y” (yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar) ile mücadele teminatıyla başlamış bir siyasi partinin, “yolsuzluk” konusunda kendisine dönük iddiaları yargıya emanet edeceği düşüncesiyle...

Başka herhangi bir zaman diliminde iddialar ortaya atılsaydı AK Parti’nin davranışı büyük ihtimalle farklı olur, milletvekilleri yolsuzluk iddiasına muhatap bakanları “Yüce Divan” a göndermekte daha az tereddüt ederlerdi. Ancak iddiaların siyasete dışarıdan müdahale, hatta “darbe girişimi” olarak görülmesi, şimdiki tercihe yol açtı.

Aşağıda, 13 Mart 2007 tarihli Milliyet’te çıkan bir yazım var.

Sekiz yıl önceki bu yazımdan sonra, ifade özgürlüğü ve sınırları konusuna devam edeceğim.

Sekiz yıl önceki bu yazımdan sonra, ifade özgürlüğü ve sınırları konusuna devam edeceğim.

Soykırımı inkâr suçu olmaz, olmamalı.

Böyle bir suç, demokrasileri demokrasi yapan ifade özgürlüğüne aykırıdır.

Bu nedenle, bir İsviçre mahkemesinin Doğu Perinçek hakkındaki tecilli hapis ve para cezası fikir özgürlüğüne ters düşen bir karardır.

Ne yapmış Perinçek?

Bir tarihte, İsviçre topraklarında verdiği bir demeçte, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” demiş. Bunun üzerine bir Lozan mahkemesi de İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek hakkında dava açarak kendisini mahkûm etmiş.

Cizre’deki olayların büyüme potansiyeli mevcut. Özellikle 12 yaşındaki Nihat Kazanhan ve 14 yaşındaki Ümit Kurt ’un öldürülmesi, belli ki provokasyon amaçlı. Acı derinleşsin diye, çocuklar hedef alınıyor. Faillerin bulunamaması, hadisenin başka vilayetlere sirayet etmesine yol açtı. İşte Hakkâri’deki gösteriler ve PKK’nın gençlik yapılanması YDG-H’nin İstanbul’a yerleştirdiği bombalar. Sözde, barış süreci iklimindeyiz. Ama bir türlü asayiş sağlanamıyor. Sadece Cizre’de, son günlerde 6 kişi öldü. Belki karakol basılmıyor ama şehirler hareketli. Üstelik KCK’dan gelen ve sık sık tekrarlanan bir tehdit de var. Her an, ateş bütün yurdu sarabilecek gibi.

Öcalan tarafından şekillendirilen bir yol haritası mevcut. İmralı, konu başlıklarını belirlemiş, görüşmelerin müzakereye evrilmesi için tartışmanın “3’üncü göz” huzurunda yapılmasını talep ediyor; ses ve görüntü kaydı istiyor; üzerinde uzlaşılan her başlık imza altına alınsın diyor. AK Parti hangi konu başlıklarını kabul etti? Müzakere ne zaman başlayacak? Hiçbir şey belli değil. Sözde nisanda PKK silâh bırakma noktasına gelecekti.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?