Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hrant Dink cinayetinin aydınlanmasını hepimiz istiyoruz ama kamu görevlilerinin haksız tutuklanmalarına da karşı çıkmak gerekir. Acayip şeyler oluyor. Dosyanın yeni savcısı Gökalp Kökçü, Cizre Emniyet Müdürü Ercan Demir için nöbetçi mahkemeden yakalama kararı çıkarttı. Oysa daha önce Demir, savcıya ifade vermiş ve tutuklama talebine rağmen, mahkeme, yurtdışı yasağı koyarak onu serbest bırakmıştı. Gökalp Kökçü’nün bu gayretini anlamak mümkün değil. Netice itibariyle Ercan Demir, olay sırasında Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde görevli bir memurdu. O tutuklandığına göre, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç, haydi haydi tutuklanmayı hak ediyor!!! Sanmayın ki, “Tutuklansın” diyorum. Aksine tutuklanmanın nasıl sakat bir işlem olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Şu anda Engin Dinç’in İstihbarat Daire Başkanı olduğunu da hatırlatmak isterim.

Hrant, bu toprağın insanıydı. Mangal yürekli, ince gönüllü, vicdan ne ise, onun mücessem haliydi. Bir-iki gündür onu yazmak için yazıya oturmaya her kalktığımda, başıma dikiliyor. Siluetini görüyorum. Yüzünde o pek tanıdık muzip ifadesi, sesinin tınısı şu anda bile kulağımda çınlıyor ‘ulan’ derken; söyleyeceğini söylemeye başlarken…

Öyle bir ‘ulan’ki, o söylediği vakit, onun ağzından söylendiğinde, ‘sevgi-kardeşlik-arkadaşlık’ namına söylenmiş ‘en lirik’ sözcük halini alıyor; ‘ulan’ diyor “10 Kasım’lara benzetmeye başlattınız şu 19 Ocak’ları”…

Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Utku Çakırözer 13 Ocak’ta attığı tweetlerinde şunları yazdı:

“Yazarlarını terör saldırılarında yitiren Cumhuriyet, Charlie Hebdo katliamının acısını çok iyi anlamaktadır.

İfade özgürlüğüne yönelik bu saldırıyı en şiddetli biçimde kınadık. Dayanışmamızı haber ve yorumlarımızla gösterdik.

Bu dayanışmanın parçası olarak Charlie Hebdo’nun özel sayısından 4 sayfalık bir seçkiyebugün (14 Ocak) gazetemizde yer veriyoruz.

Bu seçkiyi hazırlarken yayın ilkelerimiz ışığında toplumların inanç özgürlükleri ve dini hassasiyetlerine özen gösterdik.

Yayınladığımız seçkide çok sayıda istişare sonrasında derginin kapak sayfasına yer vermedik.”

Çakırözer’in tweetlerini kendince “ihbar” kabul eden muktedir zihniyet, Cumhuriyet’in basıldığı matbaanın kapısına polislerini gönderdi ve bu polisler gazetelerin yüklü olduğu kamyonları savcılık kararı göstermeden durdurdular. Bu, ancak koyu baskı rejimlerinde görülebilecek keyfi ve hukuksuz sansür girişimi, gazetenin basıldığı Ankara ve Adana’daki matbaalarda da aynı anda yaşandı.

Ünlü tarihçi Toynbee, uygarlıkların ancak bir düşman, bir meydan okuma ile karşılaştıkları ve onun üstesinden geldikleri zaman geliştiklerini söyler. 

(Toynbee’nin kuramı için benim “Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği” adlı kitabıma bakılabilir.) 

Toynbee’nin takipçisi olan Huntington, “Uygarlıklar Çatışması” adlı kitabında, Sovyetler Birliği çöktükten sonra rakibini yitiren Batı Uygarlığı’nın rehavete kapılacağını, bunun için yeni düşmanlar bulması gerektiğini belirtiyor ve yakın düşman olarak İslam Uygarlığı’nı, ondan sonra da Sind (Çin) Uygarlığı’nı işaret ediyordu.

Önce 1993’te bir makale olarak yayınladığı, sonra 1996’da kitaba dönüştürdüğü bu tezini yazarken zaten İslam adına yapılan saldırılar dünyanın çeşitli yerlerindeki Amerikan üslerini vurmaya başlamıştı bile... 

Ama asıl 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere yapılan El Kaide saldırısı, onun bu tezlerinin bütün dünyada daha etkili olmasını sağladı. 

Sovyetler’in 1991’de çöküşünden sonra başlayan “Küresel Dönemin” birinci “umut” aşaması, on yıl sonra İkiz Kuleler saldırısı ile bitmiş, artık “Uluslararası Terör” ve “Sınırların yeniden çizilmesi” aşaması başlamıştı.

Adı, Sedef Kabaş.

Gazeteci.

Bir tweet attı.

Yolsuzluk dosyalarını kapatan bir savcı hakkında.

Sadece eleştirel bir tweet...

Önce evi basıldı.

Bilgisayarına, cep telefonuna el kondu.

Sonra gözaltına alındı.

Şimdi de beş yıl hapis cezası isteniyor hakkında.

1 tweet’e 5 yıl hapis!

Bir tweet’e tam beş yıl hapis istenen bir memlekette medya özgürlüğünden de, ifade özgürlüğünden de söz edemezsiniz.

Gülerler adama.

Bu sözüm, Başbakan Davutoğlu’na.

Nitekim gülüyorlar.

Kimse dinlemez sizi.

Ciddiye almaz.

Kanuni döneminin şairi Fuzuli bile 'Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar' diye yakındığına göre... Nasrettin Hoca fıkralarının pek çoğu kadılarla davalılar arasındaki çarpık ilişkileri alaya aldığına göre... Demek ki şeffaf ve erdemli bir yönetim özlemi de, güvenilir ve adil bir yargı özlemi de ezelden ebede var bu topraklarda... Ama 'Bu topraklar' deyince sadece Ortadoğu'yu veya Anadolu'yu anlamayın. Problem evrensel ya da güncel deyişle global bu dünyada.

Amerika'nın güvenilir aylık dergisi 'The Atlantic'in son ocak sayısında yayımlanan Garett Epps imzalı bir makale şöyle başlıyordu: 

İki seçenek varmış 

- Bilinen şöyle bir Şikago fıkrası vardır... Davasını savunmak için çalışan avukatın yazıhanesine bir yargıç girer. Avukata 'Karşı tarafın avukatı, onların lehinde karar almam için bana 10 bin dolar verdi' dedikten sonra şöyle devam eder sözlerine,

- Bu durumda iki seçeneğin var. Sen bana 20 bin dolar verirsen davayı senin lehine sonuçlandırırım...

Yarın 2008 yılından beri hep yapıldığı gibi binlerce kişi saat 15’te Agos Gazetesi’nin önünde buluşacak. Bir kısmı Taksim’den, diğerleri kentin belki de ülkenin başka köşelerinden gelmiş olacaklar. Ahlaken çok cılızlaşmış bu toplumda, kalabalık ne kadar görkemliyse bir yerlerden tutularak işlerin rayına sokulabileceğine dair inanç o nebze güçlenebilecek. Agos Gazetesi’nin kurucusu Hrant Dink 19 Ocak 2007 günü gelmesini beklediği bir cinayete kurban gitti. Ölümünden dokuz gün önce yayınlanan yazısının başlığı “Ruh halimin güvercin tedirginliği” başlığını taşıyordu. Dink bir yazısındaki ifadesinin bilerek, isteyerekkalleşçe çarpıtılması sonucu, bilirkişi ve başsavcının karşıt değerlendirmelerine rağmen Yargıtay Genel Kurulu’nun kararıyla Türklüğe hakaretten mahkûm edildi.

Bu yargı kararı nefreti bir yaşam enerjisi haline getirmiş kesimlerin saldırılarına maruz kaldı. Tehdit edildi. Yargılaması sırasında Ergenekon davasının en namlı ve suçlulukları konusunda en azından vicdanen pek tereddüt bulunmayan ekibi duruşmalara gelerek kendisini bekleyen akıbetin mesajını vermişlerdi. Devlet ona koruma vermemekle kalmadı, İstanbul Valiliği’nde tehdit de edildi.

Cizre’de tuhaf olaylar yaşanmaya devam ediyor. En son Cizre Emniyet Müdürü hakkında Hrant Dink davasında tutuklama kararı verilmesi gözleri yeniden Ankara’ya çevirdi. Cizre gibi kritik bir şehrin emniyet müdürünün son bir yılda üç defa değişmesi bir yana böyle bir ismin emniyet müdürü olarak atanması sanırım fazla söze gerek bırakmıyor.

Ortada cevapsız sorular var. Cizre emniyet müdürü neden bu kadar değişiyor? Paralel yapı iddiaları neden araştırılmıyor? Hendekler açılmadan önce neden gerekli tedbirler alınmadı? Sadece son bir ayda dört çocuk hayatını kaybetti. Emniyet bu ölümlerin sorumlusunun kendileri olmadığını söylüyor. Peki tamam da fail kim? Bu failleri kim bulacak? Polis araçları neden plakasız dolaşıyor?  90’lı yıllarda olduğu gibi kimliği belirsiz kişiler akşam karanlığında ortaya çıkıyor. Şeyh Sait seriyyeleri diye yeni bir grup çıktı. Bu grup kim? Kimse bilmiyor.

Nasıl ki bir taziye evini arayıp ”Akşam parti veriyoruz, bekliyoruz!” denmezse, 24 Nisan’daErmenistan’a mektup yazıp “Buyrun Çanakkale’ye” de denmez. Bu, sadece kötü bir şaka olabilir.

Ancak cuma günkü Milliyet gazetesinde Serpil Çevikcan’ın haberinden anladığım kadarıyla, Türkiye tam da bunu yapmış! Ankara, her yıl 18 Mart’ta anılan Çanakkale Zaferi’ni bu yıl 24 Nisan’a çekerek, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan dahil 102 dünya liderini Çanakkale’ye davet etmiş.

Aynı gün Erivan’da Ermenistan’da soykırımının 100. yılı için yapılacak anmaya, FransaCumhurbaşkanı François Hollande, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Papa Francesco ve birçok dünya liderinin katılması bekleniyor. Hal böyleyken, Türkiye neden son dakikada lüzumsuz bir diplomasi atağına geçti?

Şimdi...bazı konular vardır ki pr hesaplarının ötesinde daha derin bir empati ve feraset gerektirir. Şaka kaldırmaz. 1915 yılında Anadolu’da yaşayan Ermenilerin başına gelen büyük felaket, bunlardan biridir.

Charlie Hebdo saldırısı, Müslüman dünyanın büyük çoğunluğu tarafından hem bireyler hem de alimler tarafından kınanmış olmasına rağmen, laik aydınlarımız ‘gerçek İslâm’ın bu olmadığında hemfikirler. O yüzden şimdilerde harıl harıl İslâm’ın ve Müslümanların nasıl ‘kurtulacağına’ ilişkin reçeteler yazmakla meşguller. 

Müslüman camia içinde Kamer Genç’in mecliste ciddiye alındığı kadar kredisi kalmış isimler de ‘örnek Müslüman’ kategorisinden sunuluyor. Aynı 21. yüzyılın en büyük sivil katliamlarından birine imza atmış el Sisi ile fıkıhtan ziyade istihbarat oyunlarındaki yeteneğini kanıtlamış Gülen’in, The Economist tarafından ‘İslâmî Reformasyon’ sürecini başlatacak Luther’ler olarak gösterilmesi gibi

Popüler İçerikler

"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan