Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Anne olan bilir, derler. Ama nedense anne olmayanlar, annelik hakkında devamlı konuşuyor. Konuşmakla da kalmıyor, kadınlık ve annelik etrafında ailenin kodlarını da belirliyor:

Hamileyken nasıl dolaşılacak, kaç çocuk yapılacak, hangi yöntemle doğurulacak, çocuklara nasıl bakılacak gibi...

Memleketi yöneten siyasetçiler, sanki doğuştan birer kadın doğum ve pediatri uzmanı!

Tamam, herkesin ideal ebeveynlikle ilgili fikir ve temennileri olabilir. Ancak kadınlık ve annelik, eğitim sisteminden tutun sosyal yardımlara, yönetici erkin elinde şekillendirildikçe iş değişiyor... Özel hayata müdahaleye giriyor.

Dün Milliyet gazetesinde bir haber yayımlandı. AKP’nin dindar nesil hayalini gerçekleştirmek için attığı adımlardan biri daha somutlaşıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Hizmet Vakfı adında dini bir vakıfla bir protokol yapmış. Bütün eğitim kurumlarında bir “değerler eğitimi” semineri yapılacakmış. Bu eğitime ilişkin bir kitapçık valiliklere gönderilmiş.

Kitapçığa bakılırsa değerden anlaşılan salt dine dayanan bazı öğütler. Daha doğrusu Hizmet Vakfı ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki bazı bürokratların kendi din anlayışlarına uygun gördükleri. “Değerler eğitimi” kisvesiyle iktidarın kafasındaki din anlayışına göre öğrenciler şekillendirilmeye çalışılacak.

Eğer 1930'lu yıllarda yaşasaydınız ve 1940'larda neler olacağını tahmin edemeseydiniz, belki siz de Türkiye'deki ' Rejim 'i ' Nazizm 'e ya da ' Faşizm 'e benzetip övünürdünüz.

Adalet Bakanı olduğu dönemde Medeni Kanun'u Türkiye'ye getiren (1926) ve bu kanunun gerekçesini yazan, 1930'larda bakanlıktan ayrıldıktan sonra Atatürk'ün emri ile gençliğe ' İhtilal'in Hukuk Tarihi 'ni üniversitede ders olarak öğreten Mahmut Esat Bozkurt'un (1892-1943) bir değerlendirmesini hatırlayalım mı? Demokrasi nedir? ' **Zamanımızın bir Alman tarihçisi gerek Nasyonal Sosyalizmin, gerekse Faşizmin Mustafa Kemal Rejiminin çok az değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor.

2015, Türkiye’nin uluslarararası politikadaki konumu ve dış politika tercihleri açısından çok çetin bir yıl olacak. Bu, besbelli.

Böyle olacak olmasının başlıca sebepler var. Biri, malûm, bu yıl Ermeni Soykırımı’nın 100. Yıldönümü. Bütün bir Ermeni diasporasını canlı ve Türkiye’yi hedef alan bir faaliyet içine sokacak “simgesel” bir özelliği var 2015’in.

Tabii, uluslararası sahada Türkiye ile sorunlu olan ya da Türkiye’nin bir “ders” almasını isteyen kim varsa, Ermeni dosyasının arkasına gizlenerek de, “atış” yapabilecek.

Türkiye, 100. Yıldönümü vesilesiyle muhatap olacağı söz konusu kampanyanın etkilerini çok azaltabilecek adımları atmakta zaten çok gecikmişti; ama bu yıl içinde atması hiç beklenemez.

İslâm tarihinin ve mefâhirinin ‘İkinci Ömer’i olarak bilinen Ömer ibn Abdulaziz, hilâfet makamına geçtiğinde hutbelerde Emevîlerin icad ettiği Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’e lânet okunması âdetini kaldırarak onun yerine Nahl Sûresi’nin 90. âyetinin tilâvetini emretmişti; âyet şöyledir: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

Bu âyette geçen “Yakınlara yardım etmek” emrinin, yani, “Ve itâ’iz-il kurbâ” ibâresinin günün birinde Nepotizm’e (aslı, Yeğencilik demekmiş) kılıf biçmek için te’vil edilebileceği kimin aklına gelirdi?

Herif saraya el bombası atıyor.

Patlamıyor.

Bi el bombası daha fırlatıyor.

Gene patlamıyor.

Tabancasını çıkarıyor, ateş ediyor.

Vuramıyor.

Yanında tüfek de getirmiş.

Basıyor tetiğe.

Iska.

Cephanesi bitiyor.

Koşarak kaçmaya başlıyor.

Aksiliğe bak…

Tökezliyor, yere kapaklanıyor.

Hep söylerim, Allah memlekete teröristin hayırlısını versin kardeşim.

O kadar sağlam eylem planı yapmış ki, öbür tarafa kaçacağına, kapısında daima bi otobüs polisin beklediği başbakanlık ofisine doğru kaçıyor. Uzun namlulu silahla geliyor ama, üstünde kısa mont var.

Milli Güvenlik Kurulu’nun son toplantısında “Paralel Yapılanma”nın öncelikle “iç tehdit” ilan edileceği, ardından “dış tehdit” boyutu üzerinden çalışma yapılacağı, Nisan ayında yenilenecek “Kırmızı Kitap”ta ise bu yapılanmanın “Ulusal Güvenlik Tehdidi” olarak yer alacağı ifade ediliyor.

17-25 Aralık sonrası “iç tehdit” ve “dış tehdit” boyutlarını sorgulayan iki yazı yazdım. 20 Ocak 12014 tarihli “Cemaat dış güç haline geliyor” ve 6 Şubat 2014’teki “Cemaat önce dış güç oldu, şimdi de dış tehdit oluyor” başlıklı yazılarda, paralel yapılanmanın Türkiye projesinin, bir Cemaat’in ihtiraslarının çok ötesine geçen bağlantılarına, operasyonel niteliklerine ve “Türkiye’yi dışarıdan dövme”ye ayarlı ilişkilerine dikkat çektim.

2011 genel seçimlerinde AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan ’ın Diyarbakır İstasyon Meydanı’ndaki mitinginin ardından şöyle yazmışım: “Erdoğan’ın konuşmasını şöyle özetleyebiliriz: Kardeşlik, kardeşlik, kardeşlik. Tabii ‘kardeşlik’ yerine ‘İslam kardeşliği’ demek de mümkün. Gerçekten Erdoğan dünkü konuşmasında şaşırtıcı ölçüde din vurgusu yaptı. Yine şaşırtıcı ölçüde, her vesileyle defalarca ‘Kürt’ kavramını kullandı.” Ardından şu soruyu sormuşum: “İslam kardeşliği” mesajı Kürt sorununun çözümünün anahtarı olabilir mi?

Aynı yazıda bu soruya verdiğim cevap şöyle: Güneydoğu’nun en “ümmetçi” hareketi olan Hizbullah’ın bile adım adım Kürt kimliğini öne çıkardığı düşünülürse, “İslam kardeşliği” ile belli bir yol alınabileceği ama yolun sonuna kadar gitmenin hayli zor olacağı söylenebilir.

Hitler’in propaganda bakanı Goebbels ’e göre “ kadınların misyonu güzel olmak ve dünyaya çocuk getirmektir.

Hitler’e göre her aile dünyaya en az dört çocuk getirmeliydi. Hatta bunu sağlamak için, devletten kredi alan ailelerin dört çocuk dünyaya getirmesi halinde, kredi borçlarının silinmesi için yasa çıkarılmıştı.

Faşizme, totalitarizme kayan bütün rejimler özel hayata, aile hayatına burunlarını sokmak isterler. Ülkeyi yönetmek yetmez onlara, ülkedeki her bir bireyin yaşamlarını da yönetmek isterler; o yüzden evin içine kadar girmeye çalışırlar.

Tayyip Erdoğan ’ın üstüne Batı çoktan beri çarpı işareti koydu. Washington ’da da, Avrupa Birliği başkentlerinde de vaziyet böyle.

Erdoğan’a artık güvenilmiyor.

Lider olarak inandırıcı bulunmuyor.

Söyledikleri fazla ciddiye alınmıyor.

Şöyle denebilir:

Batı nezdinde Erdoğan’ın inandırıcılığı da, güvenilirliği neredeyse sıfırlanmış durumda.

Bir yanlış anlama olmasın.

Tayyip Erdoğan ’ın üstüne kocaman bir çarpı işareti konulmuş olması, Batı ’nın Türkiye’ye sırtını döndüğü, döneceği anlamını taşımıyor.

Bunu ne Amerika, ne Avrupa yapar.

Popüler İçerikler

İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''