Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hayrettin Karaman Hoca demiş ki:

'Hırsızlık ayrı şey, yolsuzluk ayrı şey...'

Ardından hükmü açıklamış:

'Hırsıza yolsuz, yolsuza hırsız denemez.'

*

Kısacası...

Hocamız iki günah arasında bir hiyerarşi kurmakla meşgul.

Bunca kirlenmişlik içinde bir ilahiyat hocasının titizlendiği konuya bakar mısınız?

Temaşa aşkı, iktidar vurgusu, görgüsüzlük yahut kısaca 'Ak Saray psikozu' deyip geçemeyiz buna. Diyelim de geçmeyelim. Zira bu psikozun faturası bize çıkıyor. Kelimenin tam anlamıyla.

Arada kaynadı.

Halbuki ne ayıp. Dev bir ayıp.

Diyanet İşleri Başkanı’na Mercedes S500 model araç alınmış, bu ne iş denildi. Diyanet hiçbir yüz kızarması, iç sıkıntısı yaşamadan şöyle cevap verdi O araç haberde belirtildiği gibi Diyanet Vakfı bütçesinden değil Devlet Malzeme Ofisi tarafından alındı…

HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in çözümden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüşmeden sonra yaptığı açıklamada önemli noktalar vardı.

“Önder, sürecin Kobani olayları nedeniyle yaşanan kırılganlığı aştığını söyledi.

Sürecin psikolojik zemini açısından önemli bir açıklama.

Ayrıca, sürecin ağırlıklı olarak İmralı’da olduğunun altını çizerek, yeni sürece girildiğini ifade etti.

Of ya… Tam yazıyı bitirmiştim. Yazıya başlamadan önce de çok zorlanmıştım. İnce ince oturup oya gibi işlemiş, kırk yılın başında gündemden bağımsız güzel bir şeylerden bahsetmiştim keyifle. Ama ne zaman ki yazıyı mailleyeceğim bir haber geldi. Şu anda saat 14:00, bir saat sonra yolsuzlukla itibarları kirletilmek istenilen dört büyük Bakanımızın Yüce Divan oylaması var. İşte tam bu oylamadan 1 saat önce şu haber bültenlere düşüyor:

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasından bu yana ‘hain‘ listesini epey genişleten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, doğum kontrolünü de ‘ihanet‘ diye niteledi. Erdoğan, ”Bu ülkede yıllarca bir doğum kontrolü ihaneti yaptılar ve neslimizi kurutma yoluna gittiler” dedi… ABOV! İster istemez gülüyorum. Sonra doğum kontrolü lafına ayrı bir kopuyorum. Daha sonra da haberin devamını okuyorum:

17 Aralık'tan beri olup biten, bir darbe planının ortaya çıkarılması filan değil, düpedüz bir örtbas operasyonu aslında…

Önce Meclis’ten dosya kaçırıldı.

Sonra dosyayı oluşturan polisler, savcılar, hâkimler görevden alındı.

Güvenlik paketi ile sokakta doğacak tepkiler bastırıldı.

Yolsuzluğu yazan gazetecilere davalar açıldı, yayın yasağı ile medya kontrol altına alındı.

Ve böyle hırsızlık yaşanmamış gibi yapıldı.

Ancak ne yapılırsa yapılsın, mızrak çuvala sığmadı; ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, “sıfırlayın” talimatları unutturulamadı.

Hizmet hareketinin militan kadroları var güçleriyle meseleyi bir basın özgürlüğü ihlali olarak sunmaya çalışıyorlar. Hükümeti her fırsatta vurmayı hedefleyen muhalefet de öyle… Buna Batı’dan da istemediğiniz kadar destek bulmanız mümkün, çünkü orada AKP’nin otoriterleştiği tezi psikolojik ihtiyaçlar nedeniyle artık bir varsayıma dönüşmüş durumda. Ancak bunun toplu bir ahmaklık ritüeli olduğu da biraz sağduyu sahibiyseniz açıkça gözüküyor. Ritüelin içinde salınır, toplu olarak aynı klişeleri tekrarlarken, kendinizi dış gözle görme şansınız azalır. Safların sıklaştığı küçük dünyanızda aldığınız övgü ve destek gönlünüzü rahatlatır. Ama ne yazık ki ortada bir de yaşanmışlık, yani gerçek var ve eninde sonunda bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalırsınız.

Fethullah Gülen hakkında 28 Şubat sürecinde dava açılmıştı. Nuh Mete Yüksel bu davanın savcısıydı. Yüksel, bu soruşturmayı yürütürken, Fethullah Gülen’e ait konuşma kasetleri ortaya çıktı. Onlar da dosyaya girdi. Konuşma kasetlerinde yer alan bazı cümleler, devlet dairelerindeki örgütlenmenin delili sayıldı. Mesela Gülen şöyle diyordu:

Türkiye’nin uçurumdan önceki son çıkışa dönebilmesi için birkaç haftası kaldı. Erdoğan, ele geçirdiği dizginlerle ülkeyi bir felakete doğru doludizgin sürüklüyor. Yolsuzlukların üstünü örtmek için peş peşe işlediği suçları kapatmak için daha vahim suçlar işliyor. Daha ileri gidip, kendisini emniyete almak için ülkenin yörüngesini değiştiriyor. Türkiye’nin kaderi, paçasını kurtarmak için ülkeyi uçuruma sürüklemekten başka çaresi olmayan bir adamın ellerinde. Aklı eren, gücü yeten herkes bu tehlikeli gidişi durdurmak zorunda.

ABD-Küba yakınlaşması, olumlu fakat geç kalmış bir adım. Buna karşılık İran ile benzer uzlaşma sürecine girilmesi, çok daha farklı ve dünya siyasetini dönüştürme potansiyeline sahip bir gelişme olacak. Zira İran, Küba'ya kıyasla çok büyük, dünyanın en çalkantılı bölgesinin kalbinde yer alan ve ekonomik potansiyeli yüksek bir ülke.

Biri gitti, biri kaldı. ABD-Küba ilişkilerindeki kopukluğun sona erdiğine dair açıklamalarında Beyaz Saray da, Dışişleri Bakanlığı da bu ifadeyi kullanmadı.

Birkaç gündür yeni bir tartışma konumuz var: “Hangisi daha kötüdür; hırsızlık mı yoksa yolsuzluk mu?” Ulemadan bazısı, yolsuzluğun hırsızlık kadar kötü olmadığı görüşündeymiş...

Acaba?

Kuşkumun sebebi, iki kötülük arasındaki mahiyet farkının görme özürlüler tarafından bile görülecek kadar açık oluşu. Sonuçta, “hırsız” dediğimiz kişi, birinden veya birkaç kişiden para veya mal aşırır; “yolsuzluk” yapanın konumu sayesinde edindiği güçle elde ettiği kirli paranın maddi zararı ise bütün millete yayılır...

Fakir fukaraya, garip gurebaya, yetime ve öksüze de...

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt