Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Adalet, hak ve özgürlükler herkese bir gün lazım olur. Gün gelir haksızlığa uğradığını düşünen herkesin sesini duyurmak için basın özgürlüğüne ihtiyacı olur.

Örneğin Akif Beki 19 Aralık akşamı CNN Türk canlı yayınına Tahşiye grubunun lideri Mehmet Doğan’ı çıkartma özgürlüğüne sahip olmasaydı iki önemli konuda gerçekler ortaya çıkmayacaktı.

Beki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iddiası üzerine gerçeği izleyiciye yansıtmak gayretiyle Tahşiye grubuna yönelik Gülenci komplonun ayrıntılarını soruyordu.

Farkında mısınız CHP tam anlamıyla siyasette etkisiz eleman konumuna düştü. Türkiye yangın yeri, politika kaynıyor, ancak nasılsa ana muhalefet tartışmanın hiçbir yerinde belirleyici değil.

Partide birbirinden parlak insanlar var; fakat bu ne oya, ne de vitrine yansıyor.

Ne zamandır “İktidarda bu kadar falso, bu kadar ciddi bir demokrasi açığı varken anamuhalefete abanmak etik değil“ düşüncesiyle CHP konusunda ağzımı açmamaya çalışıyorum. Ama önce Yalova, ardından Şişli belediyelerindeki skandallar, “CHP sorununu“ adeta gözümüzün içine soktu.

11 Eylül 2001 sabahı dünya dengeleri yeniden kuruldu. New York’taki İkiz Kuleler’e yapılan terör saldırısında yüzlerce insan hayatını kaybetti. Ve fatura yeryüzündeki bütün Müslümanlara kesildi.

Artık, İslam ile terör kelimesi sık sık bir araya getirilecek, her müminin alnına terörist yaftası yapıştırılacaktı. Tabii ki bir günde oluşan imajdan bahsetmiyoruz. Uzun bir zamandan beri “silahlı mücadele” adı altında “cihat” yaptığını zanneden bazı radikal gruplar vardı. O azgın toplulukların masum sivillere yönelik saldırıları barış ve emniyet dini olan İslam’a zarar veriyordu.

Yüce Divan’da ilk olarak İsmail Özdağlar’ı takip etmiştim.

Anayasa Mahkemesi’nin Selanik Sokak’taki yerinde. Duruşmaya verilen arada Özdağlar’la sohbet ederdik. Benim asıl dikkatimi Anayasa Mahkemesi’nin karşısındaki camın önünde oturan beyaz saçlı kadın çekerdi.

Temiz bir yüzü bembeyaz saçları vardı.

Anayasa Mahkemesi’nin korumaları ona çok saygı gösterirdi. Kışın soğuk gecelerde onlara çay yaptığı ya da sıcak çorba getirdiği olurmuş.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Konya'da katıldıkları 'hızlı tren' töreninde ilginç, eğlenceli ve düşündürücü bir olay yaşanmış.

İşin eğlenceli kısmı elbette olayı yaşayan kişi ve muktedirler için değil, bizim gibi okuyup 'vay canına' diyenler için geçerli.

Düşündürücü kısmı ise hepimizi ilgilendiriyor.

Olay şöyle gelişmiş:

Tören sırasında 'güvenlik amacıyla' Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık korumalarının bir bölümü de izleyicilerin arasında dolaşıyorlarmış.

AKP hükümeti bir yıl önce 4 bakanını istifa ettirmek zorunda kaldığı büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun yıldönümünde harekete geçerek beklenen karşı operasyonunu nihayet başlattı. 17 ve 25 Aralık soruşturmalarının ‘yolsuzluk’ değil ‘darbe’ olduğu senaryosu doğrultusunda düğmeye basıldı ve aralarında çok sayıda meslektaşımızın da olduğu 32 kişi hakkında soruşturma açıldı, bu isimlerin bir kısmı da gözaltına alındı.

Kamuoyundaki genel algı, bu operasyonun hukuki değil, muhaliflere yönelik sindirme ve yıldırma amacı taşıyan siyasi bir operasyon olduğu şeklinde.

Dün bir şey söylerken bugün bundan dönmek ve yarın tam tersini söylemeye başlamak siyasette görülmemiş bir şey değildir. Hattâ epey sık görüldüğünü de söyleyebiliriz.

Bazı toplumlar belki biraz daha unutkan oluyor. Böyle olunca, “pozisyon” değiştirmek de kolaylaşıyor herhalde.

Ya da sorun “unutkanlık” değil, belki “kasıtlı unutkanlık” denecek bir şey: bile bile unutmak. İşine öyle geldiği için.

Dershane krizinin tırmandığı günlerdi. Taraflar hem tüm kozlarını teker teker ortaya sürüyor, hem de yaşananları AKP hükümeti ile Gülen Cemaati arasındaki (kaçınılmaz) savaşın önemli bir aşaması olarak tanımlayanları nifak sokmak ve fitne çıkarmakla suçluyordu. Cemaat hükümeti, başta basın özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükler ve demokrasi olmak üzere temel konularda silkeliyor, fakat aynı konulardaki geçmiş sicilinin hatırlatılmasına da tahammül edemiyordu.

Bu tutumu “hesap vermeden hesap sorma” olarak gördüğüm için 8 Aralık günü, bu başlıkla bir yazı yazdım. Son paragrafı şöyleydi:

Değişimin çapının belki hâlâ farkında değilsiniz... Şimdi Abdullah Öcalan'ın 'Uzlaşma'yı ve Fethullah Gülen'in 'Çatışma'yı simgeleyen konumlarda bulunmalarını bile, belki yadırgamıyorsunuzdur.

1950'li ve 60'lı yılları yaşadıysanız, 'Soğuk Savaş'ın uç cephesinde bulunan bir ülkede yaşamış olmanın siyasete ve toplum yaşamına nasıl yansıdığını belki hatırlarsınız...

Rusya’da işler hiç iyi değil.

Malum petrol fiyatlarındaki düşüş ve ‘Batı’nın uyguladığı ekonomik ambargo Rusya ekonomisine ağır darbe indirdi.

Rusya’nın hali bazı soruları gündeme getirdi.

Rusya’daki ekonomik kriz acaba dünyaya yayılır mı?

Rusya mikrobu acaba bulaşıcı mı?

Acaba 1998 gibi olur mu? (1998’de de tıpkı bugünkü gibi, petrol fiyatlarında yaşanan şok düşüşün rubleyi vurması sonucu dara düşen Rusya, yabancılara ‘borçlarımı ödeyemiyorum’ demişti.)

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu