Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ÜNİVERSİTE yıllarında Nakşibendi olan bir çocukluk arkadaşım, yatırım yaptığı bir Kara Afrika ülkesinde Fethullah Gülen Cemaati’nin okullarını ziyaret etmiş ve çok etkilenmiş. Okul yöneticisiyle sohbet ederken büyük bir heyecanla, “Yılda yaklaşık kaç öğrenci İslamiyet’i seçiyor?” diye sorunca, “Abi sen ne diyorsun, eğer böyle bir şey olursa bizi burada kolay kolay barındırmazlar” cevabını almış. Şaşkınlığını üzerinden bir türlü atamamıştı, bana “Peki onca külfete ve fedakârlığa niye katlanıyorlar?” diye sordu.

Galiba Gülen Cemaati’ni, özellikle de onun küresel vizyonunu kavramada bu soru anahtar bir öneme sahip. Bu soruya birbirine taban tabana zıt bir dizi cevap veriliyor. Olumlu bakanlar bu okulların kısa olmasa da orta ve uzun vadede İslam’a, Türklüğe ve Türkiye’ye hayrı olduğunun altını çizerken, olumsuz bakanlar, en az 140 ülkede yaklaşık 1200 eğitim kurumunun küresel güçlerin icazet, teşvik ve desteği olmadan varlık göstermesinin mümkün olmadığı iddiasından hareketle, okulların ardında “karanlık” niyet ve hesaplar arıyorlar.

Bu hafta iki önemli gelişme oldu, ikisi de Türkiye için kötü haber.

İran'la BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi ve Almanya arasındaki nükleer müzakerelerin 10. turu sona erdi. P5+1 ve İran 4 ay içinde çerçeve anlaşması ve 7 ay içinde kapsamlı anlaşma için uzlaştı.

İkinci kötü haber ise Washington’dan. ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel istifa etti.

Gelelim bunların Türkiye için neden kötü haber olduğuna...

Hatırlarsanız kısa bir süre önce CNN Amerikalı yetkililere dayandırarak bir haber yapmıştı.

Habere göre Başkan Obama , Esad devrilmeden IŞİD’in yenilemeyeceğini anladıktan sonra ulusal güvenlik ekibinden Suriye politikasını tekrar değerlendirmesini istemişti. CNN’e konuşan Amerikan yetkililere göre Türkiye ve diğer ülkelerin ısrarıyla Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın gitmesi Obama’nın Suriye stratejisinin bir parçası haline gelebilirdi.

Dondurulmuş bölgelerin siyasi anlamı, Suriye'de 'yerel uzlaşmalar' adıyla rejim ile muhalifler arasında varılan anlaşmaları karşılıyor. Kavram, yatayda yerel uzlaşmayı genelleştiren, dikeyde kapsamlı ulusal çözüme doğru giden sosyo-politik bir yaklaşıma vurgu yapıyor.

Birleşmiş Milletler'in Suriye'deki dondurulmuş bölgeler ile ilgili girişimi ne anlama geliyor? Bu model, yerel ulusal uzlaşma sürecini mi tamamlayacak? Suriye Sorunu'na dair uluslararası trafik nasıl görünüyor?

Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Staffan De Mistura, 30 Ekim 2014 tarihinde BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK), ülkede dondurulmuş bölgeler olarak tanımladığı çatışmasız bölgeler kurulmasına dayanan eylem planını sundu. Ve planın uygulamasının Halep kentinden başlayabileceğine işaret etti.

Bizde “Bugün Aslında Dündü” adıyla vizyona giren 1993 tarihli Groundhog Day filminde kahramanımız hep aynı güne uyanır. Hep 2 Şubat günündedir. Memleketimizde de benzer bir hal var.

Mesela Erdoğan ’ın hem yurtiçinde hem de yurtdışında pek ses getiren şu fıtrat açıklaması. Cumhurbaşkanı’nın kadın-erkek eşitliğine inanmadığı bir sır değil. Kadın ve erkeğin bünyesinin farklı olduğunu, dolayısıyla iki cinsin eşit olamayacaklarını düşünen biri. Harem selamlık bir eşitlik ve adalet anlayışı var:

“Şimdi burada bazen erkek kadın eşitliği diyorlar. Kadın kadına eşitlik doğru olandır, erkek erkeğe eşitlik doğru olandır.”

Ayşe Fatma ile eşit olsun; Ahmet de, Mehmet de, herkes kendi arasında eşit olsun.

Bu satırları yazarken Ferguson , Missouri ’de geçen ağustos ayında üstünde silah olmadığı hâlde beyaz bir polis memuru tarafından sokak ortasında on iki kurşunla infaz edilen Michael Brown adında 18 yaşındaki siyah gencin hakkında jürinin verdiği karar halka açıklandı. Jüri polis memuru Darren Wilson ’u suçsuz bularak hakkında adli süreç başlatılmasını gereksiz gördü. Kararın hemen ardından Ferguson’da polis ve göstericiler arasında çatışmalar başladı. Günler öncesinden Missouri Eyalet Valisi’nin emri üzerine bizdeki jandarmanın muadili olan ulusal muhafızlar eyalet savcılığının etrafında göstericilere karşı konuşlandırılmıştı. ABD’deki egemenler ve iktidar, Başkan siyah olsa da ülkedeki siyah azınlığı hâlâ tehdit olarak görmeye devam ediyor. Görece olarak beyazlardan daha yoksul olan siyah azınlık yurttaşlık haklarının tümüne yasal olarak ulaşalı 50 yıl geçmiş olmasına rağmen ikinci sınıf yurttaş olarak yaşamaya devam ediyorlar. Cezaevlerinde yatanların çoğu 17-35 yaş arasındaki siyah genç erkekler. Bir siyahın araba kullanırken trafik polisi tarafından çevirmeye takılma olasılığı beyazlara oranla çok daha yüksek. Tarihsel olarak sürekli ayrımcılığa uğrayan kesimlerin iktidara ve iktidarın adaletine güvenmesini beklemek yersiz. ABD’deki politik tartışmalarda sürekli hayalî bir adaletten söz açan ve siyahların devlete güvenmeleri gerektiğinden söz eden tutucular bana fazlasıyla ülkemizde AKP’nin çakma açılımlarının propagandasını yapan medya zevatını hatırlatıyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, AK Parti grubundaki konuşmasında Dersim’i ziyareti sırasında Alevi gençlerle sohbetinin bir bölümünü anlattı. Bir de anlatılmayan kısım var.

Alevi gençler Başbakan’la görüşmek istiyorlar. Davutoğlu, gençlerin arasına oturup onları dinliyor.

“Bizi dışlamayın, bizi dışarıya itmeyin. Siz dışladıkça örgütler bizi yanlarına çekmek istiyorlar. Biz örgütlere yem olmak istemiyoruz. Bize sahip çıkın”

Başbakan daha sonra yakın çevresine bu konuşmadan ne kadar çok etkilendiğini anlatıyor.

KADEM’in Kadın ve Adalet Zirvesi’nde Tayyip Erdoğan Galataport üzerinden yargıya yüklendi: “Başbakanlığım döneminde Galataport’un ihalesini yaptık. İhaleden sonra yargı yürütmeyi durdurun kararı veriyor. İhale bitmiş, her şey bitmiş, siz 2 yıl sonra karar veriyorsunuz. Bu yatırımcı milyonlarca dolar harcamış. Ülkemde bu yargıya nasıl güveneceğim? 2 yıl geçiyor, böyle karar veriyor. Bu vatanperverlik midir? Sen bu projeyi engelliyorsun. Bunun benzeri birçok proje var. Birileri cüzdanı bir yerde unutmuş, vicdan da olmayınca, netice böyle oluyor.”

Erdoğan’ın cümleleri hakikati yansıtmıyor. Çünkü Galataport, 2005 yılından beri tartışılan, Mimarlar Odası ve Şehir Planlamacılar’ın karşı çıktığı bir proje. Aleyhte yargı kararları daha önceden de var. Galataport’u gerçekleştirebilmek için yetki Büyükşehir’den Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmişti. Buna rağmen, başta Danıştay 6. Dairesi’nin kararı olmak üzere, çeşitli engeller ortaya çıkınca, Kıyı Kanunu değiştirilmiş, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerin kullanımına ilişkin imar planını resen onaylayacak tek merci haline getirilmişti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümlerinin de söz konusu arazilerde uygulanamayacağı hususu kanunda yer almıştı. Ancak bu düzenlemelerden sonra ikinci ihale gerçekleşti; 16 Mayıs 2013 tarihinde Doğuş Grubu ihaleyi kazandı. (Hukuki engeller yüzünden, 2005 tarihli ihaleyi kazanan Sami Ofer grubu devre dışı kalmıştı.)

Angela Merkel, o narin bedeniyle dünyanın en büyük üçüncü ekonomisini yönetiyor. Almanya’nın ihracatı narin mi narin. Takriben 1.5 trilyon dolar; yani bizimkinin 9-10 katı kadar. Son yıllarda ABD ekonomisi daralırken, Almanya Merkel’in politikalarıyla sapasağlam durdu. Mıh gibi. Geçen yıl bütçe 270 milyar dolar fazlalık verdi.

Bizim ise fıtratımız farklı tabii. Nüfus neredeyse eşit olsa da Alman ekonomisinin beşte biri kadarız.

Aung San Suu Kyi, o narin bedeniyle bizde hiçbir siyasetçinin yapamadığını yaptı. Burma’da başlattığı demokrasi hareketiyle darbeci generalleri alt etti. Yıllarca pes etmedi. Kolay olmadı tabii. Suu Kyi, tam 21 yıl ev hapsinde yaşadı; çocuklarını göremedi; ailesinden, yoldaşlarından uzak kalarak cuntacıların bütün eziyetlerine katlandı.

Geleneksel aydınların kötücüllüğünün, yıkıcılığının nedenleri üzerinde yeniden düşünmemin ve bu yazıyı yazmamın nedeni: giderek derinleşen toplumsal çatışma ve cepheleşmeye eşlik eden nefret ve husumet söyleminin son zamanlarda özellikle aydın sayılan kesimlerden gelmesi; cepheleşme ve düşmanlaşmanın geleneksel aydınlar tarafından kışkırtılması...

Özellikle genç kuşaktan, hem sayısal hem de nitel üstünlükleri tartışılamayacak aydınları; bizim kuşaktan da ister Batıcı laik, ister muhafazakâr gerçek aydınları tenzih ederek söyleyeyim: Geleneksel Türk aydınının kötücül bir yanı var. Bunu ilk kez, Orhan Pamuk edebiyat Nobeli aldığında bir “entel bar”da toplanan ünlü yazar, çizer, sanatçı aydınlarımız Pamuk’u ağır ifadelerle eleştiren, kınayan, suçlayan 60-70 imzalı bir bildiri yayınladıklarında düşünmüştüm. Bildiriye imza koyanlar arasında sevip saydığım değerli sanatçılar, yazarlar, arkadaşlarım vardı. Üzülmüştüm, onlar adına utanmıştım, karışık duygular içinde kalmıştım.

Yazmak boynumun borcudur: Türkiye’den, Nobel’in tartışmasız adayı Yaşar Kemal Orhan Pamuk’u ilk kutlayanlar arasında yer almış, birilerinin provokasyon sorularını bu ödülü Pamuk’un hak ettiğini kesin şekilde söyleyerek karşılamış, mükemmel bir aydın kimliği sergilemişti.

Kavramları gerçek anlamları dışında ve yozlaştırarak kullanabilmek acaba bizim dilimizin kötü niyetlilere tanıdığı bir imkân mı, yoksa toplumsal genlerimizde ' Çatal dilli ' olmak gibi bir nitelik de mi var?

Şu ' Hizmet ' kavramını kullanarak insanların duygularını sömürenlerin yaptıklarına bir baksanıza... ' Hizmet 'i yabancı dile çevirdiğinizde bunun karşılığı olarak ' Servis ' kelimesi çıkar. Servisin türevlerinden biri de ' Servis sektörü ' değil midir?

Artık resmi yazışmalarda ' Servis sektörü ' yerine ' PDY/ PÖ ' kodu kullanılacakmış. Bunun açık yazılımı da ' Paralel Devlet Yapılanması/ Pensilvanya Örgütü ' şeklindeymiş.

Popüler İçerikler

Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''