Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ABD Başkanının Savunma Bakanını istifaya zorlaması ardında, Hagel'in Erdoğan ve Davutoğlu'nun da isteği olan Esad'ın devrilmesini IŞİD stratejisine dâhil etme ısrarı yatıyor.

Dün, İran’la nükleer müzakerelerin Haziran 2015 sonuna kadar uzatıldığının açıklanmasından kısa süre sonra ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’in istifa haberi geldi.

Başkan Barack Obama tarafından istifaya zorlanmıştı.

Kavga dönemlerinde olayın içinde olan, kendisini taraflardan birinin parçası olarak hissedenlerin nesnel olabilmeleri kolay değildir. AKP ile Hizmet arasındaki gerilim de iki tarafta aşırı bir öznelleşme üretmiş durumda. Zaman’da yazarken bir yazımda söylemiştim… Hangi taraf kendisiyle dolaylı da olsa yüzleşebilirse, o avantajlı olacaktı. Hükümet bunu becerdi. Bakanlar istifa etti. Kimse 17 Aralık dosyalarının tümüyle ‘palavra’ olduğunu söylemedi. Toplumun üçte ikisi ise ortada yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Ancak bu olgu terazinin kefesinde yer almasına karşın, AKP muhafazakâr kesimden yüksek oy almayı sürdürüyor, çünkü terazinin öteki kefesi de dolu. Hükümet bu gerilimde siyasi bir üstünlük yakalamış durumda ve bunun nedeni de Hizmet’in dolaylı bile olsa kendisiyle yüzleşmekten kaçınması.

Tayyip Erdoğan’a Amerika’yı keşfettiren kompleks bizim dünyamızda en azından Cemaleddin Afgani döneminden beri var. “Nasıl oldu da biz Müslümanlar, bu Hıristiyan kefere karşısında, bu zelil duruma düştük?”

Bu zihniyet, çoğu söyleminde, “emperyalizm” ve benzeri kavramlara sık sık başvurarak, Batı’nın hegemonik varlığına itiraz ettiği izlenimini verir. Ama bu doğru değildir. Kendi özlemleri, eleştirdiği Batı’dan daha az hegemonik değildir. Tersine, kızgınlığın asıl nedeni, hegemonyayı onlara kaptırmış olmaktır. Bu söylemin aslında söylemekte olduğu şey, aramakta olduğu şey, hegemonyasız, eşit bir dünya değildir; hegemonyayı bizim kurduğumuz dünyadır. Bizden, bizim dinimizden olmayan, bu zihniyete göre, olsa olsa “zimmî” olur, yani “zimmetimize” verildikleri için iyi bakmakla yükümlü olduğumuz, aslında bizden birkaç derece aşağı olan yaratıklar.

Davutoğlu’nun Dersim konuşmasını dinledim.

“Size ayıp edildi” itirafıyla başladı söze...

“Herkesin onurla, gururla farklılıklarını dile getirme zamanıdır” müjdesini verdi.

On yılların açtığı yaraları sara sara yürümeyi vaat etti.

Kardeşliğe vurgu yaptı.

Sonuç?

Cumhuriyet’in dünkü manşetinde özetlendiği gibi:

“Ümit bile veremedi.”

Nasıl ki Davutoğlu, 90 yılın hesabını bugünkü CHP yönetiminden soruyorsa, kendisinin sırtında da son 12 yılın yükü var. Dersim’de söylediği her güzel sözü, mazisi yalanlıyor.

Diyorum ya, bu fıtrat bize kıl sevgili okur. Kiminin fıtratında 1000 odalı saray, kiminin fıtratında elektriği kesilen deprem çadırı… Kiminin fıtratında işadamının önünde yerlerde yuvarlanmak, kiminin fıtratında oğlu katledilmiş bir anne olarak Başbakan tarafından meydanlarda yuhalatılmak var…

Hal böyleyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fıtratında da elbette şişinerek “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz; o fıtrata terstir” deme gücü bulunacak. Neye şaşırdınız vallahi anlamadım! Suçlu belli, fıtrat… Onu bulmalıyız di mi reyiz? Bak nasıl da anlamışım, fıtratımda var benim bu saflık vesselam!

Yeni Türkiye’nin yöneticilerinin en ifrit olduğu durum şantiyeye dönen ülkede herhangi bir inşaatın usule aykırı olduğu yahut tarihe, kent dokusuna, çevreye ve hatta cana halel getirdiği gerekçesiyle durdurulması.

Buna çok ama çok hiddetleniyorlar. Daha doğrusu hiddetleniyor. O. Yani eski başbakan, yeni cumhurbaşkanımız. Kendisinin en katlanamadığı şey elcağızlarıyla düzenlediği çarklarda en ufak dişlinin oynaması. Olmaz, olamaz, nayır.

Türkiye siyasi partiler çöplüğüne döndüyse, bunun müsebbibi darbelerdi.

1946’da çoğulcu demokrasiye geçildiğinde kurulan partilerle başlayan süreç, darbelerle akamete uğradığında, her defasında kurulan partilerle yeni bir başlangıç yapıldı.

Meselemiz memleketteki siyasi partilerin tarihini anlatmak değil. Ama siyasi parti isimleri önemli. Düşünün: bir parti kuracaksınız, büyük bir ihtimalle parti kurucuları ile bir araya geliyor ve elde kağıt kalem, “bu partiye hangi ismi versek” diye düşünüyorsunuz. İsim önemli. Hem gelecek tahayyülünüzü hem de neyi öncelediğinizi ve vaat ettiğinizi göstermiş olacaksınız.

Kemal Bey’in yine MİT’i tuttu.

Migren krizinin tutması gibi bir şey bu.

Baktı ki CHP’de istifalar birbiri ardına gelecek, parti karışıyor, başlıyor MİT’i suçlamaya.

Gerçi Rıza Türmen, ”Biz yeteri kadar karışığız zaten. MİT’e ihtiyaç var mı doğrusu bilmiyorum” dese de Kemal Bey ısrarlı.

Daha önce MİT yasası gündeme geldiğinde de CHP lideri benzer bir çıkış yapmıştı. Kılıçdaroğlu’nun elinde Pensilvanya’da hazırlanan bir dosya olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi ki zamanlaması da manidar. Tam anlamıyla “Zaman ayarlı” bir çıkış yaptı CHP lideri. MİT Yasası’nın Anayasa Mahkemesi’nde görüşüleceği bir sırada Kılıçdaroğlu, MİT’i hedef alan bu çıkışı yaptı. Şimdi merak ediyorum, bu kez elinde olan dosyayı kim hazırladı. Sahi Kemal Bey, elinizdeki dosyayı size kim verdi? Pensilvanya mı yoksa onun da amiri olan Amerika mı?

Yaklaşık bir yıl önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde karar çıktı. Bu kararın ardından geçen 12 ay, devletin bizimle nasıl dalga geçtiğinin öyküsü.

AİHM 12 Kasım 2013’te Türkiye’yi köy bombalamaktan suçlu buldu, öldürülen 38 kişinin yakınlarına toplam 2 milyon 310 bin 700 avro tazminat ödenmesine hükmetti. Köy 20 yıl önce bombalanmıştı. 20 yıldır hiçbir şey yapmayan savcılar), AİHM’in kararından birkaç ay sonra “zamanaşımından” takipsizlik kararı verdi, soruşturmayı kapattı.

Söylemez. Söylediğini düşünüyor ve bu düşüncenizi açıklıyorsanız Cumhurbaşkanı'na 'yalancı' demiş olursunuz.

Bu ifade bir hakarettir. TCK, bu suç için 299. maddesinde 1-4 yıl hapis cezası öngörüyor. Şayet bu suç benim gibi köşe yazarları tarafından, yani basın yoluyla işlenirse ceza üçte bir oranında artırılıyor. Yargıtay Ceza Dairesi bu suçu, toplumu referans alarak yorumluyor. 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' diğer hakaret suçlarından farklı olarak 'Onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu duygu ve düşünceleri sarsıcı fiil veya sıfatlar isnad veya izafe edilmesi' olarak tarif ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 'başı' olan ve tarafsızlık ve millî menfaatler konusunda şerefi üzerinde yemin etmiş bir cumhurbaşkanı hiç yalan söyler mi? Bu durumda 'söyler' diyorsanız, bu iddianızı basın yoluyla dile getirirseniz üçte bir oranında artırılmış 1-4 sene arası hapis cezasına, yani 5 yıl 4 ayı hapiste geçirmeye razı olursunuz.

Popüler İçerikler

Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!