Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türkiye ziyaretine dair biraz utangaçça da olsa atılan ‘Tarihi buluşma, büyük uzlaşma’ gibi manşetler bana bazı magazin haberlerini hatırlattı…

Hani magazin karakterlerinin evliliğinin iyi gitmediği dillere düşer, kavga-ayrılık haberleri ortalığı sarar, hatta çiftin birbirini aldattığı konuşulmaya başlar; derken çift birlikte yemeğe çıkar ve gazetecilere gülümseyerek o ‘kötü’ haberleri yalanlar, magazin sayfalarına da, ‘Mutluyuz, sorun yok’ diye haber yapılır ya, işte o tür haberleri hatırladım.

Biden’ın şakacı uslubu da bu tabloya pek uygun düştü doğrusu. Malum, sahte mutluluk gösterilerinde hep fazladan çaba harcanır.

Şimdi size Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden arasında dört saate yakın süren görüşmede IŞİD’e karşı mücadelenin Suriye sahasında neden Beşar Esad yüzünden anlaşamayıp, Irak sahasında neden anlaştıklarını anlatacağım.

Ama çoğunuz önce şu özür meselesini merak ediyorsunuzdur.

Malum, ekim başında Biden Amerika’da Harvard Üniversitesi’ndeki bir konferansta, Erdoğan’ın Suriye’deki radikal İslamcı gruplara desteğine dair sözler ettiği, sonra da açıp özür dilediği haber olmuştu. Hatırlayacaksınız, Erdoğan “Doğruysa, Biden benim için bitmiştir” demişti. Beyaz Saray da yazılı bir açıklama yaparak “özür” dilendiğini söylemişti.

Ancak bir süre sonra Biden, “Hayır, dilemedim” dedi. Bunu tam da 21-23 Kasım’da Türkiye’ye geleceği belli olduğu sırada söyledi. Siyaseten hassas kamuoyu ikiye bölündü.

AKP’nin dünya görüşünde insan değeri diye bir kavramın yeri yoktur. Geçen hafta açıklanan kimi istatistikler bu gerçeği bir kez daha ve kesin olarak kanıtlıyor.

Geçen hafta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, 2002’den bu yana iş kazalarında 13 bin 510 kişinin yaşamını yitirdiğini açıkladı. Buna göre her yıl ortalama 1126; günde de 3’ten çok insan çalıştığı sırada ölüyor. Bu ürkütücü istatistiğe, iş kazalarında ölenlerin sayısının yaklaşık üç katı dolayında yaralanan eklendiğinde ortaya akıl almaz bir insan kaybı çıkıyor. Nedeni açık; işçiler, işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından çok ilkel koşullarda çalıştırılıyor; üstelik ne sendikalaşma olanakları var; ne de kendilerini koruyan demokratik devletleri!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, dünkü Dersim ziyaretiyle, iktidarı devralırken vaat ettiği (ve çoğumuzun imkansız gördüğü) “restorasyon ” hamlesine başlamış bulunuyor.

Birkaç gün önceki Bağdat gezisi dış politika, Dersim gezisi ise iç siyasette bir “toparlama” hamlesidir.

Kimse açıkça çıkıp söylemese de, bu aslında Erdoğan döneminin kırıp döktüğü, küstürdüğü, ”öteki %50’yle” barışma girişimidir.

Ahmet Davutoğlu’nun Dersim’de yaptığı konuşmayı bu yüzden önemsiyorum.

Hayır, tabii ki ben de Alevilerin beklentilerinin sadece Dersim’de müze açmakla, Kürtlerin beklentilerinin 2-3 ağdalı cümleyle, gayri-Müslimlerin eşit vatandaşlık talebinin gasp edilen 3-5 vakıf arazisini geri vererek geçiştirilemeyeceğinin farkındayım.

EL Kaide tarihinde 11 Eylül saldırıları, Kenya ve Tanzanya’da Amerikan büyükelçiliklerinin eşzamanlı havaya uçurulması, Yemen’de USS Cole adlı Amerikan destroyerine bombalı saldırı gibi büyük eylemler var. Ayrıca Londra, Madrid, Bali bombalamalarının da bir şekilde El Kaide ile irtibatlı olduğu düşünülüyor. Buna karşılık (IŞ)İD bu tür küresel çapta yankı uyandıran eylemler düzenlemedi. Hatta iyi korunan (ya da korunduğu sanılan) Batılı hedeflere yönelik ciddi bir saldırısı yok. Ama (IŞ)İD El Kaide’den daha fazla biliniyor ve korku salıyor.

Neden? Bu noktada karşımıza, İngilizce “public relations” (halkla ilişkiler) tabirinin kısaltması olan PR kavramı çıkıyor. (IŞ)- İD’in, içinden çıkmış olduğu El Kaide’yi hızla sollamasında PR konusundaki mahareti belirleyici önemde.

Kudüs'teki şiddet olaylarının geri planında iki etken yatıyor: Hem Müslümanlar hem de Yahudilerin kutsal saydıkları Haremü Şerif'in mevcut durumunun değişmesi tehdidi ile Doğu Kudüs'te yaşayan Filistinlilerin statüsü.

Ortadoğu diplomasisindeki yaygın kanaat, Kudüs'ün teşkil ettiği meselenin çözümünün sona bırakılması yönündedir. Konunun hassasiyeti göz önüne alındığında, pek az kimse, bu çetrefilli alana adım atma cesareti gösteriyor. Oslo Barış Anlaşması'na (1993) giden süreçte, 'Önce Gazze [ve Eriha]' fikrinde mutabık kalınmış ve İsrail Eski Başbakanı Ariel Şaron, yeni bir siyasi gerçeklik yaratabilmek için Gazze'den çıkmayı tercih etmişti.

ABD Eski Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice bile Gazze ve bilhassa Refah Sınır Kapısı meseleleriyle ilgilenmek zorunda kalmıştı ki, bu derecede üst düzey bir siyasetçinin o seviyede bir diplomatik kararda yer alması alışılmış bir şey değildi. Gazze, dikkatle üzerine gidilerek çözülmesi gereken bir sorun elbette. Ancak bugün tanık olduğumuz olaylar, Kudüs Sorunu'nun bir kenara bırakılmasının da bir bedeli olduğunu gösteriyor.

 (*) Kanadalı akademisyen ve diplomat John Bell, Madrid'deki Toledo Uluslararası Barış Merkezi'nde (CITpax) Orta Doğu Programı Direktörü olarak görev yapıyor. Ortadoğu'daki siyasi ve toplumsal gelişmeler üzerine araştırmalar ve arabulucuk faaliyetleri yürüten Bell, aynı zamanda Toronto Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde misafir öğretim üyesi olarak ders veriyor

Kürt meselesi üzerine yürütülen Çözüm Süreci ve Alevi Açılımı, Türkiye için sadece içeriye dönük huzur arayışı ile sınırlı değildir. Sadece bölgesel çatışma alanlarını daraltma, kimlik eksenli krizlerin önünü alma ile de sınırlı değildir. Yüz yıldır Türkiye’ye ve bölgeye ihraç edilen çözme, ayrıştırma ve çatıştırmaya dönük geleneksel küresel müdahale rüzgarını tersine çevirmeye dönüktür.

Ortada esaslı bir mücadele var ve bu mücadele, yüzyıllık bir tarihin akışını değiştirmeyi amaçlıyor. Çünkü, ardı ardına gelen ayrıştırma ve çatıştırma dalgalarından kurtulmadıkça, bu rüzgarı tersine çevirmedikçe hiçbir ülkenin, hiçbir toplumun, hiçbir etnik çevrenin ya da mezhep mensubunun bu topraklarda huzur bulması mümkün olmayacak. Bu Türkiye için de böyle, coğrafyadaki bütün ülkeler için de böyle.

Tüm bakanlıkların el ele verip, din soslu muhafazakârlık pompalamasının son örneği Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan geldi. Bu bakanlık yememiş içmemiş, bir müdürlükle ortak “Eş Seçimi ve Evliliğe Hazırlık” konulu bir seminer planlamış.  Afişte yine dini referans:  “Kadın dört şeyi için nikâh edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun.”

Gençlik ve Spor Bakanlığı’na mı kaldı evlilik semineri düzenlemek?… Orada “Dindar eş seç” mesajları vermek? Ya da sen Diyanet İşleri Başkanlığı mısın, nasıl afiş bu? Bunlarla uğraşacağına gençliği zehirleyen bonzaiden kurtulmak için projeler geliştirsin.

Millet boşuna laik atak geçirmiyor.  Siz bu toplumu bayağı bayağı laiklik çizgisinden kaydırmaya başladınız.  Tek endişeli kesim endişeli modernler değil, haberiniz olsun.  Sizden olmayan herkes endişeli. Onlar da aşağı yukarı sizin kadar ediyor; toplama- çıkarmanız var, biliyorsunuz.  Acık yavaş olun. E mi?…

Geçen hafta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu partisinin içinde bulunduğu durumdan MİT'i sorumlu tutmuş ve şöyle konuşmuştu:

' **MİT'in içinde bir grubun sadece CHP için görevlendirildiğini biliyoruz. CHP'de karışıklık çıkarmak ve daha bir sürü başka şey için yapıldı bu görevlendirme.'

Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerini ciddiye almayanlar çoğunluktaydı.

Örneğin CHP milletvekili Rıza Türmen partisinin Genel Başkanı'nın bu sözlerini ' Biz zaten yeteri kadar karışığız. MİT'e ihtiyaç var mı bilmiyorum ' diyerek yorumlamıştı...

Bu sözleri ciddiye alanlardan olan Kurtuluş Tayiz ise Akşam'daki köşesinde olaya şöyle bakıyordu: Kaset komplosu ' **Kuşkusuz CHP'ye yönelik bir istihbarat operasyonundan bahsedilebilir; ancak bu operasyon dört yıl önce Baykal'a kaset komplosuyla Cemaat'e bağlı istihbaratçı polisler tarafından gerçekleştirildi.

Agos Gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde gazetenin önünde alçakça işlenen bir cinayetle hayatını kaybetmesinin üzerinden akıp geçen yılların yargıya etkisizliğini bir yana koyalım…

Resmi Gazetenin 12.11.2014 tarihli ve 29173 sayılı nüshasında yayımlanan Anayasa Mahkemesinin Hrant Dink hakkındaki Birinci Bölüm Kararına bir de “esas” yönünden bakalım.

Adalet Bakanlığı Başvurucuların iddialarına karşı görüşünü bildirirken soruşturmanın etkililiği bakımından AİHM kararından sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin kaydedildiği belirtilmiştir. Ne gibi bir gelişme varsa…

Aslında bir arpa boyu yol alınmıştır ama daha yol bitmemiştir ve bitecek gibi de değildir.

Popüler İçerikler

Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı