Kudüs'teki şiddet olaylarının geri planında iki etken yatıyor: Hem Müslümanlar hem de Yahudilerin kutsal saydıkları Haremü Şerif'in mevcut durumunun değişmesi tehdidi ile Doğu Kudüs'te yaşayan Filistinlilerin statüsü.
Ortadoğu diplomasisindeki yaygın kanaat, Kudüs'ün teşkil ettiği meselenin çözümünün sona bırakılması yönündedir. Konunun hassasiyeti göz önüne alındığında, pek az kimse, bu çetrefilli alana adım atma cesareti gösteriyor. Oslo Barış Anlaşması'na (1993) giden süreçte, 'Önce Gazze [ve Eriha]' fikrinde mutabık kalınmış ve İsrail Eski Başbakanı Ariel Şaron, yeni bir siyasi gerçeklik yaratabilmek için Gazze'den çıkmayı tercih etmişti.
ABD Eski Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice bile Gazze ve bilhassa Refah Sınır Kapısı meseleleriyle ilgilenmek zorunda kalmıştı ki, bu derecede üst düzey bir siyasetçinin o seviyede bir diplomatik kararda yer alması alışılmış bir şey değildi. Gazze, dikkatle üzerine gidilerek çözülmesi gereken bir sorun elbette. Ancak bugün tanık olduğumuz olaylar, Kudüs Sorunu'nun bir kenara bırakılmasının da bir bedeli olduğunu gösteriyor.
(*) Kanadalı akademisyen ve diplomat John Bell, Madrid'deki Toledo Uluslararası Barış Merkezi'nde (CITpax) Orta Doğu Programı Direktörü olarak görev yapıyor. Ortadoğu'daki siyasi ve toplumsal gelişmeler üzerine araştırmalar ve arabulucuk faaliyetleri yürüten Bell, aynı zamanda Toronto Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde misafir öğretim üyesi olarak ders veriyor