Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dikkatinizi çekti mi?

Soma ile Ermenek...

İktidarın, iki maden faciasına takındığı tutumlar arasında belirgin fark var.

18 işçiden ikisinin cenazesinin çıkarıldığı, 16’sına ise iki haftadır ulaşılamayan Ermenek ile 301 işçinin yanarak öldüğü Soma’ya karşı gösterilen tepki birbirine benzemiyor.

Ermenek’te, iş güvenliği önlemini almadığı için meydana gelen su baskınına büyük bir pişkinlikle “doğal afet” diyen maden sahibinin cevabını, herkesten önce Enerji Bakanı Yıldız verdi mesela:

“Kusura bakmasınlar doğal afet değil.”

Hükümete yakın medya deseniz, ilk günden itibaren, Has Şekerler firması aleyhine yayın yaptı.

Oysa Alp Gürkan ’ın Soma Holding’ine, iktidardan kimse laf etmeye kıyamamıştı.

- Eskiden Atatürk’ün aleyhinde konuşanların, “müthiş cesaretli şahıslar” olduğunu düşünürdüm.

- Artık Atatürk’ün lehinde konuşanların, “müthiş cesaretli şahıslar” olduğunu düşünüyorum.

- Eskiden Atatürk’ün süper şık kıyafetlerine bakarken… İçimden “ama şık kıyafetler giyilirken millet yoksul ve perişan idi” cümlesini geçirirdim.

- Uçakları, sarayları falan görünce… Artık geçirmiyorum.

- Eskiden “Atam sen kalk da ben yatam” edebiyatıyla kafa bulurdum.

- Artık “Benim atam Erdoğan’dır” diyenlerle kafa buluyorum.

Hükümetin PKK lideri Abdullah Öcalan’dan beklediği “mutlak eylemsizlik” çağrısı iki aydır gelmeyince, üstelik 6-7 Ekim gibi 40 kişinin öldürüldüğü olaylar yaşanınca, temas kesilmişti; HDP’liler on günden fazladır “randevu istedikleri halde” hükümetle temas kuramamaktan yakınıyorlardı.

Yine 8 Kasım’da duyurduğumuz “Kürt çözümü yol haritası taslağının” tehlikeye girmesinden endişe ediyorlardı.

Dün bu konuyu hükümetin etkili bir üyesine sordum.

Tıpkı HDP’liler gibi o da isminin kullanılmasını istemedi, ama şunları söyledi:“Sürece dair negatif bir mesaj vermek istemiyorum. Ama bu kadar şiddet yaşanıyorken, 40 kişinin ölümüne yol açmış çağrılar ortadayken, hiç bir şey olmamış gibi yolumuza devam edemeyiz. Oyun oynamıyoruz. Süreç devam ediyor ama, adım atılması için şiddetin durması lazım.

SEKİZ Kasım 2014 tarihini bir kenara kaydedin. 2014 yılının Kasım ayının ilk haftası Cumartesi günü Nevşehir’de Hacıbektaş’ta “sessiz sedasız” tarihi bir gün yaşandı. Evvelsi gün, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Aleviliğin ser-çeşmesi olan Hacıbektaş’taydı.

Durun. Yerinizden zıplamayın hemen.

Biliyorum diyeceksiniz ki, “Hacıbektaş’a Süleyman Demirel’den Devlet Bahçeli’ye kadar gelmeyen mi kaldı, bunun neresi tarihi bir günmüş?”

Aynı yanılsama içinde ben de aynı tepkiyi verdim.

Öyle ya... Başbakan Yardımcılığı görevindeyken Bekir Bozdağ’ın saldırıya uğradığı yer burası değil miydi? Hem de bir yıl önce.

Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yıldönümü, 9 Kasım’da Almanya’nın başkentinde ve diğer şehirlerinde kutlandı. Bu yıldönümü sadece Almanya’yı ilgilendirmez. Avrupa değil, dünya çapında bile yakın geçmişte bunun kadar tarihî ve simgesel nitelik taşıyan bir olay bulmak zordur. 1961 senesinde Duvar örüldüğünden beri, ikiye bölünmüş Berlin, dünyanın kutuplaşmasının en çarpıcı göstergesiydi. Eğer 1989 ve 1991 seneleri arasında çeşitli gelişmeler sonucu olan Soğuk Savaş’ın sonunu bir tarihe bağlamak istersek, bu tarih 9 Kasım 1989’dan başka olamaz. Ayrıca bu savaşın en büyük kurbanı olan Almanya’nın bölünmesinin sonlandırılması ve birkaç sene sonra Berlin’in yeniden başkent unvanına kavuşturulmasına yol açan gelişmeler, Avrupa’ya eski metropolünden birisini yeniden kazandırdı. Berlin bugünlerde galiba Avrupa’nın en renkli ve en kozmopolit şehridir.

ÇÖZÜM sürecinde belli bir tıkanmanın yaşandığı muhakkak. Eğer samimi olarak sürecin yoluna devam etmesini ve Türkiye’deki “tüm sorunların anası” olan Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözmek istiyorsak, yaşanan sıkıntıları ve bunların kaynağını saptamamız, yani gerçekleri görüp onlarla yüzleşmemiz şart. Gelinen noktada şu gerçeklerle baş başa kaldığımızı düşünüyorum:

Hükümet çevreleri sürecin başından itibaren İmralı ile Kürt siyasi hareketinin (KSH) diğer kolları arasında fark olduğunu savundu ve artıları Öcalan’a, eksileri diğerlerine yazdı. Öyle ki PKK ve BDP/HDP’nin, bazı dış güçlerin etkisiyle liderlerine komplo kurmaya kalktıklarını bile ileri sürdüler.

Berlin Duvarı'nın, gelecek nesiller ve turistler için restore edilmesi, bazı kesimleri duvarın Disneyland’e benzer bir cazibe merkezine dönüşeceği yönünde endişelendiriyor. Öte yandan, tüm bu kaygıların ortasında, Batı Almanya-Çekoslavakya sınırında sivillerin oluşturduğu 'dua duvarı'nın hâlâ yıkılmadığı gerçeği gözümüzden kaçıyor.

Disneyland, pek çok Avrupalı için sıradan bir eğlence parkı olmanın ötesinde bir anlam taşıyor. Bu kesim Disneyland'ı, geçmişi yeniden oluşturmaya ya da hatırlamaya yönelik abartılı çabaları küçümseyen bir küfür gibi kullanıyor. Almanya, 9 Kasım 2014'te Berlin Duvarı'nın yıkılışı ve beraberinde Demir Perde'nin de kesin şekilde yerle bir oluşunun 25. yıldönümünü kutladı. Almanlar, sınırın ortadan kalktığı günü anarken, haklı ancak bir o kadar da öngörüsü zayıf Disneyland sövgüleri de yeniden piyasaya çıktı.

( *)  Dartmouth College Öğretim Üyesi. Alman Çalışmaları alanında ders veren Komska, Soğuk Savaş döneminde Atlantik ötesi kültürü ve medyası üzerine yoğunlaşıyor.

Askerlik mesleğini sevmem. Öldürmenin mesleği gibi gelir bana. Nasıl tarif ederseniz edin, soğuktur. 12 Eylül daha dün… Çocuktum. Bugün o darbenin sonuçlarını yaşıyoruz. Garip olan; darbe sahibi askerler de şikâyetçi bugünün ikliminden. Oysa toplumu olağan akışına bıraksalardı, yolunu bulacak ve muhtemelen daha aydınlık bir memlekette yaşayacaktık. Neyse, konu bu değil.

Bir sabah kalktık, siyasi ve karmaşık davalarla toplumun esir alındığını gördük. Hikâye güzel, kurgu başarılıydı. Bu ülkede faili meçhul (bence belli) cinayetler hep vardı, doğal olarak derin devlette. Bu ülkede darbeler hep oldu, dolayısıyla darbecilerde! Derin devlet açığa çıkıyor, bağırsakları temizliyoruz ve darbecileri ilk kez yargılıyoruz, diye bir patırtı koptu.

İtiraz etsen darbeci oluyorsun, çıtın çıksa derin devletin adamı ilan ediyorlar. Öyle günler…

Eski kabuğundan sıyrılmaya çalışan Türkiye'nin önüne karakteristik birkaç yapısal/zihni sorun dikiliyor.

İlki eski devlet aygıtı ile reformları gerçekleştirmeye çalışmanın çelişkisi... Bir yandan eski rejime ayarlı devleti reformdan geçirirken, bu reformları yapmak ve uygulamak için o dev aygıtla çalışma mecburiyeti var.

Hükümet olmayı devlete hakim olmakla eş tutmak ülkemizde bir yanılgı. Örneğin kanun yapmanın ve uygulamanın sadece Meclis uhdesinde olduğu düşünülür. Oysa olay daha karmaşıktır. Kanunların altyapısı hazırlanırken bürokrasi ile eşgüdümlü çalışılır ve önce buradaki zihniyetle boğuşmak gerekir. Atanmış bürokratların eğilimi risk almama, ideolojik davranma ve devleti koruma şeklinde tezahür edebilmektedir. Hancı bürokrat, siyasetçiye yolcu muamelesi yapabilmektedir.

Bu nedenle AK Parti göreve geldiğinden itibaren bürokratik işlemleri azaltmaya öncelik verdi.

Statüko ile mücadele...

Nihayet anladım. Hakkında otoriterleşme ithamları olan bir insan neden dev gibi bir saray yaptırır çözmek zordu.

Hele o sarayda merdivenlerin önünde neden tek başına o fotoğrafı çektirir? Neden durduk yere Orta Asya’daki akraba devletlerin kötü şöhretli başkanlarını andıran bir poz verir?

Memlekete itibar kazandıracağı iddiasıyla namlı diktatör karikatürlerine layık bir binada neden bu kadar ısrar eder?

Zamanında binanın inşaatını durduran mahkeme kararına neden “Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım” diye oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi tepki verir?

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!