Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ABD’nin Irak-Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı operasyon için ittifak arayışı ‘Suriye silahlı örgütler borsası’nı hareketlendirdi. Borsa diyorum çünkü aktörlerin yarınını görmek o kadar kolay değil. Amerikan operasyonlarına karadan eşlik edecek gruplara silah ve para verme planı ‘devrim’ borsasında ‘boğa’ etkisi yapıyor. Kobani savunmasıyla kıtalardan kıtalara sempati toplayan Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) özel durumu bir yana hemen yelkeni şişenler kendilerini ‘ılımlı’ diye piyasaya sürenler oldu. Bunların başında ABD’nin daha önce silahlandırdığı Suriye Devrimci Cephesi ile Hareket Hazm geliyor. Silah gelecek ve cihadi selefiler karşısında eriyen ılımlılar palazlanacak; eğit-donat etkisi!

Kurgu olduğu başından beri belliydi. Ama hepiniz sessiz kaldınız! Sana konuşuyoruz ey siyasetçi, ey köşe yazarı, emekli komutan, ey ak saçlı devlet büyüğü. Hepiniz bile bile lades demediniz mi o düzmece belgelere? Hepimiz biliyoruz ki Balyoz davasının yeniden görülmesi, ”normalleşme” değil, ”güç dengelerinin değişmesiyle” ilgili... 17 Aralık sonrası Gülen cemaati ve iktidar arasında bir kavga başlamasaydı, böyle bir dava olmayacak, o subaylar cezaevinde çürümeye terk edilecekti.

Ve hepimiz biliyoruz ki bu davanın yeniden görülmeye başlaması, Türkiye’de hukukun bir utanç vesikası haline geldiği gerçeğini değiştirmeyecek. Zamanında güç dengesini kollama adına bu ülkenin savcısı da, yargıcı da, medyası ve siyasetçisi de bu dehşetengiz kumpasa suspus kaldı.

Bilin ki dün güce tapınma adına dilsiz şeytanı oynayan, yarın da aynısını yapar.

Mesut Yeğen birlikte katıldığımız bir televizyon programında 'Kürtler için Rojava ne ifade ediyor' sorusuna dikkat çekici bir yanıt veriyordu:

'Rojava meselesi Kürtler üzerindeki etkisi açısından dinamik bir seyir izledi. Haleti ruhiye zaman içinde değişti. Başlangıçta Suriye'de doğan bir otorite boşluğunda o alana yerleşen PYD meselesi vardı. Ancak zaman içinde IŞİD'in saldırıları ve Kobane'nin simge hale gelmesiyle, Rojava 'Kürtlük tahayyülünün stratejik noktalarından birisi' oldu.... IŞİD tehlikesi Kürtler için bir güvenlik ihtiyacını, bu çerçevede bir devlet arayışı duygusunu besledi. Farklı Kürt grupların yaşadığı, farklı ülkelere dağılmış ortak Kürt alanı biraz daha aktive oldu. Çekişen, alan denetimi mücadelesi veren Kürt gruplar arası bir dayanışma ve yakınlaşma halini yarattı...'

HDP Parti Meclisi üyesi Ahmet Karataş’ın boğazı kesildi.”

Politik gündem haberlerinde bu noktadayız.

Ülkenin başkentinde, siyasetin kalbinde, bir politikacıya güpegündüz bir saldırı yapılıyor. Erzurumlu bir genç, Kürtlerin en güçlü siyasi hareketinin il merkezi binasında, “ boğaz kesiyor ”.

Çok sembolik bir saldırı bu; bir de üzerine konuyla ilgili haberlerde, “ saldırının siyasi amaçla yapılıp yapılmadığı henüz bilinmiyor ” denmiyor mu?

Haberlerde, “ haber ” olmadığını biliyoruz elbet ama bu kadarı da komik oluyor.

Bir de, uçakta HDP lideri Selahattin Demirtaş ’a, “ laf atan duyarlı Müslüman Kürt ” hadisesi var.

Karataş’a bıçaklı, Demirtaş’a sözlü saldırıda son derece tanıdık bir şeyler var.

Bir “ hesap sorma ” tavrı. “ Hesap sorma ” kavramını da, son haftalarda, Erdoğan’ın konuşmalarında sık sık duyuyoruz.

Gene Erdoğan , HDP’ye atfen, “ Sabrımızın sınırı aşılırsa olabilecekleri aklımın ucundan bile geçirmek istemiyorum ” diyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esenler’de sigara içen gençlere ayar verdikten sonra “Necip Fazıl Ödülleri” için düzenlenen törene gitti. Oysa Necip Fazıl denilince… Akla gelenlerden biri de sigaradır. Sigaranın zararlarına karşı oluşan bilincin bu denli gelişmediği zamanlarda yaşasa da… Necip Fazıl iflah olmaz bir sigara tiryakisiydi.

Necip Fazıl der ki: “Şu iki şeyi çok merak ediyorum… BİR: Nasıl oluyor da uyurken canım sigara istemiyor. İKİ: Öldüğümde sigarasız ne yapacağım?”

… Sağlığa verdiği büyük zarar nedeniyle sigara içmeyi bırakır mıydı? Yoksa… Tumturaklı sözler ve etkileyici metaforlarla sigarayı da bir direniş ve muhalefet malzemesi haline getirir miydi? Necip Fazıl’ı azıcık tanıyorsam… İkincisini yapardı gibi geliyor bana.

Evindeki ayakkabı kutularından 4.5 milyon dolar çıkan Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, ifadeye gitmedi

Halkbank yönetimi dün “hesap vermek” üzere, altı saat Meclis huzurundaydı. Bir KİT olan bankanın 2011 ve 2012 yılı hesaplarının görüşüldü KİT Komisyonu’nda.

Toplantıya, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunda evindeki ayakkabı kutularından 4.5 milyon dolar nakit para çıkan eski Genel Müdür Süleyman Aslan da “davet” liydi. Adetti. KİT Komisyonu’nda hele bir kamu bankasının hesapları görüşülüyorsa önceki genel müdürler de davet edilir ve genellikle gelirlerdi.

Ancak sabah 10.30’da komisyon toplantısını açan Başkan Hasan Fehmi Kınay , Süleyman Aslan’ın “sağlık” sebebiyle gelemeyeceğini bildirdi. Tıpkı 301 işçinin yerin altında yanarak yaşamını yitirdiği Soma’daki Soma Holding’in patronu Alp Gürkan gibi.

Yeni Ortadoğu için, İran ve Şiiler ile Kürtlerin daha ön planda olacağını ve bunun da ortamı daha karmaşık hâle getireceğini net bir şekilde söyleyebiliriz. Eski ittifaklar (ve çatışmalar) devam etse bile, geçmişteki kadar açık olmayacaktır.

'Savaş, her şeyin babasıdır' der, Yunanlı filozof Heraklitos. Günümüz Avrupa'sının postmodern dünya görüşünde bu tür fikirlere artık yer yokmuş gibi görünse de, Ortadoğu'da (özellikle de Irak ve Suriye'de) yaşanan kanlı, hatta barbarca olaylar düşünüldüğünde, insan bu söze katılmadan edemiyor.

(*) 1998-2005 yıllarında Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Yaklaşık 20 yıl boyunca Alman Yeşiller Partisi'ne liderlik etti.

Kimler diyecek?

Ya da kim ‘bu yaptığımız ihanettir” demeli?

Sizce “desinler mi” yoksa “desin mi”?

Tırnak içine alarak başlığa çektiğim bu açık çağrıyı salı günkü AK Parti Meclis Grubu Toplantısı’nda konuşan Başbakan Davutoğlu yaptı.

Dünkü gazetelerin çoğu Başbakan Davutoğlu’nun AK Parti Meclis Grubu’ndaki bir saatlik konuşmasını bu başlıkla haberleştirdiler.

Adı üstünde bir saatlik bir konuşmadan bahsediyoruz...

Davutoğlu, 6-7 Ekim’de yaşattıkları vahşetle, yaptıkları vandalizmle, katliamla sadece ‘çözüm sürecine’ değil ‘demokrasiye’ de ‘ihanet’ ettiklerinin altını çizdi.

Katılmamak mümkün mü?

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi geçtiğimiz günlerde acı bilançoyu yayınladı. Yayınlanan rakamlara göre, AKP’nin 12 yılı 14 bin 455 işçiye mezar olmuş durumda. 2003 yılında ölen işçilerin sayısı 811 iken 2014 yılının ilk 10 ayında bu dehşet rakam 1600’e çıkıyor.

14.500… yani neredeyse İstanbul’un Adalar ilçesine denk bir nüfusu yitirdik. Daha bilmediğimiz kayıtdışı olarak çalışan ve kayıtlara geçmeden ölen nice işçinin olduğunu da biliyoruz.

Ölüm çukurlarına dönüştürülmüş, işyeri değil adeta can pazarından ibaret madenlerin önünde yankılanan feryatları duyuyoruz; “Çalışmak zorundayım!”, “Başka bir iş var mı ki çalışayım!” gibi. Lakin içlerinden biri dikkatlerimizden kaçmamalı: “Borçlarım var çalışmam lazım!.”

Hoca Ahmed Yesevî, Divan-i Hikmet'inde söze, gariplerin fakirlerin halini sorarak başlar.

Gösterdiği yolun özü 'garip, yetim ve fakirler'in gönlünü almak, kibirli insanlardan kaçmaktır. 'Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol/ Öyle mazlum yolda kalsa yoldaş ol' diye söze devam ederken, örnek alınacak öyle bir Peygamber portresi çizer ki şaşıp kalırsınız: 'Resûl Mirac'a çıkar' ve dönüşte ilk sözü fakirlerin halini sormaktır.

Hazret-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî (1093-1166) çok geniş bir coğrafyada, buzul çağından sonra arzın ısınması gibi, gümrah bir geleneği başlatan isimdir. Bugün sahip olduğumuz iyi ve güzel şeylere bakıp, 'geçmişimizde en büyük hak sahibi kimdir?' diye sorarsanız, hiç tereddüt etmeden bu ismi verebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler