Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Kendisini tarihe nakşetmenin başka başka yollarını düşünüyorsa da Recep Tayyip Erdoğan, başbakan olduğu dönemde yaşanan Soma katliamının ardından madenciliğin fıtratına dair yaptığı konuşmayla planladıklarının birçoğundan daha uzun hatırlanacak. Yıllarca birikmesine açıkça izin verilmiş suda mahsur kalan madencilerden hâlâ ulaşamadığımız varken, Ermenek Cumhuriyet Başsavcılığı'nın önraporu kolektif bir ihmali işaret ediyorken, inatla hükümetin mesuliyetini üstlenmesini isteyenler o suda boşa mı kürek çekiyor acaba?

Muhtelif açıdan hükümeti temsiliyetini tartışamayacağımız Burhan Kuzu geçen hafta, kimi zaman başkaları adına açılmış bir parodi hesabını andıran ama gayet şahsi Twitter hesabından şöyle yazdı: 'İş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada altıncı sıradaymışız. Diyelim ki doğru; bu vahim tablodan sadece Hükümeti sorumlu tutmak adil olurmu?' Diyelim ki doğru... Görünen o ki istatistiklere ikna etmek için dahi gayret gerekiyor.

Son dönemde Cumhurbaşkanının oturacağı yer ile seyahatlerinde kullanacağı uçağa ilişkin yapılan harcama kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Tartışmanın olması çok sağlıklı; vergi ödeyen yurttaşların, nereye ve ne kadar, nasıl harcandığını sormak haklarıdır. Bu, nihayetinde demokratik bir hak, bütçe hakkıdır.

İktisat politikası, kaynakların nereye harcanacağına dair politik tercihleri ve kararları içerir. Nereye, kime, ne kadar harcanacak? Tüm bu sorulara yanıt verirken de, alacağınız yanıtın akıl ve sağduyu ile toplumsal faydanın ne olacağına yanıt vermesi beklenir.

Ortadoğu’da otoriter yönetim hüküm sürüyor diye liberal müdahalecilikle dışarıdan rejim dayatma çabalarının enkaza çevirdiği bir memleket üzerine daha ne kadar kara komedi oynanacak bilen yok. Bilinen, kendi yarattıkları hayaller üzerinden insanların gırtlak gırtlağa gelmesinin vebalinin kimlerin boynuna olduğu…

Bu hikâyede siyasi hırsların tetiklediği yalan dolanın haddi hesabı yok. Irak işgalcisi Neocon Bush yönetiminin icadı olan ‘dostlar grubu’ mekanizması, sayısız ateşkes, Cenevre1 ve Cenevre2, bu arada da adım adım görünür olan Körfez’in Vahhabi/ Selefi ideologlarının eğitip donattığı çeşit çeşit cihatçı grupları gördük. Nihayet IŞİD’e ulaştık. Neler olup bittiğini anlamak pek çokları için zaman aldı. Eh, iki sene önce Türkiye sınırının burnunun dibindeki Azaz’a giden muhabirlerin “Evet şimdi Halep’ten bildiriyoruz..” haberlerini işittiklerinden, normal sayılmalı. Bir ülke savaşa teslim olurken barışı konuşmak, aramak değil ama sallamak bedavaydı!

Önce AK Parti'nin Afyon kampından bir enstantane aktarmak istiyorum.

Bu kez değişik bir yöntem izlendi. Üç konu hakkında bakanlarla milletvekilleri bir araya geldi.

Moderatörlük sistemi uygulandı.

1-Dış politika- Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay'ın moderatörlüğünde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve AB Bakanı Volkan Bozkır'ın katılımı ile ele alındı.

2-Ekonomi-Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Muş'un başkanlığında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin katılımı ile yapıldı.

3-'Çözüm süreci, iç güvenlik ve hukuk' konulu toplantı ise Beşir Atalay'ın moderatörlüğünde Başbakan Yardımcıları Yalçın Akdoğan, Bülent Arınç, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın katılımı ile gerçekleştirildi.

Bir an Erdoğan cumhurbaşkanı olunca değişir diye endişelenmiştik, itiraf edelim. Ya taç giyen baş akıllansaydı? Ya etrafına ördürdüğü sarayında sesi duvarlara çarparak duyulmaz olup boğuklaşsaydı? Kendisine kendisi gibi olduğu için oy veren milleti unutup da devletin zirvesine çıktım diye bürokratik devlete teslim olsaydı?

Hayır, öyle yapmadı. Erdoğan hâlâ bildiğimiz Erdoğan. Daha evvel “Bu ülkenin başbakanına yuh çekersen tokadı yersin” diyordu. Yeni unvanıyla da farklı bir şey söylemiyor. Esenler’de kendisini alkışlamayıp da sigara içen gence “Terbiyesiz herif, Cumhurbaşkanı söylüyor, o hâlâ içmeye devam ediyor!” diye çıkışıyor. Arkasında bir devlet erkânı... Belki az da olsa bir ağırbaşlılık var aslında. Danışmanına tekmeletip kendisi yumruklamıyor mesela.

AYSEL Tuğluk, çağdaş ulu-solcu aydınlara yaklaşan gericiliğe karşı birlik olalım çağrısını ilk yaptığında takvimler 2008 yılını gösteriyordu. “Cumhuriyet’in savunucuları olduklarını iddia edenler gerçekten samimilerse Kürtlerle hesaplaşmaktan vazgeçip kendileriyle hesaplaşacağı aşikâr gerici güçlere karşı Kürtlerin desteğini aramalıdır” dedikten sonra dindarlara karşı bir Kemalist ulusalcı-Kürtçü cephe oluşturma ihtiyacının gerekliliğinden bahsediyordu. O gün bugündür AK Parti’yi “Önce Kürt meseleni çöz” diye azarlayan, çözüm süreci başlayınca “Demokrasi olmadan barış olmaz” diye ayak direyen, Kandil’e gidip “Ne aldınız da silah bıraktınız” diye kışkırtan bir Türk solundan dönme liberal şımarıklığını idrak ediyoruz.

Yoksulluk en büyük zulümdür. Bütün dinlerin, ideolojilerin ve siyasetlerin altında yoksulluğun yok edilmesi yatar. Yoksulluk denen bu belayı kolektif şekilde ortadan kaldırmak isteyen toplumcu yaklaşımlar en cazip ideolojilere, dinlere, siyasetlere dönüşür. İslam 'ın gitgide daha fazla ilgi görmesinin altında bin bir neden vardır. Ama onların başında ' komşusu açken tok yatan bizden değildir ' sözü gelir.

Maden kazaları oluyor. İnşaat kazaları oluyor. Tersane kazaları oluyor. Bunu yaratan iki neden var. Birincisi ilgisizlik. Bir o kadar da bilgisizlik. Onun altında da bir başka neden yatıyor. Türkiye, yüz yıldır, elifi elifine yüz yıldır, sermaye biriktirmeye çalışıyor. Buna ' ilkel sermaye birikimi' deniyor. O sermaye olmadan zenginleşemiyor toplumlar. Bugün ' vahşi kapitalizm' denen yaklaşımın ağababası o sermayeyi elde etmek için her şeyi göze alan (ve her şeye göz yuman) yaklaşımdı.

Kömür madenciliğinin olduğu yerde, rüşvetin yaygın olması da muhtemel. Hükümetler, son derece kârlı olan fosil yakıt arama ve çıkarma işiyle ilgili sözleşmeleri açık ihale usûlüyle, adil ve şeffaf bir şekilde gerçekleştirmek yerine, hangi şirketlerle sözleşme yapılacağının kararını genellikle bakanlarına bırakıyor.

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) kurucularından Juan Pablo Perez Alfonso, bir keresinde dünyadaki fosil yakıt kullanımı için 'şeytanın pisliğinde boğulmak' tabirini kullanmıştı. Alfonso'nun, yolsuzluğa son derece açık olan fosil yakıt sektörünün bizleri 'perişan edeceği' yönündeki öngörüsünde kesinlikle doğruluk payı var. Aslına bakılırsa, dünya basınında sürekli manşetlere taşınan kömür ile ilgili yolsuzluk haberleri, madencilik endüstrisinde 'yasadışılık' ile 'usûlsüzlük' arasındaki o karanlık alana ışık tutuyor.

(*) Marina Lou, Greenpeace International hukuk danışmanı. Uzmanlık alanı, finans piyasaları düzenlemeleridir.

Ankara’nın Kobani politikasını protesto amacıyla gerçekleştirilen 6-7 Ekim eylemlerinin ve buna karşılık gelişen güvenlikçi yaklaşımların örselediği çözüm süreci sıkıntılı bir dönemden geçiyor.

Süreç, yaşaması için bir süre yoğun bakımda kalması gereken hasta gibi.

Hükümetin, “Süreçte kararlıyız, irademiz tam” açıklamasının bir başka versiyonu HDP cephesinden yineleniyor. Ancak bu açıklamalar, acı gerçeklerin duvarına çarpıp çarpıp geri geliyor.

1 Kasım’daki gösterilerin sükunet içinde geçmesi, ne dört askerin sokak ortasında şehit edilmesini ne de Siirt’teki sekiz ölümü unutturmuyor.

Kandil, “Biz yapmadık” derken, siyasi kanattan yansıtılan bilgiler, Abdullah Öcalan’ın, “Asayiş olayları dursun” talimatının örgüt yönetimce dikkate alındığı yönünde.

Kandil’in, askerlere dönük saldırılar için, “Kontrol edilemeyen bir zemin var, merkezden böyle bir talimatımız yok” dediği ısrarla vurgulanıyor.

Türkiye gibi bir ülkede Erdoğan’dan sonra başbakan olarak görev yapmak pek kolay bir iş değildir elbet.

Yıllar boyunca gerek AKP tabanının gerekse AKP’ye muhalif olan kesimlerin karşılarında duran, her daim agresif ve kızgın bir lider hakkında bazı alışkanlıkları ve refleksleri oluşmuştur mutlaka.

Fakat bu böyle devam etmek zorunda mıdır?

Davutoğlu, Erdoğan taklidi yapmak mecburiyetinde midir?

Yıllar boyunca Dışişleri bakanlığı yapmış, uluslararası alanda pek çok meslektaşıyla beraber çalışma, müzakere etme imkânı bulmuş, dil bilen, evrensel hukuk bilen bir akademisyenden bir tık fazlasını bekleme hakkımız yok mudur?

Davutoğlu niçin Erdoğan gibi bağırarak, rakiplerine hakaret ederek konuşmaya çalışıyor?

Yüzündeki mütebessim ifade ile bu tarzın buluşmadığını, garip durduğunu, komik durduğunu göremiyor mu?

Davutoğlu niçin Erdoğan’ın aksine rakip liderlerle görüşme, normalleşme, sakinleşme yolunu tercih etmiyor?

Popüler İçerikler

Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"