Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Sahil yolu, binlerce HES, taş ocakları, maden arama, nükleer santral derken Karadeniz bölgesi, bir karabasanın içinde sürükleniyor. Sırada, “turizmle kalkınma” adına Doğu Karadeniz yaylalarını birbirine bağlayacak bir otoyol projesi var: Yeşil Yol...

Adı afilli ve çevreci, ancak aslı -bölge insanının gayet iyi bildiği gibi- ekolojiden, korumacılıktan çok uzak.

Herşeyden evvel, “Yeşil Yol”un (diğer adı yayla koridoru) nasıl yapılacağı henüz belirsiz... 1500 km’si asfalt, toplam 2500 km’lik devasa “yayla otoyolu” birkaç yıl önce altı ilin (Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Rize ve Artvin) valiliklerine ihale edildi.

Ne var ki valiler, Yeşil Yol’a dair soruları yanıtlamaktan ısrarla kaçınıyor. Bu kadar büyük bir kamu yatırımı sözkonusu, ancak ne halkın, ne uzmanların görüşü sorulmuş.

İş makineleriyse şimdiden dağı taşı kazıyor...

KOBANİ’nin (IŞ)İD’in eline geçme ihtimalinin yükseldiği bir dönemde, 6 ve 7 Ekim 2014 tarihlerinde, hükümetin Kobani direnişçilerine doğrudan veya dolaylı yardıma yanaşmamasını protesto için düzenlenen gösterilerde yaşanan olaylar sonucu 40’ı aşkın kişi hayatını kaybetti. Önceki gün, yani 1 Kasım’da dünya çapında ilan edilen Kobani ile Dayanışma Günü kapsamında yine ülke çapında gösteriler düzenlendi ve ciddi anlamda olay yaşanmadı. Bu iki anı karşılaştırdığımda en çok şu hususlar dikkatimi çekiyor:

Kamu düzeni ve PKK: Gerek 6-7 Ekim, gerekse 1 Kasım’da yaşananlar, Başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın “Bölgede kamu düzeni şu anda devletin değil PKK’nın elinde. Başbakan bu yüzden kamu düzenine vurgu yapıyor” sözlerinin isabetli olduğunu gösteriyor. Gerçekten de Kürt siyasi hareketinin (PKK), bütün yönleriyle mutlak şekilde kontrol edemiyor olsa da, sokağa büyük ölçüde mukayyet olabilme güç ve mekanizmalarına sahip olduğu anlaşılıyor. Ancak 6-7 Ekim’in olaylı, 1 Kasım’ınsa olaysız geçmesinin tek öznesi olarak Kürt siyasi hareketini (KSH) göstermek doğru olmaz. Devlet her iki anda farklı davranmış olsa, pekâlâ 6-7 Ekim olaysız, 1 Kasım da olaylı geçebilirdi.

Radikal’deki köşemde sık sık işsizlik sorununa değinmeye çalışıyorum. Öyle ki işsizlik oranı son aylarda ciddi bir artış seyrine girdi. Hem de işsizlik oranını yaklaşık % 0,7 oranında düşük gösteren hesaplama değişikliğine rağmen.

TÜİK verilerine göre 2014 Temmuz ayı için işsizlik oranı % 9,8’e dayandı. Bu oran 15-64 yaş grubu için % 10 seviyesinde gerçekleşirken genç işsizlik oranı bir rekorla % 18,2 oldu.

Türkiye’deki işsizlik oranındaki bu yüksekliğin sebeplerinden birisi de işçi ve işverenin buluşturulamaması ve işçiyle uygun işin eşleştirilememesi. Daha önceki yazılarımda da değindiğim üzere, bu noktada iş ve meslek danışmanları ile özel istihdam bürolarının rolü çok büyük. Ancak her ikisi açısından da önemli sorunlar var.

Doğalgaza ekimde yapılan yüzde 9’luk zammın sonuçlarını hissetmeye başladık. İki seçim nedeniyle ertelenmişti. Yüzde 9, enflasyonu çift haneye çıkarmaya yetti.

Fakat bu bile yetmiyormuş. Daha zam lazımmış.

Hafta sonu “mükerrer” Resmi Gazete’de yayımlanan 2015 yılı Ekonomik Programı ekinde öyle diyor. “Ek” deyip geçmeyin; 300 sayfalık belge, enerji ve tarım KİT’lerinin ilan edilmemiş iflasını kurum kurum belgeliyor. KİT’ler, bütçeden ve Özelleştirme Fonu’ndan yapılan büyük tutarlı transferlere rağmen bu yıl finansman açığı veriyor.

BOTAŞ zararda

Doğalgaz ithalatçısı BOTAŞ’ın öngörülemeyen döviz kuru nedeniyle bu yıl zarar ettiği açıklandı. Program Eki’nde, “Yüzde 9 zamma rağmen “ dengelenme ihtiyacının ” devam ettiği” belirtiliyor. “Dengelenme ihtiyacı” , tabii ki zam demek. Fakat büyük olasılık, 2015 genel seçimleri sonrasına kadar bu zam yine ertelenecek.

BOTAŞ’ın bu yıl 5.3 milyar TL’lik vergi borcu varmış, bunun ancak 2.3 milyar TL’sini ödeyebilecekmiş.

Epey bir zamandan beri Hüseyin Gülerce aynı iddiayı tekrar edip duruyor. Bugüne kadar susmayı tercih ettim; çünkü eski hukukumuzun birbirimize saygı duymayı gerektirdiğini sanmıştım. Ayrılırken “kimseye dargın değilim” demiş, helalleşmişti. Ne yazık ki ilk günden beyanat vermeye, ‘cemaat’i, ‘Hocaefendi’yi ve Zaman’ı suçlamaya başladı. Söyledikleri doğru olsa içim yanmayacak. İfade ettiği pek çok konuyu ya yanlış hatırlıyor yahut bilerek farklı aktarıyor. Ben birincisi olsun diye dua ediyorum; aksi çok feci bir sorumluluktur. Söylediklerini hep hafıza zayıflığına hamlederek cevap vermek istemedim ve kırgınlığın artmasına razı olmadım; lâkin görünen o ki yanlışı bin yerde (özel bir motivasyonla cemaat suçu çıkarmaya çalışan Savcı Fuzuli Bey’in huzurunda da) aynı hatayı tekrar edip duruyor. Hal böyle olunca yanlışların tashihinde zaruret doğdu.

Emine Ülker Tarhan'ın CHP'den istifa etmesine üzülen CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin ' Emine Hanım partimiz için kayıptır, keşke istifasını gözden geçirebilse ' demiş...

Aslında ' Girdiğimiz her seçimde partimizi yenilgiye sürükleyen Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu istifa etmeyi hiç düşünmezken, Emine hanımın hem de partiden istifa etmesi hangi mantığa sığar ' deseydi, Gürsel Tekin'in açık sözlülük üzerinde oluşan kişiliğine daha uyarlı olmaz mıydı?

Ama böyle deseydi bu da Türk siyasetinin mantığına uymazdı. Çünkü seçim yenilgisi üzerine parti genel başkanlarının istifa etmeleri gibi bir siyasi geleneğimiz ne yazık ki yok.

Güç görecelidir Neticede son 12 yılda her seçimden sonra Erdoğan'ın rakiplerine yaptığı istifa çağrılarından hangisi, bunlar tarafından kabul edildi ki? Yenik parti genel başkanlardan sadece Deniz Baykal sahneyi terk etti... Ama o da bir kaset komplosu ile ayrıldı liderlikten.

Bazılarımız, 'Yeni Türkiye' imajını, arzularına göre tasarlanmış, garantisi belgesi 100 yıl olarak düzenlenmiş bir 'ürün' olarak düşünüyor ve o ürün piyasaya sürülünceye kadar sorumluluklarından azat olduğunu zannediyor.

'Yeni Türkiye' tanımının içine mükemmel işleyen hukuk sistemini, demokratik toplum bilincini, vizyon sahibi eğitim anlayışını, modern kent tasavvurunu, yaratıcı/inşa edici düşünceyi, velhasıl aklımıza gelen ne kadar iyilik, güzellik ve doğruluk geliyorsa dahil ediyoruz.

Pek güzel! Pek latif!

Bu 'Yeni Türkiye' hepimize iyi gelecek.

Lakin bir sorun var! 'Yeni Türkiye' için uzaydan insanlar getirmemiz gerekiyor.

Bildiğiniz gibi Avrupa ve Japonya’da ekonomik durgunluk var. Peki, bu ekonomik durgunluk niye önlenemiyor? Çünkü alınan genişletici tedbirlere rağmen bu iki büyük ekonomide fiyatlarda artış yok. İşte bu nedenle tüketiciler, fiyatlar, daha da düşecek beklentisine giriyorlar. Bu defa daralan talep nedeniyle üretim ve ardından yatırımlar azalmaya başlıyor. Durgunluk derinleşiyor.

Bu arada zengin ülkelerde yaşanan bu anlattığımız durgunluğun yanında bir başka sorun daha var. O da şu; dünya emtia fiyatları ve petrol fiyatlarının gerilemesi özellikle hammadde satan Brezilya, Rusya, Şili, Güney Afrika gibi ülkeleri olumsuz etkiliyor.

Gidip Aleviler’le birlikte Maraş’ta 1978 katliamı ’nın mağdurlarını anacağın yerde, oralara gidip “ Ben Sünni’yim Kılıçdaroğlu Alevi ” diye bağırıyorsan…

Sen, “o Alevi” dedikten sonra, meydandan “ yuh ” diye bir ses yükseliyorsa...

Aleviler’in cemevinin birini ağzına aldığında yanına “ ucube ” kelimesini koyuyorsan...

İstanbul’a üçüncü köprünün temelini atarken, Alevi vatandaşların hafızasında korkunç izleri olan “ Yavuz Sultan Selim ” ilk aklına gelen isim oluyorsa...

Sivas katliamı sanıklarının neredeyse bütün avukatları senin partinde, hükümetinde bir yerlere gelirken, senin döneminde bir tane bile Alevi hakim, savcı olamıyorsa...

Büyük skandalların kamuoyuna duyurulmasında kilit rol oynayan araştırmacı-gazetecilik, çok zor ve tehlikeli bir alan. Gazetecilerin, şahıslarına yönelik olası saldırılara rağmen bu tür haberlerin üzerine korkmadan gidebilmeleri için çalıştıkları kurum ve diğer basın kuruluşlarından destek görmeleri şart.

Amerika Birleşik Devletleri'nde yıllar süren araştırmalar neticesinde, Watergate Skandalı'nı ortaya çıkaran Washington Post gazetesinin muhabirleri Bob Woodward ve Carl Bernstein'ın konu edildiği 'Başkanın Tüm Adamları' (All the President's Men) isimli 1976 yapımı Hollywood filmi, muhteşem bir sahneyle kapanır. Sahnede bir teleks cihazı ardı ardına manşetler yazar. Son manşet, dönemin Cumhuriyetçi Partili Başkanı Richard Nixon'ın istifasıdır.

Filmdeki hikaye, Nixon'ın istifasından iki yıl önce sona erse de, final sahnesindeki tıkır tıkır, aralıksız dizilen manşetler ve Washington Post editörü Ben Bradlee'nin muhabirlerine söylediği o meşhur '15 dakika dinlenin, sonra tekrar işe koyulun.' sözünde, üstü kapalı bir mesaj var: Bir araştırmacı gazetecinin görevi asla bitmez.

(*) Amerikalı ödüllü araştırmacı-gazeteci, 'Kill the Messenger: How the CIA’s Crack Cocaine Epidemic Destroyed Journalist Gary Webb' (Nation Books, 2006) adlı kitabın yazarı ve California'da Orange County ve Long Beach bölgelerinin alternatif haber yayınıOC Weekly'nin Sorumlu Müdürü.

Popüler İçerikler

18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı