Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Kemal Kılıçdaroğlu hükümetin uygulamaları üstüne doğru bir tesbitte bulundu (tabii “hükümetin” demek çok doğru olmuyor. Cumhurbaşkanı varken başka kimse “uygulayamıyor”): devletin siyasîleştiğini söyledi. Evet, binlerce insanı kapsayan tayinler, sürgünlerle adalet ve güvenlik mekanizmalarında iktidar açıkça “benden olanlar/ benden olmayanlar” ölçütü üstünden yürüyen bir “yeniden- yapılandırma” sürecine girdi. İş, adalet ve güvenlik mekanizmalarından başladı ama devletin başka kurumlarında da benzer bir tutumun işlediğine dair birçok haber geliyor.

Bugün Cumhurbaşkanı’nın HSYK’ya seçtiği kişilerin haberi çıktı, örneğin: aralarında doğrudan doğruya parti üyesi olanları var. “Bu yaptığımız aşırı partizanlık olmuyor mu?” türünden bir kaygı duyulmadığı besbelli.

ERDOĞAN’ın Letonya-Estonya gezisinde gazetecilere verdiği mülakatın en önemli kısmı, Kobani üzerinden yaşanan olaylarda PYD’yi aşan bir üst akıla işaret etmesiydi.

Orada bulunan herkes haliyle sordu: “Kim/ kimler?”

Cumhurbaşkanı Erdoğan da haliyle cevap vermedi.

Bir devletin başında bulunan kişilerin makamları ülke ya da çeşitli ülkelerin oluşturduğu odakların ismini vererek konuşmaya müsait olmayabilir. Ayrıca olağan şüpheliler zaten ortada.

Betona tapılır, rüşvet alınır, adam kayırılır, iş bağlanır, ailecek ortam yapılır, akrabalar ihya edilir, haram yenir, itinayla insan hayatı hiçe sayılır, rant yenilir, arazi bağlanır, kar paylaşılır, yolsuzluğa grup yapılır, mahkeme sonucuna etki edilir, adalet yenilir, hukuk dövülür… Evet, politikaya atılırsam bunları yapacağım. Baktım çevremde kim varsa hepsi bu sistematik adımlarla başarıya gitmişler. Peki yeni Türkiye’de yeni bir ahlakın da artık sesleri inceden gelmişken, hazır en güzel zamanda neden ahlakımızı da değiştirmeyelim? İşte yeni Türkiye için önerdiğim yeni ahlak ve toplum kuralları:

En son söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Yüksekova'da sivil ve silahsız insanlara yapılan saldırı kabul edilemez. Bu eylemin politik, ahlaki, insani bir meşruiyeti olamaz. PKK 'düşük yoğunluklu savaş' konseptinde dahi bu tür eylemlere girmemişti. Geçmişte kontralar tarafından yapılan eylemin bugün PKK tarafından yapılması örgütün içine girdiği ahlaki çürümeyi gösteriyor.

Kendilerine ‘Kürdistan Özgürlük Şahinleri’ diyen 'derin PKK' tarafından yapılan eylemin sahiplenmek bir yana Kandil tarafından kınanması gerekiyordu. Bu tür bir eylem biçimiyle PKK sadece 'tarih ve halk' nezdinde ayıplı hale gelir. Nasıl ki doksanlı yıllarda devletin yanlış politikaları 'halkın desteğini' örgüte yöneltmesine neden olduysa bugün tersi olacaktır.

Madem savcı yolsuzluk da yok rüşvet de yok, hepsi uydurma dedi, takipsizlik kararı verdi..

Madem dosyayı kapattı.. O halde bakanları aklandı.. O zaman neden görevlerine dönmüyorlar..

Koltukları pisi pisine mi gitti?. Bir iftira yüzünden mi, düzmece deliller yüzünden mi, sahte paralar yüzünden mi, kurgu fotoğraflar, montajlanan telefon görüşmeleri yüzünden mi gitti..

Bir hiç uğruna mı gitti!.. Olmaz öyle şey.. İade-i itibar şart!.

Başbakan onların kabine arkadaşıydı.. Yan yana oturuyorlardıÖ Bu iş ona düşüyor, küçük bir kabine revizyonuyla halletmeli.. Halletmeli ki; her hediye alan veya para alan bakan, milletvekili, bürokrat rüşvetle suçlanmasın!..

Düşünsel ve siyasi fetret dönemleri bizim aşina olduğumuz hallerdendir.

Türkiye'de, toplumun referans olmaktan çıktığı, siyasetin öfkeyle özdeş hale geldiği, hatta duygunun siyasileştiği, toplumun siyaset içine hapsolduğu dönemler sık yaşanır.

Bu topraklara bunu kolaylaştıran faydacı, ataerkil, değişmez bir toplum algısına sahip bir siyasi kültür hakimdir.

Bunun sonuçları da bildiktir.

Eksik demokrasi ve eksik modernleşme uygulamaları, bu topraklarda doğal hal buymuşçasına bu nedenle kronikleşir. Dış ve iç değişim dalgaları, hemen her defasında donuk siyasi, ekonomik, toplumsal yapılar üzerinde ağır 'travmatik etki'ler yaratır.

Özelliklerimizden birisidir: Bu travmalar çerçevesinde Türk toplumsal yapısı kendisini bütünleşerek değil, yırtılarak üretmiştir.

Ey idareci!

– İdare ettiğin memlekette yapmayı tasarladığın camiye halkının bir bölümü şiddetle itiraz ediyor, ortaya tatsız protesto gösterileri çıkıyor ve sen bu durumu yönetemiyorsan… Asla iyi idareci olamazsın.

– Bir mahalle halkının “cami isteyenler/cami istemeyenler” diye bölünmesinden “Nasıl olsa camiciler daha çok, oylar bize akacak, yaşasın” diye sevinç duyuyorsan… Asla iyi idareci olamazsın.

– Yeşil, ağaç ve doğa sevgisiyle ayağa kalkanlarla bir uzlaşma yolu bulmaya çalışmak yerine, “Bunların alayı cami düşmanıdır” demeyi tercih edersen… Asla iyi idareci olamazsın.

– “Biz camiye karşı değiliz, sadece doğayı korumak istiyoruz” diyen insanların tümüne, “Hayır, siz yeşili korumak istemiyorsunuz, siz camiye karşısınız” diye karşılık veriyorsan… Asla iyi idareci olamazsın.

Ezgi Başaran, benim Sırrı Süreyya Önder’in söylediklerine ilişkin yazımdan yola çıkarak Mithat Sancar ile bir söyleşi yapmış (Radikal).

Ciddi bir şekilde tartışmaya vesile olur diye hevesle söyleşiyi okumaya başladım, ama ne göreyim; söyleşinin benim söylediklerimle alakası yok. Olabilir tabii de, memlekette herkes benim yazdıklarımı tartışmak zorunda değil desem, söyleşi neden benim yazımla başlıyor anlaşılmaz oluyor. Yok, benim yazdıklarım üzerine desem, neden Ezgi Başaran söyleşi boyunca, ‘Nuray Mert’in söylediklerinin bu anlama mı geldiğini düşünüyorsunuz?’ diye sorma ihtiyacı duymamış anlamak mümkün değil.

HDP’nin Yüksekova’da çarşı iznine çıkmış, sivil elbiseli ve silahsız, askerlik görevini yapmakta olan üç erin, yakın mesafeden ve arkadan ateş edilerek öldürülmesiyle ilgili, ölenlere başsağlığı dileyen ve gelişmeleri endişeyle izlediklerini belirten mesajı, sadece hükümet çevrelerinde değil, ulusalcısından aşırı milliyetçisine kadar çok geniş bir çevrede infial yarattı. Çünkü mesaj şu cümle ile başlıyordu: “ 23 Ekim’de Kağızman’da 3 HPG gerillasının infaz edilmesinden sonra, bugün de Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde 3 asker öldürüldü.” Yanlış değil ama son derece sorunlu bir cümle.

Nida Tunus bünyesindeki siyasal çeşitlilik, parti içi bütünlüğün korunmasını zorlaştıracak. Seçimler öncesinde, Nahda karşısında başarıya ulaşmak için güç birliği yapan farklı siyasi grupların, seçim sonrasında Nida Tunus ile yollarını ayırma potansiyeli akılda tutulmalı.

Tunuslular, 26 Ekim 2014 günü, ülkenin yaklaşık 3 yıllık geçiş dönemini sona erdirecek parlamento seçimleri için sandık başına gittiler. Seçime katılım yüzde 62’ye ulaşırken, resmi olmayan sonuçlara göre yeni parlamentonun 217 sandalyesinin yarıdan fazlası, Nida Tunus ve Nahda partileri arasında paylaşıldı. Nida Tunus yüzde 39 ile 84 sandalye kazanıp seçimleri ilk sırada tamamlarken, Nahda yüzde 32 ile 69 sandalye kazanarak ikinci sıraya yerleşti.

(*) Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Araştırmacısı. Erzincan'da doğdu. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Bölümü'nde hazırladığı 'Reconsidering Durability Of Authoritarian Regime And Possibilities Of Democratization In Tunisia' başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Tunus, Libya ve Mısır üzerinde araştırmalarını yoğunlaştıran Tanrıverdi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktora çalışmalarını sürdürüyor. 

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?