Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye’deki demokrasinin en büyük sorunu, Cumhuriyet ve Demokrasisayesinde iktidara gelenlerin, Cumhuriyeti ve Demokrasiyi yozlaştırmalarıdır. 

Genç Cumhuriyet henüz 23 yaşındayken Çok Partili Düzen’e geçildiğinde, Türkiye’de Cumhuriyeti ve Demokrasiyi kuracak ve taşıyacak olan çağdaş sınıflar, yani sermaye sınıfı ve işçi sınıfı yeterince gelişmemişti. 

Bu nedenle, siyasal partilere ve onların liderlerine, özellikle de demokrasinin nimetlerinden yararlanarak Çok Partili Düzen sayesinde iktidara gelenlere büyük bir görev düşüyordu: 

Cumhuriyeti, demokratik kurum ve kuralları yerleştirmek ve bunları topluma benimsetmek. 

Üstelik kendi oluşturduğu düzenle iktidardan inen İnönü’nün yerine iktidaragelen politikacılar Tek Parti Dönemi’ndeki muhalefetin liderleriydi... 

Sürekli olarak muhalefet hakkını savunmuşlar... 

Tek Parti Dönemi’nin güçlü yöneticisi İsmet İnönü’nün Çok Partili Düzen’e geçme kararı sayesinde iktidara gelmişlerdi.

Adam koca devletleri parmağında oynatmaya çalışıyor. Bir örgüt Ortadoğu'nun karmaşık denkleminde ayak oyunlarına girişiyor ve Batı dünyasının desteğini arkasına alabiliyor. Dahası, Türkiye kamuoyunda bir çok kişi ve çevreyi de yanına çekebiliyor.

Ortada bir oyun var ve bu oyunun arkasında kötü bir tezgah var.

Her gün yön değiştiren, saf değiştiren, aslında ne istediğini ve ne yapmak istediğini kendisi bile bilemeyen ancak kendisine telkin edilenlerle hareket eden Salih Müslim, Kobani üzerinden yürütülen bölgesel senaryonun 'fırıldak ismi' haline geldi.

IŞİD Kobani'ye saldırıyor, haftalardır çatışmalar devam ediyor, PYD güçlerine açıktan silah veriliyor, Türkiye'nin müttefikleri Türkiye'nin terör örgütü dediği bir yapıyla birlikte hareket ediyor. Salih Müslim bir taraftan 'bizi kurtarın' çağrıları yaparken, diğer taraftan yardım taleplerini reddediyor.

Bugüne kadar “ya hakkı konuş ya sus” prensibinden hareketle, destek verdiğim “çözüm süreci”nde geldiğimiz nokta birçok aklı başında insanı olduğu gibi, beni de fazlasıyla kaygılandırıyor. Suriye’de olduğu gibi bu konuda da vahim hatalar işleniyor, ikinci büyük felakete doğru yol alınıyor.

Kürt isyanları, PKK ve terör gibi olgulara bakılmaksızın, ilk günden yapılması gereken “Kürtlerin kavim kimliklerinin inkârına son verilmesi, ana dilde eğitim ve öğretim, bölge halkının sosyal ve ekonomik refah seviyesinin yükseltilmesi ile bölge ülkeleri arasında ileride AB benzeri entegrasyonların altyapısını kuracak politikaların takip edilmesi” idi. AK Parti iktidarı üzerinden 12 sene geçti, bu uzun zaman zarfında sorunun yüzde 90’ı çözülürdü. Olmadı. Anlaşıldı ki, bundan sonra da olması güç, aksine vahim bir vadiye doğru sürükleniyoruz.

“Barış Süreci” var ya, bunun içinde tabii birçok madde konuşuluyor. Bunlardan biri de Abdullah Öcalan’ın daha rahat koşullarda yaşayabileceği bir yere nakledilmesi. Sanırım bunun --şu an için-- nihai noktası, Kürtler açısından, Öcalan’ın “ev hapsi” denilecek koşullara kavuşturulması; ama bu çok fazla telaffuz edilmiyor. Edilmeme nedenlerinden biri de milliyetçi Türkler’in şiddetli tepkileri olabilir.

Ama konuşuluyor. Bir konu konuşuldu mu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın o konuya bir biçimde müdahil olmaması, düşünülemeyecek bir şey. Müdahil olacak ve sözünü söyleyecek.

Ve kendisiyle özdeşleşen üslûp içinde söyleyecek.

Bu konuda da söyledi. “Villa mı verecektik?” dedi.

Bunu diyen bir “Cumhurbaşkanı”. Böyle bir konuda herhangi bir şey söylemekle yükümlü değil.

Dünkü Sabah'ta sevgili Nihat Hatipoğlu'nun ' Kıyamet günü nefret edilen 8 grup ' başlıklı yazısını okurken, yine Nasrettin Hoca'yı hatırladım.

Komşuları Hoca'ya ' Kıyamet ne zaman kopacak ' diye sorduklarında ' Ben öldüğüm zaman büyük kıyamet, karım öldüğünde de küçük kıyamet kopacak ' cevabını vermiş ya... Kibir sahipleri

Nihat Hatipoğlu da dünkü yazısında ' Bir rivayet 'e dayanarak kıyamet gününde Allah katında en büyük azaba müstahak görülecek sekiz tür insanı şöyle sıralamıştı...

Dilleriyle halkı döven, söven ve birbirlerini lanetlemeye sebep olan ' Sekarrun 'lar/ Kendilerini başkalarından üstün gören kibir sahibi ' Hayallun 'lar/ Din kardeşlerini gördüklerinde yaltaklanan, ancak yüreklerinde din kardeşlerine karşı kin besleyenler/ Şeytan tarafından fitne, kötülük, karışıklık üretmek için çağrıldıklarında süratle koşanlar/ Dünyevi bir menfaati veya malı yalan yeminle kendilerine aitmiş gibi gösterenler/ İnsanlar arasında dedikoduyu yayanlar/ Seven kişileri birbirinden ayıranlar/ Din kardeşlerini tuzağa çekip ayaklarını kaydıran zalimler.

Devletlûların öfkesi dinmiyor. Metris’te kalmakta olan 51 emniyet mensubu, alelacele, ailelere hiç haber vermeden Silivri’ye sevk edildiler. Eş ve çocuklar görüş için Metris’e gelmişti; kapı önünde “Sistem bozuk” gerekçesiyle 3 saat bekletildiler. O sırada nakil gerçekleşti. Polislere kelepçe takılmıştı. Yolculuk sırasında virajlarda tutunamayarak savruldukları için vücutlarının çeşitli yerlerinde morlukların oluştuğu ifade ediliyor. Oysa emniyet kemerleri bağlanmalıydı; iddiaya göre bağlanmamış.

Polisler, Silivri’ye geldiklerinde saat 13.15’ti. Sabah kahvaltı etmediklerini belirtip, yemek talep ettiler. Bu da verilmedi ve akşam 21.50’ye kadar aç kaldılar. Avukat Ömer Turanlı’nın açıklamasına göre, cezaevi kimlik kartlarının sicil no bölümüne “Paralel Yapı” yazıldı. Oysa mahkemede hiçbirine Cemaat’le ilişkisi sorulmamış ya da bu istikamette bir delil gösterilmemişti.

Devlet Bahçeli, Akil İnsanlar'a en açıktan karşı çıkan ve bunu hakaret düzeyinde yapan siyasetçi. '63 Akılsız' diyerek seviyeyi iyice aşağıya çekti. Bahçeli'nin üslubu sorunlu olsa da; durduğu yer itibariyle, anlaşılabilir bir duruş sergiliyor.

Bahçeli'ye veya zamanında benzer hakaretler etmiş olan Kılıçdaroğlu'na, gelinceye kadar, 'demokrasi dostları' olarak bilinen bazı kesimlerin söyledikleri daha tuhaf.

Hedef alınanlar ise; yollara düşen, 'barış ve çözüm süreci'ne sahip çıkan, toplumun değişik kesimlerine bunu anlatmaya çalışan insanlar.

Suçlayanların dedikleri özetle şu: 'Ortada çözüm falan yok. Tayyip Erdoğan, Kürtleri kandırıyor ve biz buna destek olmaya devam edersek Kürtlerin kanına girmiş oluruz.'

Kobani’de büyük bir insanlık direnişi sergileniyor... Değerler savunuluyor...

Kobani ’de tuhaf vahşi örgütün saldırılarına karşı bir direniş var, doğru... İlle de “büyük insanlık direnişi” ve “değerlerin savunulması” diye kutsal bir çerçeve çizmek gerekmiyor. Vahşi bir saldırıya karşı insanlar Kobani’yi savunuyor. Hepsi bu... Ama Salih Müslim “bütün bir insanlık adına” savaştıkları iddiasında...

İki cümlesinden biri “değerler” ve “kazanımlar...”

Müslim’in “değerler”le neyi kastettiğini ne bilmiyoruz.

Herhalde “devrimin kazanımları” ndan bahsediyor.

Devrim yapmışlardı hani, on binlerce Kürdü güneye sürmüşlerdi... Devrime karşı çıkanları da “Kürt düşmanı”, “IŞİD” yandaşı” filan ilan etmişlerdi. Hasan Cemal ’in çok sevdiği devrim hani...

Memleketimiz bir süredir yolsuzluk iddialarıyla yoruldu. Bereket, yerel seçimlerde yolsuzluk meselesi referanduma gitti. Halkımız da yolsuzluk olmadığı fikrinde olsa gerek ki AKP’yi tekrar birinci parti yaptı. Milli iradenin bu şaşmaz tecellisi neticesinde yargı da gereğini yaptı. Soruşturmalar sonlandırıldı.

Ancak pişmiş aşa su katmaya çalışanlar var. Bunların başında maalesef Cumhuriyet gazetesi geliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Can Dündar tuttu mesela yolsuzluk iddialarını bir yazı dizisi haline getirdi.

Yapma dedim. Vegas’ta olan Vegas’ta kalır. Ne olduysa olmuş, eski dertlere takılmayalım diye ısrar ettim. İkna edemedim.

CUMARTESİ Anneleri bugün İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde 500. kez bir araya geliyorlar. Yakınları devlet tarafından gözaltına alınıp kaybedilmiş bu insanların üç somut ve basit talebi var:

1) Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.

2) Kayıpların akıbeti açıklansın.

3) Yakınlarının kaybolmasına neden olanlar yargılansın.

Türkiye’de uzun bir süredir “gözaltında kayıp” olayı yaşanmıyor, ancak geçmişteki kayıpların akıbetinin belli olması ve sorumluların yargılanması konusunda ciddi, tatminkâr adımlar atılabilmiş değil.

BERFO ANA’NIN DRAMI

Halbuki bundan yaklaşık 4 yıl önce, 306. Cumartesi buluşmasının hemen ardından, 4 Şubat 2011 günü, dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan , kayıp yakınlarıyla Dolmabahçe’deki ofisinde bir araya gelmiş ve 2 saat boyunca yakınlarının ağzından kayıpların öykülerini tek tek dinlemişti.

Popüler İçerikler

Öğretmen Olmak İçin Şartlar Değişiyor: Öğretmenler Artık Üniversiteden Sonra Atanamayacak!
Bozdoğan Kemeri'ndeki Polis Barikatına Sosyal Medyadan Gelen İlk Tepkiler
Dilber Yine Yürek Hoplattı: Yeni Pavyon Dansı Geldi!