Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dile kolay 500 kez toplanıyor analar… Evlatların canlı bedeni için değil, ölü bedeni için de değil, bulunursa kemikleri için. Onlardan gelen metni aynen yayınlıyorum:

Kaybedilmek İstenen İnsanlığımızdır…

Yeri kana, göğü feryada doymayan bu diyarda, 499 haftadır İstanbul’un en işlek yerinde Cumartesi Meydanı’nda oturuyorlar. Aslında oturmaya, bundan 1013 (bin on üç) hafta önce 27 Mayıs 1995’te başladılar. Devletin, gözaltında kaybetme politikasıyla yönetildiği günlerdi. Başlangıçta beş altı kayıp yakınıydılar. Umutsuzluklarını, yaşadıkları belirsizlikleri bir araya gelerek, paylaşarak mücadeleye dönüştürdüler. Çoğaldılar, zira çoktular. Talepleri çok netti

1) Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın.

2) Kayıpların akıbeti açıklansın

3) Kaybedenler yargılansın.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, IŞİD’in Kobani’ye yönelik kuşatmasının sürdüğü, ABD’nin Kobani’yi savunan YPG’ye yönelik silah yardımı yaptığı, peşmergenin de Türkiye toprakları üzerinden Kobani’ye geçmeye hazırlandığı kritik bir dönemde Letonya ve Estonya’dan oluşan, yoğun gündemli ziyaretine dün başladı.

Erdoğan’ın ocak ayından itibaren AB dönem başkanlığını yürütecek olan Letonya’nın başkenti Riga’dan başlayan ziyaretinin ana gündem maddesi Türkiye’nin AB üyeliği ve bu süreçte attığı yeni adımlar. Cumhurbaşkanı, bu çerçevede, 31 Ekim’de çalışma ziyareti için Fransa’nın başkenti Paris’e gidecek.

Türkiye’de üç kuşak bu soruyla büyüdü.

Sosyal uyanış, iktisadi büyümenin önüne geçtiğinde, muhalefet gemlenemez hale geldiğinde, siyasi tansiyon yükseldiğinde hemen gözler Genelkurmay’ın pencerelerine çevrilir,

“Paşalar toplandı”, “Asker rahatsız” manşetleri atılırdı.

Zamanla güç dengeleri değişti; askeri vesayet bertaraf edildi, ordu kışlasına çekildi.

Darbe lafı tedavülden kalktı.

Bu açıklamadan hemen sonra sokaklar karıştı, “Tek cenaze gelmiyor” tesellisiyle giden barış süreci, onlarca cenazeyle gölgelendi. Ve sokağa çıkma yasaklarının hemen ardından getirilen baskı yasalarıyla, devlet içindeki güvenlikçi refleks yeniden devreye girdi.

“Bir darbe sürecine girildi.”

Sınır tanımayan siyasi nefretin hiç olmazsa ülkenin müşterek geleceğini ve kaderini ilgilendiren konularda yatışmasını beklersiniz. Öyle ya, Ortadoğu’da 100 yıl önce masa başında çizilen yanlış haritanın teğelleri atıyor, büyük oyuncularla küçük oyuncular aynı anda tarih sahnesine çıkıyor. Büyük avantaj ve dezavantajlar aynı anda tarih potasında hareket ediyor.

Türkiye’nin coğrafyası ise hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak kadar ağır yükleri taşımayı kaçınılmaz kılıyor. Sadece sığınmacıları kabul ederek neredeyse bir savaşa girmenin ekonomik ve hatta sosyal maliyetini ödemekteyiz.

Amerika hava kuvvetleri PKK ’nin Suriye kolu sayılan Demokratik Birlik Partisi ( PYD ) ve silahlı kolu Halk Savunma Güçleri ’ne ( YPG ) havadan silah ve mühimmat atması ile birlikte alevlenen bu tartışmanın zaten gittikçe kırılgan hâle gelen Türk- Amerikan ilişkilerini epey zorlayacağı ortada.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün yaptığı sert açıklamalar bunun en somut işareti.

Letonya’da gazetecilerin sorularını cevaplayan Erdoğan ABD’nin Kobani’de IŞİD ile savaşan PYD’ye yaptığı silah yardımı için “ Türkiye bu işe olumlu baktı mı, bakmadı. Türkiye’ye rağmen bu işi yaptı, ” dedi. Iraklı peşmergelerin Kobani’ye geçişini daha önce Türkiye’nin ABD’ye önerdiğini yineleyen Erdoğan, Obama’nın da PYD için “ terör örgütü ” ifadesi kullandığını savundu.

Oysa daha geçtiğimiz gün ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf , PYD ile PKK arasında “ tarihî ” bağların olduğu bilinmekle beraber PYD’yi “ terör örgütü ” saymadıklarını açıklamıştı.

Suriye sorunu Türkiye’de iç siyasetin neredeyse birinci malzemesi olmuş durumda. Hükümetin afra tafrayla ilan ettiğinin ertesi günü tersini yapması veya kabullenmesiyle beslenen büyük karmaşa içinde belki bu kaçınılmaz ama Suriye’deki gelişmeleri farklı açılardan izleme olanağını büyük ölçüde engelliyor. Ayrıca Suriye’de devam eden çatışmaların sadece Kobane merkezli görülmesine yol açıyor.

Suriye’de 300.000 kişinin öldüğünü, milyonlarca kişinin ülke içinde ve dışında sığınmacı olduğunu tekrarlamak, sayıların büyüklüğü karşısında somutluk hissinin kaybolmasına yol açabilir.

DIŞ politikada Türkiye’nin kendini derin ve Avrupalı bir güvenlik bürokratının deyimiyle “tehlikeli” bir yalnızlık içinde bulduğuna inanan çok. Bu konumda insanı rahatsız eden en önemli unsurlardan birisiyse gereksizliği. Türkiye’yi yönetenler dünya ile kurdukları ilişkiyi, İslam inancının çok önem verdiği tevazu ilkesi çerçevesinde yürütmeyi becerselerdi bugünkü tablo ortaya çıkmazdı. Tevazu eksikliği ve bunun sonuçları konusu yalnızca yöneticilerin dünya ile kurdukları ilişkilerde ortaya çıkmıyor. Tersine hem dünya hem de iç kamuoyuyla boyutları insana şaşkınlık veren bir kibirle ilişki kuruluyor.

Geçen cuma yazdığım yazı dolayımından çok değerli mektuplar aldım. Mektupları cuma günleri fırsat buldukça paylaşmaya çalışacağım.

Aşağıda okuyucağınız mektubun sahibinin kırklı yaşlarda, üniversite mezunu, mesleğini icara eden bir hanımefendi olduğu bilgisini vereyim öncelikle.

Bu yazı için ismi İ. Hanım olsun.

İ. Hanım'ın mektubundan, düğün salonları kiralanarak 'başörtme tören'leri yapıldığını öğrendim.

İlk okuduğumda, insanların bu kadar çok parası varsa, neden parasızlıktan dolayı evlenemeyen gençlere yardım etmek üzere vakıf ya da dernek kurmuyorlar diye düşündüm. Sonra tüketim toplumunun vermiş olduğu 'Çocuğun için iyi bir şeyler yapmak' konulu kompozisyon ödevini, 'henüz layıkıyla yapamamış ebeveynler' olarak tahtada tek ayak üzere hep beraber dikildiğimizi hatırladım.

Belli ki, 301 madencinin çalıştığı mekanın bir anda toplu mezara dönüşmesi onu çok etkilemiş...

Soma katliamının ardından, Erdoğan’ın, elbisesine dökülen kırıntıları elinin tersiyle süpürme rahatlığıyla sorumluluğu üzerinden atıvermesi karşısında nutku tutulmuş...

Sonra, uğradığı şoku üzerinden atmak isteyen her insan gibi, şoke eden olayı defalarca kafasında yeniden canlandırmış; Erdoğan’ın, Soma faciasını, insanın ayağının taşa takılıp düşmesi gibi doğallaştıran, “ Bu işin fıtratında var ” sözlerini kafasında evirmiş, çevirmiş...

Bu güzel kardeşimiz hem kendini iyileştirmek hem de belki de bir nebze olsun farkındalık yaratmak için oturmuş, kısa bir film çekmiş...

ABD son dönemde, PKK'nın Suriye kolu olarak bilinen PYD (Demokratik Birlik Partisi) ve onun merkezi konumundaki Kobani bağlamında bir tutum değişikliğine gitti. Öncesinde Washington, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü ile mücadele amacıyla oluşturduğu koalisyonda, belli belirsiz bir biçimde 'Kürtler' ifadesini kullanmayı tercih ediyor ve açıklamalarında PYD'ye doğrudan yer vermiyordu. Bununla birlikte PYD irtibatını aracılar vasıtasıyla dolaylı yoldan gerçekleştiriyordu. IŞİD'in saldırısına uğrayan Kobani ise Amerikan karar alıcıları tarafından stratejik değil, sadece insancıl çerçevede değerlendiriliyordu.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
Hollanda Hükümeti'nden Örnek Karar: Scottish ve Sphynx Kedilerin Sahiplenilmesi Yasaklandı!
Yönetmen İlker Canikligil'in "Kaçak Film" Çıkışına Röportaj Adam'dan Aşırı Haklı Tepki