Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

“Havuz Medyası” AKP’nin siyaset ve medya edebiyatımıza armağan ettiği yeni kavramlardan biri...

AKP’nin çeşitli manevralarla el koyduğu ve yandaşlarına devrettiği medya, başarılı olamayınca, kendi kendini finanse edemeyince, durumu kurtarmak için icat edilen bir model:

“Büyük yağmadan” pay alan “Büyük işadamlarının”, duygusal alanda sahip oldukları “Büyük bir millet sevgisiyle”, “Büyük bir havuz” oluşturarak topladığı “Büyük paralarla” sahip olunan “Büyük medyayı” simgeliyor!

“Havuz medyasında” patronluk, yöneticilik, yazarlık yapan arkadaşların, çalıştıkları kuruluşların bu biçimde nitelenmesinden rahatsızlık duyduklarına ilişkin bazı belirtiler var.

Değerli fitbol medyası mensubu arkadaşlarım. Türkiye’nin bir numaralı koçu olarak 24 saat bütün mesaimi, ‘gruplardan nasıl çıkarız, kötüye gidişi nasıl durdururuz’ fikri üzerine teksif etmiş bulunuyorum, fakat olmuyoor; fitbolun bütün icaplarını yerine getiriyoruz; pasla çıkmak, kanat akınları, o olmadı doldur-boşalt, o da olmadı İsviçre maçı gibi sille-tokat maça asılmak, ı-ıhh!

Yahu niçin maçtan iki saat önce sağdan soldan toplanan kasiyer, bakkal çırağı gibi elemanlardan müteşekkil ecnebi ekipler başarılı da biz ha bire nal topluyor, grubun dipçili oluyoruz?

Paraysa para, taktikse taktik; gaza getirmekse en kralı; vatan, millet, ecdad ruhu vesaire bütün maddi-manevi faktörleri devreye koyuyoruz olmuyor; öyleyse bir düşünelim, niçin olmuyor?

Diyarbakır'da yoksullara kurban eti dağıtan bir grup delikanlı, Kobani bahanesiyle sokakları ateşe verip masum kanı akıtan vahşi bir güruhun şerrinden korunmak için bir eve sığınıyorlar.

Vahşiler ev sahibinin yardımıyla eve girip gençleri kurşunluyor ve kesici aletlerle delik deşik ediyor, sonra da bazı hayvandan aşağı komşuların coşkulu tezahüratı eşliğinde balkondan aşağıya atıyorlar.

Yetmiyor, bir de otomobillerle cesetlerini çiğniyorlar.

Böyle daha nice vahşet sahneleri yaşandı; beş günde onlarca masum insan vahşiler tarafından hunharca katledildi.

Kürtçe bilmedikleri için...

Sakallı oldukları için...

Türkiye maalesef kaybetti ve gayet anlaşılabilir şekilde hükümet de bu mağlubiyeti önemsiz gösterme gayretinde.

Oysa BM Güvenlik Konseyi’nde 2015-16 dönemi için geçerli sandalye kazanılabilmiş olsaydı değerlendirmeler de başka olabilirdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu bu galibiyetin Türk dış politikasının başarısının kanıtı olduğu, Birleşmiş Milletler’e dünyanın ezilen halkları adına getirdikleri eleştirinin yankı bulduğunu, destek bulduğunu söyleyebilirlerdi.

Erdoğan bu konuya çok önem veriyordu. Son birkaç yıldır BM Güvenlik Konseyi üyeliği için yalnızca Dışişleri Bakanlığı değil, devletin pek çok kurumu seferber edilmişti.

'Vuruşarak çekilme' sözünü Mümtaz Soysal hediye etmişti, Türk siyasetine.

Kandil ise, çözüm sürecini, 'Çatışarak bitirme' taktiğini izliyor.

Yazık oluyor çözüm sürecine...

Çünkü çözüm süreci ciddi bir tehditle karşı karşıya.

Oysa şu sıralar çözüm sürecinde ikinci aşamanın tamamlanmasını konuşmamız gerekiyordu.

Geri çekilmenin denetlenmesi için oluşturulacak mekanizmalar.

Sonra üçüncü ve nihai aşamaya geçecektik.

Silahlara veda, siyasete merhaba süreciydi..

Makul şüpheliler el kaldırsın

Sizce ben “ makul şüpheli ” biri miyim?

Etnik kimliğim, mezhebim, siyasi görüşüm, iktidara yazdığım yazılar, yazdığım gazete, katıldığım eylemler, imzaladığım bildiriler, katıldığım toplantılar, konuk olduğum televizyonlarda savunduğum fikirler...

Nasıl, durumumun pek parlak olduğu söylenemez değil mi?

Öyleyse sesli düşünelim. Yukarıda saydığım icraatlarım sayesinde polis de benim “ makul şüpheli ” olduğuma karar vermiş olsun.

Hakkımda toplanmış bir delil, suçlu olduğumu kanıtlayacak bir ispat, suçüstü yakalanmış bir eylemim olmasına gerek yok.

(Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a iletilmesi ricasıyla, BM Türkiye temsilciliği binası, Çankaya, Ankara)

Sevgili Ban Ki…

Duydum ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine bizi seçmemişsiniz. Senin şahsında, bütün milletlere hakikaten teessüf ederim.

Dünyanın güvenliğini sağlamak için bizden daha iyisi mi var dünyada?

Gerçi, suriye’deki iç savaşı fıştıklamak için tırlarla roket gönderirken, nijerya’daki terör örgütlerine thy uçaklarıyla silah taşırken, düşman saldırısına uğradık ayaklarıyla kendi topraklarımıza füze attırmaya çalışırken yakalandık ama… Şahsen ben bunların dünya güvenliğiyle alakalı olduğunu düşünmüyorum.

Bilmiyorum dikkatini çekmiş miydi, güvenlik künsiyi odeyligimıız çin tantun yepirrke “dünya lideri” slanigrouya kiuhnpauyşşlmk!

Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta Mısırlı darbecilere ve bu darbeye göz yuman Batı’ ya verip veriştiriyor.

Türkiye’ nin BM Güvenlik Konseyi adaylığının kabul edilmemesinde Mısır’ın yaptığı kulisin etkili olduğu söyleniyor.

Bu sonucun ardından muhtemeldir ki, yine Erdoğan’dan Mısır, darbe ve Batı’nın ikiyüzlülüğü üzerine öfkeli nutuklar dinleyeceğiz.

Yine, Erdoğan’ ın Mısır’daki darbeden bahseden sözleri alkış tufanlarıyla karşılanacak.

Yine, Erdoğan, demokrasi şampiyonu ve Batı’nın ikiyüzlülüğünü yüzlerine çarpan, cesur lider olacak.

Halbuki, bana sorarsanız diktatör Sisi’ ye en büyük desteği Erdoğan veriyor.

Yazık; bu kadar çaba -ve para- boşa gitti...

Türkiye’nin aylardan beri BM Güvenlik Konseyi’nde boşalacak koltuk için verdiği mücadele, umulan sonucu vermedi. Ankara 193 ülkenin temsil edildiği BM Genel Kurulu’ndaki oylamadan yenik çıktı.

Oysa Türk diplomasisi, prestijli konsey üyeliğini elde etmek için gerçekten olağanüstü bir performans gösterdi. Bu amaçla dünyanın en ücra köşelerine gidildi, Pasifik’te ismi bile duyulmayan Pasifik adalarının liderleri Türkiye’ye davet edildi, ihtiyacı olan Afrika ve Asya ülkelerine mali yardım yapıldı, vesaire...

Türkiye 2008’de de benzer bir gayretle konsey üyeliğini elde etmeyi başarmıştı. O zaman iktidar, bunu Türk dış politikasının bir zaferi olarak sunmuştu.

Peki, bu kez bu yenilgi neden?

Deniz kıyısındaki yolda yürüyen Temel'in elinde bir yılan varmış... Bu tabloyu şaşkınlıkla izleyenlerden biri ' Temel, neden yanında bir yılan taşıyorsun ' diye sormuş. Temel bu soruyu dinledikten sonra bilgiç bilgiç gülmüş, ' Denize düşersem diye taşıyorum yılanı ' demiş.

' Erdoğan olmasın da ne olursa olsun ' takıntılı kesimler halkın desteğini almak ve seçimler yoluyla iktidarı değiştirmek konusunda çaba harcamayı bıraktıkları günden beri, meşru siyaset dışındaki her aracı kullanmayı denediler. Öylesine zıvanadan çıktı ki bu davranışları, kendilerini solcu olarak sunanlar, sonunda hem cemaatçi hem de ulusalcı bile olmadılar mı? Cemaat yerine PKK mı?

Ne var ki bu araçlar birer birer işe yaramaz hale geldi... Kendisini ' Cemaat ' olarak sunan ve devlet içinde devlet tipi örgütlenme ile darbe girişimlerini tezgâhlayan örgütün hem ipliği pazara çıktı, hem de adliyelik oldu bu örgüt...

Popüler İçerikler

Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu