Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hep kimsenin duymaktan hoşlanmadığı şeyleri söylemek zorunda kalıyorum. Çünkü istenmedik şeylerin olmaması için öncelikle hoşlanmadığımız gerçeklere katlanmamız gerektiğini düşünüyorum.

İstersek, biraz kafayı çalıştırarak kendimizi de başkalarını da sürekli kandırmaya devam edebiliriz, ama böylesi hiçbir derde derman olmaz. Geçtiğimiz hafta içine girdiğimiz karanlık tünelden çıkış yolu bulmanın yolu, önce ne olduğunu iyi kavramak veya kavramaya çalışmak.

Bal demekle ağız tatlanmadığı gibi, barış demekle barış gelmeyeceği belliydi. ‘Savaşmanın kolay, barışmanın zor olduğu’ nu herkes söyleyip duruyor, ama zorluğa katlanmak işimize gelmiyor.

Sevgili okurlarım bu sütunda adı geçen her gerçek ve hükmi kişiye yanıt hakkı tanıdığımı bilir...

Yine okurlarım bilir ki, ben özel kaynaklara başvurmam; ancak kamuoyuna mal olmuş, açık bilgi kullanırım.

Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmaları kapsamında, kamuoyuna açıklanmış olan fezlekelerden yapılan haberlere dayalı bir yazı yazmıştım 9 Ağustos’ta...

Bu yazı, hem kamuoyuna yansıyarak aleniyet kazanmış gayri resmi ve resmi belgelere, hem de bu belgelere dayanılarak yapılmış olan ve tekrar tekrar aleniyet kazanmış haberlere ilişkindi.

Özgürlüklerimizi daraltan, Hakimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ( Teklif ) evvelki gün Meclis Başkanlığına verildi. Ramazan Can ve Recep Özel ile 52 milletvekilinin imzaladıkları teklif, dün Adalet Komisyonu'nda aceleyle görüşmeye başlandı, ancak dağıtılmasından sonra 48 saat geçmediği için görüşülmesi haftaya salı gününe ertelendi.

Teklif; insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu gibi, amacını sakladığı için ahlaki de değildir .

Hazırlanışı sırasındaki sözler ve sunuşundaki yanıltıcı bilgilerle asıl amacını gizleyen tekliflerin , seçimle gelmiş yasama organlarında kabul edilmesine çok rastlanmaz . Şimdi hafızamı zorluyorum da, 1950 yılında bu yana, böylesiyle çok az karşılaşılmıştır; hatırladığım bir ikisini bu tartışma içinde yazmayı doğru görmüyorum.

Bingöl suikastı giderek esrarlı bir havaya bürünüyor…

9 Ekim günü, öğlen saatlerinde, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, olayların önünü kesmek için yatıştırıcı bir konuşma yaptı. Aynı konuşmada, Öcalan’dan bir mesaj ileterek, onun da barış sürecine verdiği önemi vurguladı.

Atalay Ürker ile beraberindeki emniyet görevlileri Uğur Atlı, Atıf Şahin ve Hüseyin Hatipoğlu saldırıya uğradı. Atıf Şahin ile Hüseyin Hatipoğlu hayatını kaybetti.

İşler bundan sonra karıştı: Resmi ağızlar, Genç ilçesinde saldırganlardan 4’ünün ölü 2’sinin de yaralı olarak ele geçirildiğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Bayburt mitinginde olayı şöyle değerlendirdi: “Her yeri yakıp yıkacaksın, polisime kurşun sıkacaksın, utanmadan bir de barıştan bahsedeceksin. İşte bedelini Bingöl’de nasıl ödedilerse, yine bedelini ağır ödeyecekler.”

'Yıkanmak 'sonucu açısından ' Temizlenmek ' anlamını da taşır... Ama resmi ideoloji tarafından beyinleriniz ilkokuldan başlayarak yıkanıyorsa ve yıkanmış beyinlerin oluşturduğu ' Paradigma ' kirlenmemiş beyinlere söz hakkı tanımıyorsa ya da onları ' Tehdit ' olarak görüyorsa, yıkanma kirlenmeyi de getirmez mi gündeme?

Sevgili Herkül Millas yıllar önce kesip sakladığım bir yazısında ' Paradigma ' meselesini şöyle ele almıştı:

'- Toplumlar ister inanç ve mitoslarını, ister 'bilim' sistemlerini olsun (anlaşarak ve birbirlerini teyit ederek) aralarında bir 'tutarlılık' sağlayacak biçimde oluştururlar. Khun bu görüşlerin bütününe 'paradigma' demişti. Artık paradigmaya yöneltilecek her tür eleştiri sağır kulakların aşılmaz duvarıyla ya da sistemi savunmaya hazır inançlı taraftarların sözde 'mantıklı ' ısrarıyla karşılaşacaktır...

Münevver Karabulut’un öldürülmesinden sonra, yani güzelim başının bir gitar kılıfında, bedeninin bir bavulda bulunmasından--

Az buz lanet etmedim onu öldüren “zengin çocuğuna”, Cem Garipoğlu’na!

Doğal olarak kendime Münevver’in annesi rolünü biçtim. Kurban oydu, giden oydu! Buna karşılık imkânları hiç de kısıtlı olmayan ailesi tarafından aylarca kaçırılan Cem’di.

Cinayet mahalli” (ne kalpsiz kelimeler!) silinip yıkanılan, her çeşit yardımla cezadan kaçırılan, ailesi tarafından (utanmadan etmeden) korunup kollanan Cem’di!

Oysa şimdi intihar eden Cem Garipoğlu’nun ardından yas tutarken, böylesine büyük bir azim ve kararlılıkla kendini öldürmeyi “başaran” bu gencecik çocuk için üzülürken, içim acırken, sızlarken bulmuşsam kendimi--

Yazmak istedim yani.

Biz Cem’e haksızlık yapmışız!

Son olayların Kürt siyasi hareketi açısından bir anlamı olmalı.

Örgütün devlete karşı izlediği strateji bir yana bırakılacak olursa, 'Kobane olayları' Kürt siyasetinin kendisi için ne ifade etmektedir?' sorusu önemlidir.

Şu tespitten yola çıkalım: Kürt siyasi hareketi KCK'sı, DTK'sı, HDP'si, YDGH'sı ve diğer yapılarıyla 6-7 önemli Güneydoğu ilinde tümüyle, yoğun oldukları diğer yerleşimlerde kısmen siyasi alana yerleşmiş, o alanda üniformiteyi sağlamış ve o alanı 'dolaylı egemenlik'le, yarı formel bir 'siyasi merkez'le kendi açısından denetler durumdadır.

Bu noktaya nasıl gelindi?

Hukuksal güvenlik, yürürlükteki hukuk kurallarının ulaşılabilir, açık ve öngörülebilir olmasını ifade eder

Hukuksal güvenlik, yürürlükteki hukuk kurallarının ulaşılabilir, açık ve öngörülebilir olmasını ifade eder. Bu üç ilke, hukuk kuralları için etkililik testidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi, öncelikle “hukuk hakkı”nın güvence altına alınmasını gerektirir. Sonra, özgürlük ve güvenlik hakkı, hukukun üstünlüğü ile başattır. Nihayet, yargıca ulaşabilme hakkı ve “âdil yargılanma hakkı”nı kapsamına alır.

“Muhalefet etme hakkı”nı işlediğim geçen haftaki yazımın ardında, Devletin zirvesinden süzülen “güvenlik paketi” ne anlam taşıyor?

Öncelikle, -yazılarımda sıkça dikkat çektiğim üzere-, “torba kanun”lar yoluyla yapılan düzenlemeler, hak ve özgürlükler açısından şu ikili olumsuzluğu yansıttı:

Kobani’de, 1990’larda Kuzey Irak’ta yaşanan mücadeleyle kıyaslanmayacak kadar çok sert bir savaş yaşanıyor. Türkiye ise Kobani’den gelen yaralı YPG’lilerin, sedyede ve bilinci kapalı olsa bile, önce parmak izi alıyor ve yüz resmini çekiyor. Bu tuhaf prosedür, bir anlamda Ankara’nın PYD ve YPG konusundaki ‘ikircikli’ tavrının da özeti...

IŞİD’in bir aydır kuşattığı Kobani’ni de çok sert bir savaş sürüyor. İki gündür Kobani’nin birkaç yüz metre yakınında Suruç, Mürşitpınar ‘deki köylerde gördüklerim ve duyduklarım arasından bazı notlar...

EN SERT SAVAŞ

Doksanların sonunda çiçeği burnunda bir gazeteci olarak Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani güçleri arasındaki çatışmaları izleme fırsatım oldu. Ardından Irak savaşını gördük. Kobani ise bambaşka, 90’ların Kuzey Irak mücadeleleriyle kıyaslanamayacak kadar sert. Çatışmalar ve bombardıman, dur durak bilmeden devam ediyor. Ne Suriye ne de Irak bu kadar yoğun çatışmalara sahne olmadı. Bir yandan ağır silahlar, diğer yandan sokak çatışmaları, kenti güm güm inletiyor. Hal böyleyken Kobani’nin bu kadar direnebilmiş olması, adeta bir mucize...

Siyaset aşırı kişiselleştiği zaman, geleceği öngörmek için mecburen kişiler üzerine yoğunlaşmanız gerekiyor.

Toplumun, ekonominin, siyasetin temel dinamikleri kişilerde somutlaşıyor; bir tek kişinin tercihi her şeyi sollayıp ülkenin kaderini belirliyor. Hükümet'in ortak eseri olarak Ali Babacan'ın geçen hafta açıkladığı Orta Vadeli Program'ın kaderini Erdoğan'ın tutumunun belirleyecek olması gibi. Ekonomi kırılgan, yapısal reformlar şart. Ekonomi yönetimi dersini iyi çalışmış; ancak Erdoğan'ın etrafını saran Rantiyecileri aşmaları ve iki ucu pis değneği Erdoğan'ın eline tutuşturmaları gerekiyor. Bütün kamu kaynakları bu Rant Oligarşisi'nin aşırı verimsiz tekelinde iken ekonominin büyümesi, finans sektörünün kırılgan dengelerini koruyabilmesi imkânsız. Engel kim? Erdoğan. Demek ki ülkenin kaderi Erdoğan'ın iki dudağının arasında.

Popüler İçerikler

Premier Lig Devinden Arda Güler'e Çılgın Teklif! Bonservis İçin 50 Milyon Euro Düşünülüyor
Göndermesiz Anket: En Komik Komedyeni Seçiyoruz!
Dünyanın En Güzel 100 Kadını Listesine Türkiye'den 3 Ünlü Oyuncu da Girdi!