Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Muktedir ve manipülatör...

PYD ve YPG’yi PKK’ye eşitle; PKK’yi de IŞİD’a...

Basit bir toplumsal mühendislik hamlesiyle toplumu Kobani’ye bigane kıl, trajediyi ötekileştir…

Dostuz, komşuyuz, bakma bizi ayıran tren raylarına Sykes-Picot’dur bizi bölen deyip elini uzatanı da düşman belle; Rojava’nın kendi kendini yönetme serüvenini başarısız kılmak için, Türkiye’de barış sürecinde Kürtlerin elini zayıflatmak için…

Sonra öfkeyi yatıştırmak için Kobani’ye koridor açıldığı imajı yarat…

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Beşir Atalay diyor ki; 'Şu anda Kobani’de PYD militanları dışında kimse kalmamıştır. Hepsi Türkiye'ye gelmiştir.'

Yani infiale gerek yok; orada ölecek sivil kalmadı!

2'nci Dünya Savaşı'nda Türkiye'de halk arasında ' Bitli Çörçil ' diye isimlendirilen tipler vardı... Hitler'in orduları Avrupa'yı esir alırken, Londra bombalanır, İngiliz orduları Kuzey Afrika'da da, Uzakdoğu'da da Almanlara ve Japonlara yenilirken, biz Türkler bu savaşa ilişkin haberleri sansürlü gazetelerden ve radyodaki resmi duyurulardan izlerdik.

İşte bu bilgilerle dolu ileri zekâlı bazıları mahalle kahvelerinde ' Ben Çörçil'in yerinde olsam öyle yapmaz böyle yapardım ' diyerek, kahve cemaatine nutuklar atarlardı. İşte bu tiplere ' Bitli Çörçil ' denirdi. Bunların daha gelişmişleri 1946 sonrasında siyasete de girdiler ve ' İnönü Türkiye'yi savaşa sokmayarak erkekliğimizi öldürdü ' içerikli eleştiriler de seslendirdiler.

Bugün de bunların benzerlerini oldukça fazla görmüyor muyuz?

Adı Suphi ’dir. Mustafa Suphi ’den gelir. 1920’nin 10 Eylül’ünde Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kurucu başkanı Mustafa Suphi’den… Kurtuluş Savaşına katılmak üzere 15 yoldaşıyla birlikte geldiği Trabzon’da, kıyıya ayak basamadan kayıkçılar kâhyası Yahya ve çetesi tarafından boğularak öldürülen Mustafa Suphi’den…

Adı Nejat ’tır. Ethem Nejat ’tan gelir. Türkiye Komünist Partisinin kurucu Genel Sekreteri Ethem Nejat’tan... Yoldaşı Mustafa Suphi ile birlikte Trabzon açıklarında boğularak öldürülen Ethem Nejat’tan…

Soyadı Ağırnaslı ’dır. Niyazı Ağırnaslı ’dan gelir… Sosyalizme gözümüzü açtığımız Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1961 parlamentosundaki senatöründe… Orada sosyalizmin sesini yükselten ağabeyimizden... Benim kuşağımın sosyalizm öğretmenlerinden Niyazi ağabeyimizden…

İnsani yardım için üslerin kullanımına onay veren Ankara, İncirlik için de sadece keşif amaçlı olarak ABD’nin insanlı ve insansız hava araçlarının havalanması konusunda onay vermiş durumda. Üzerinde mutabakata varılan tek başlık ise ‘eğit-donat’

Ankara, sınırındaki IŞİD tehdidi ve bunun Türkiye içindeki yansımaları nedeniyle kritik bir süreçten geçiyor.

Türkiye’nin pozisyonu ana hatlarıyla netleşmiş durumda.

Mevcut tabloda Ankara’nın başından beri ısrarla savunduğu, önümüzdeki haftalarda ve aylarda mücadeleye hangi desteği verecek olursa olsun değiştirmeyeceği en önemli tez güvenli hat ve uçuşa yasak bölge.

Ankara, güvenli ve uçuşa yasak bölgenin sınır öbür tarafında oluşturulması talebinde ısrarlı. Bu ısrarın nedenlerinden biri sayıları 1,5 milyonu aşan mültecilerin bir bölümü için bu bölgede kamplar kurularak, buraya nakledilmelerini sağlamak.

Suriye ile ilişkilerimizin yakın tarihi ilginç, Osmanlı zamanını, Hatay’ın Suriye’den Türkiye’ye geçmesini değil, daha sonrasını, Esed hanedanı zamanındaki Suriye ile ilişkilerimizi kastediyorum. Ama tabii o “daha eski” tarih, bu dönemde olanları da etkiliyordu.

İyi ilişkiler değildi bunlar. Türkiye’nin Suriye ile başlıca derdi, PKK’ya verdiği imkânlardı. Bu gerginlik tırmandı, tırmandı, sonunda bir Türk generalin silâhlı müdahale tehdidine dayandı. Bunun üstüne Suriye Öcalan’ı gözden çıkardı ve hatırladığımız o süreç sonunda PKK’nın önderi İmralı’ya kadar geldi.

Derken Türkiye’de birçok şey değişti. AKP iktidarında Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı oldu ve komşularla iyi ilişkiler politikasını uygulamaya girişti. Bu politikanın en çarpıcı sonuçları Suriye’yle ilişkiler alanında görüldü. Çok da iyi oldu. İnsanlar iki ülke arasında pasaportsuz gidip gelmeye başladılar.

Üç beş gün öncesine kadar böyle bir halde (hani, “can ciğer kuzu sarması” diye bir deyim vardır ya) gelindiği için şimdiki durum daha da şaşırtıcı. Suriye’de Esed’e karşı bir muhalefet hareketinin başladığı anda buradaki yönetim tam tekmil o hareketin arkasına geçti; yoğun bir Esed düşmanlığı başladı. AKP’nin (ya da genel başkanının) şaşırtıcı fevrî dönüşlerinden biri buydu.

Demirtaş’ın sokağa çıkma çağrısı yapmasının öncesinde farklı bir atmosferin yapı taşları döşenmekteydi. Tezkere öncesinde İmralı ile Ankara arasındaki görüşme trafiği artmış, hükümet çözüm süreci ile ilgili yasayı çıkartmış ve Öcalan’ın açık desteğini almıştı. Tezkere hükümetin Suriye ve Irak’a müdahalesine izin verdiği ölçüde, AKP’yi Kobani’yi de kapsayan bir sorumluluk altına sokmaktaydı. Ne var ki Öcalan, güvenilmezliğini vurgulayanları haklı çıkartan bir şekilde kardeşinin ağzından tehdit ve şantaj mesajı verdi. Aralanan kapıdan Kandil’in girmesi ve HDP üzerine kurulan baskının sonuç vermesi gecikmedi. Demirtaş malum çağrıyı yaptı ve iki gün içinde kırka yakın insan öldü.

Bu virajın Kobanili Kürtler için alındığını söylemek zor… Bu kentin çevresiyle birlikte nüfusu kabaca yüz binken, bugün Rojava’dan gelen Kürt mültecilerin sayısı neredeyse iki yüz bin. Yani Kobani’de savaşmak üzere kalanlar dışında kimse yok.

90’ların başında Nusaybin’de Hizbullah adı altında bir oluşum ortaya çıktı

“90’ların başında Nusaybin’de Hizbullah adı altında bir oluşum ortaya çıktı. Örgütün tetikçiliğini yapanların beşi ilkokuldan sınıf arkadaşım. Mardin bölgesinde 1991’de ilk faili meçhul cinayeti gerçekleştiren Mehmet Ata Zengin de sınıf arkadaşımdı. Zengin, Hüseyin Velioğlu’nun korumasıydı. Bu kişilere İslami bir gömlek giydirerek Hizbullah adını verdiler. Aslında hepsi ‘Hizbulkontra’ydı. Örgütün temeli 1982-1984 yıllarında atıldı. İnsanları dualara, ibadetlere, mevlitlere çağırıyorlardı. Camide sohbetler düzenliyorlardı. Katılmayanları kamçıyla, zincirle döverek korkutuyorlardı. Biz gitmeyi kabul etmeyince tepkilerini çektik. 1993’de amcam Tahir Demir öldürüldü. Caminin önünden geçerken, camiden çıkan üç Hizbullahçı amcamı vurdu. İlkokuldan sınıf arkadaşlarım Mehmet Salih Tatlı, Musa Kaya, Muzaffer Yıldırım, Abdülvahap Küçükaslan da aynı şekilde öldürüldü.

Türkiye'yi altüst eden şiddet olayları üzerinden çözüm sürecinin iç çelişkilerinin ağır bir krizini yaşadık. Son yazıda şunları söylemiştim:

'Suriye'de otorite boşluğu, Rojava'da PKK'nın arzu ettiği özerklik formülünü uygulamasına, Türkiye dışında siyasi olarak kökleşme hamlesi yapmasına zemin sağladı. Bu durum Türkiye için Kürt sorununda izlediği (haklar üzerinden tam entegrasyon olarak tanımlanabilecek) demokratik buharlaşma politikalarına tümüyle ters bir durumdu. Rojava faktörü bu nedenle ortaya çıktığı andan itibaren Türk-Kürt barışında yeni bir unsur ve sorun oldu. Türkiye'nin özerkliği kırma politikaları izlemesi, buna karşı PKK-PYD'nin Esad'la işbirliği, karşılıklı hamleler olarak gitti geldi. Ve Kobane üzerinden patladı...'

Elbette olaylara ilişkin 'sorumluluklar', kimin, neden, kime saldırdığı, ne hedeflediği, nasıl bir sonuç elde ettiği de önemli.

Çocukluğumda İstanbul’da yokuş başlarında şöyle bir levha yer alırdı: “İETT şoförü, yokuşu 2. vitesle in!” Benzinden tasarruf etmek için, yokuşta motoru boşa alıp, frenle inmeye çalışırken freni boşalıp, yokuş sonundaki eve, dükkana giren araba, kamyon haberleri sık çıkardı gazetelerde. Motor freninin önemini o vesileyle duymuştum.

Bugün Türkiye’de devlet yönetimi yokuş aşağı giderken motor freni çalışmayan bir vasıta görünümünde. İki ay önce cumhurbaşkanı seçilen ama oturduğu makamı 'cumhurbaşbakanlığı'na dönüştüren zat, devlet yönetiminin fren düzenini dağıtmış durumda. Artık her hafta yapamadığı grup toplantısı konuşmalarını, kah bir üniversitenin akademik yılı açılışını, kah bir kentteki ticaret odasının ya da bir derneğin toplantısını bahane ederek, yapıyor. 'Cumhurbaşbakanı' olduğu için, yürütmenin atacağı adımı, yasamanın alacağı kararları ilan ediyor. Tam sorumsuz ve tam yetkili bir konumda, son derece gergin olan Türkiye iç siyasetinde gerginliğin üzerine körükle gidiyor.

Son günlerde yaşanan şiddet olayları yeni kaygıları tetikledi. Çözüm süreci bitti mi? Yeniden çatışmalar mı başlayacak? Eylemsizlik dönemi sona eriyor? Sorularını akıllara getirdi. Son bir hafta içinde taraflar ilk defa çok ciddi bir sorgulama içine girdiler. Son anda Öcalan devreye girmese bugün masa devrilmiş olacaktı. Peki bütün bunların anlamı ne? Ankara nerede hata yapıyor.

Ankara frene, Kandil gaza basıyor Hükümet doğru bir okuma, yanlış bir takvim yapıyor. Pek çok düzenleme yapmasına rağmen bunları zamanında hayata sokamaması beklenen faydayı sağlamıyor. Bölgede normalleşmesinin hızlanması yerine KCK’nin istediği gerilim yükseliyor.

Popüler İçerikler

Göç İdaresi Başkanlığı Duyurdu: Türkiye'deki Suriyeli Sayısı Açıklandı
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi