Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

“Her şey dahil” paket turlar gibi; takvimi ve içeriği ile “önden yüklemeli kanunlar” dönemine girdik.

Artık böyle:

Çıkarılması planlanan yeni bir kanunu;

o çalışmayı yapması gereken hükümetin başbakanı, bakanları veya ilgili kurumları değil; Meclis’te kabul edildikten sonra, imza için önüne gelecek Cumhurbaşkanı anons ediyor.

Daha tasarı bile değilken Köşk imzası atılmış bu kanunun, sokaklara sıkıyönetim getirecek olması ise “agorafobi” olarak bilinen açık alan korkusunun, siyasi iktidar versiyonuna işaret ediyor.

Benden duymuş olmayın; hep kapalı alanda olun istiyorlar.

“Ya benim olursun, ya kara toprağın” misali; evde, okulda ya da işyerinde değilseniz, iki seçenek bırakıyorlar size:

Ya cezaevinde olmalısınız ya da AVM’de.

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, El Hayat’a verdiği demecinde bir soru üzerine şunu da söylüyor: “Suriye ile ilgili öngörülerim doğru çıktığı için çok üzgünüm. Halep ya da Humus’taki yıkımın fotoğraflarını gördüğüm zaman evim yıkılmış gibi hissediyorum.”

Kuşkusuz ki Gül’ün üzüntüsünün insani bir yönü var, Halep’te, Humus’ta ya da Suriye’nin genelindeki yıkımı ve can kayıplarını görüp de normal bir insanın üzülmemesi zaten düşünülemez. Ama öyle görünüyor ki üzüntüsünün bir de “siyasi boyutu” var! Suriye’nin bugün içine düştüğü durumu görüyor, bunu öngördüğü, gelişmelerin bu yönde olacağını tahmin ettiği ama elinden bir şey gelmediği için üzülüyor. Bugün işbaşında olan “tandemin”, yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yönlendirdiği Suriye siyasetine belli ki sonuçlarını tahmin ettiği halde engel olamamış.

100 yıl önce Kobani ya da Kobane diye bir yer yoktu. Bazılarının ısrarla “orijinal ismi” dediği Ayn el-Arab ise hiç yoktu.

100 yıl önce orada Arab Punar ya da Arap Pınarı denilen ufak bir mezra vardı.

Bu ufacık köyün tarihi, bugün Rusya’dan New York’a dünya gündemine oturan Kobani direnişinin gölgesinde unutuldu, gitti. Ama yine de anlatmaya değer...

Berlin-Bağdat demiryolu, Osmanlı’nın son dönem en önemli siyasi ve ekonomik projesiydi. Eski haritalarda Arab Punarı’na ilk referans, Alman mühendisler tarafından inşa edilen demiryolunun Konya-Halep ayağında ufak bir istasyon olarak... Yıl 1912. O dönemde Suruç, 10 bin nüfuslu bir kaza. Urfa, Ermeni ve Arap nüfusun yoğun olduğu büyük bir yerleşim alanı. Arab Punarı ise dağın başı bir istasyon ve barakalardan oluşuyor.

Birbiriyle ilintisi bulunmayan olayların, olgu ve kişilerin bir büyük toplumsal sonuca tesirine ‘kelebek etkisi’ diyebiliriz artık

Birbiriyle ilintisi bulunmayan olayların, olgu ve kişilerin bir büyük toplumsal sonuca tesirine ‘kelebek etkisi’ diyebiliriz artık. Doğanın gizemli işleyişi içinde mahallemizde kanat çırpan bir kelebeğin, Afrika’da bir derenin suyunu etkileyeceğini düşünmek garip gibi dursa da, esasen bunun mümkün olduğunu bilince yaşamı farklı algılarız. Doğanın ahenkli akışı, insan eliyle bozuluyor. Bu konu hakkında derin yazmak bilimcilerin işi. Ancak insanı, toplumu ve siyasi yaşamı da aynı akıl yürütmeyle tahlil mümkün. Üstelik gerekli…

Kobani eylemlerine karşı insanların takındığı tutuma göre karne vermeye başlamak, bizi çok tuhaf sonuçlara taşır. Söz gelimi Kürt siyasal hareketinin laik geçmişine karşın, siyasal İslamcılarla işbirliği yaparak çözüm araması, uzun bir süre için kan akmasını engellediği için alkışlanırken, şimdi ortalık neredeyse doksanlara dönüşünde ne düşüneceğiz? Başta atılan adımın yanlışını mı, yoksa Ortadoğu’daki ‘kelebek etkisi’ni mi?

Toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında meydana gelen “ölümler” ve “şiddet” olayları sonrasında Hükümet tarafından özgürlükler yerine tercih edilen “güvenlik” ve “devletin kutsallığı” üzerine ve hatta “ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün” yeniden tesisi gerekçeleriyle “kanuni” düzenlemeler yapılacak. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi, devletin pozitif yükümlülüğünün hesap verilebilir biçimde şeffaf yönetime dönüşmesi yerine sınırlandırmaların yaşamımıza egemen olacağı anti demokratik “siyasal ve yasal” yapıya sürükleniyoruz. Kanun değişiklikleri torbasının kabulünden sonra Yürütme organının idari kararlarıyla ve yargı denetimini hiçe sayan yöntemleri uygulayacakları çok açık. Devlet adamları böyle söylüyor ve yapacaklardır.

Türkiye hakkındaki 8 Ekim 2014 tarihli 2014 İlerleme Raporu açıklandı. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, ifade ve basın özgürlüğü başta olmak üzere temel haklar ve yolsuzluk soruşturması ile soruşturmanın ele alınış biçimi ihtiyatlı bir dille “ciddi endişeler” yarattığı bu Raporda ağırlıklı olarak vurgulanıyor.

Sason'un dağlık bir köyünde oturan, çobanlık yaparak harçlığını çıkaran, zihinsel engelli, 23 yaşında bir genç Yakup Çelik.

Yine ailesinden gizlice Batman'ın merkezine indiği günlerden birisi. Ailesi daha önce de kaybolduğunda onu aramış ve bulmuş. Ancak Yakup cep telefonu kullanmayı bilmediği için, o gün de bir süre ulaşamamışlar.

Yakup, Batman'da ilçe otogarına geldiğinde vaktin geç olduğunu anlayınca ve minibüs de bulamayınca, her zaman namaz kıldığı garajdaki mescide girmiş ve sabahı orda etmek umuduyla beklemeye başlamış. Vakit yatsıyı geçtikten sonra mescide iki kişi girmiş. Gerisini Yakup'tan dinleyelim:

'Gördüm ki boyunlarında Apocu örtüsü var, pek onlara bakmadım. Mescitte sigara yaktılar ve bana ters ters bakmaya başladılar. Ben de korktum. Ordan ayrılıp yan taraftaki kadınlar mescidine girdim. Peşimden geldiler.

Bir yakınım, “Dünyanın en gelişmiş silâhlarına sahip Esad ordusu Hums’u, Haleb’i bombalar, Şam’a kimyasal silâhlarla saldırırken bu kadar ses çıkmamıştı; Kobani’nin bu denli önemsenmesinin sebebi ne?” diye sorarken, benzer bir soru uzaklardan yazan Iraklı Türkmen dostumdan geldi: “Aynı bölgedeki Türkmen varlığı tehdit altındayken Türkiye’de yaprak kımıldamıyordu; şimdi ne oluyor?”

IŞİD’in özelliklerini, Kobani’nin IŞİD eline geçmesinin Türkiye ve barış süreci için anlamını hesaba katmıyor olsa da, ilk elde kulağa haklı gelen sorular bunlar...

Zaten bu sebeple olacak, devletin etkili isimleri, hükümete destek veren çevreler, işin içinde bir iş olduğuna inanıyorlar.

O çevrelerde şu sıralarda en çok kullanılan sözcük ‘komplo’ ...

Acaba?

Kürt siyasetçi ve araştırmacı Ayhan Bilgen uzun yıllar MAZLUM-DER başkanlığı yaptı. Son dönemde Demokratik Anayasa Hareketi adlı sivil toplum inisiyatifini kurdu. Ayrıca Demokratik İslam Kongresi sözcülüğünü yapıyor. Kürt sorununa kafa yormuş önemli entelektüellerden biri. Kobani eylemleri patlak verdiği gün “Kobani’yi düşüren IŞİD değil, Anadolu’nun sessizliğidir” diye bir tweet attı. Bilgen’le bu hissiyatı konuşmak üzere buluştum. Türkiye solunun Gezi’den beri Kürtleri ‘Bizi yalnız bıraktınız, devletle anlaştınız’, Kürt siyasi hareketinin ise ‘Kobani de bile yanımızda durmadınız’ söylemlerini tercüme etmesini istedim. Bilgen’in analizleri bugünkü şiddet ortamını anlamak ve aslında çözmek adına önemli ipuçları veriyor.

Bazılarına göre Kobanê “ düştü ” ve PYD “ yenildi ”. Olayı bir “ yendi-yenildi ” üslup ve mantığıyla değerlendirmek için en az bunu söyleyenler kadar yüreksiz, vicdansız olmak lazım. İlla o ağızla konuşmak gerekiyorsa, yenilen IŞİD’dir. İlk defa bütün güçleriyle yüklendikleri bir bölgeyi, karşılarındaki çoğu silahlı sivil (evet, sivil) direnişçilerden silah ve eğitimli savaşçı bakımından daha güçlü olmalarına rağmen ele geçirememişlerdir. Kobanê’den geri çekilmemelerinin en büyük nedeni ise, Kobanê direnişinin kendileri için bir “ önlenemez ” düşüş ve dağılmanın miladı olma ihtimalinden duydukları korkudur.

Kobanê protestolarında 40 kişi hayatını kaybetti. Hükümet sokağa çıkma yasağı ve “ misliyle karşılık verme ” tehditleriyle krizi yönetemeyince Abdullah Öcalan’ın çağrısına ihtiyaç duydu. “ Olaylar ” duruldu. Ve hemen “ karşı ” saldırıya girişildi. Taşıdığı “ cumhurbaşkanı ” sıfatını bir kenara koyan Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve tabii ki “ işaretle ” harekete geçen yazar ve yorumcular Selahattin Demirtaş ve HDP’yi hedef tahtasına koydular. Belli; Cumhurbaşkanı seçimlerinde yürüttüğü başarılı kampanya bazılarını endişelendiren Demirtaş’ı siyaseten yıpratmak ve hatta bitirmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar. Selahattin Demirtaş’ı “ bitirmek ”, HDP’yi etkisizleştirmek çabalarının Kürtlerde ve genel olarak demokratik kamuoyunda yol açtığı ve açacağı kırılmaları görmüyor, düşünmüyorlar bile...

Kobani'nin IŞİD'in eline geçmesi, üç büyük sonuç doğuracak:

1) Suriye'nin Kürt bölgeleri, coğrafi olarak birbirinden ayrılacak. Bir Kamışlı Kürdünün Afrin'e gidip gelme imkanı ortadan kalkacak.

2) IŞİD, Haseke Eyaleti'ni Suriye'nin diğer bölgelerinden tecrit edecek. Örgütün bir sonraki hedefi, Kürt nüfusun en yoğun olduğu Haseke Eyaleti olacak. Petrol ve doğalgaz, IŞİD'in ağzının suyunu akıtıyor.

3) Moral etkeni, gelecek dönemde beklenen çatışmaların seyrinde büyük rol oynayacak.

Kobani sonrası, Kürtler için zor seçenekler süreci olacak. Oysa birçokları, Suriye krizinin, milliyetçi hedeflerine ulaşma yolunda Kürtlere büyük bir fırsat sağladığını düşünmüştü.

(*)1967 Suriye doğumlu yazar, Suriye televizyonunda haber editörü ve müdürü olarak çalıştı. İran merkezli El Alem televizyonunun Şam muhabirliği ve müdürlüğünü yaptı. El Hayat, En Nehar ve El Müstakbel gibi gazetelerde makaleleri yayımlandı. Türkiye ve Kürt konularında uzman olan yazarın, 'Türkiye ve Dış Politikanın Sorunları' başlıklı bir kitabı bulunuyor.

Popüler İçerikler

Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''