Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Gazeteciliğe 1985 yılında Ercan Arıklı’nın sahibi olduğu Nokta Dergisi’nde başladım. Yıllar sonra, 2002 yılının Aralık ayında, rahmetli Ercan Bey beni Vatan Gazetesi’nde çalışmaya çağırdı. O gün bugündür, yaklaşık 12 yıldır (Bunun 2.5 yılı Washington’da geçti) Vatan’dayım..

Ama artık di’li geçmiş zaman kullanmak durumundayım çünkü bu Vatan’daki son yazım.

Nerdeyse 30 yıla yaklaşan meslek hayatımın en verimli, heyecanlı ve keyifli günlerini hiç kuşkusuz Vatan’da yaşadım. Dolayısıyla ayrılma kararı benim için hiç de kolay olmadı. Ama bir yerden sonra insan yeni bir şeyler yapmak ve kendisini hayatın akışına bırakmak istiyor.

Bazı öyle olaylar, eylemler ve söylemler vardır ki, yapanlar utanmamıştır ama siz eleştirmek için bile onlardan söz ederken utanırsınız!

Bugün aslında Ortadoğu bataklığındaki kaos ve bu kaosun Türkiye’ye yansıması hakkında, gözden kaçan birkaç nokta üzerinde yazacaktım...

Yazının önemli bir bölümünü de hazırlamıştım...

Ama sabah sabah öyle bir haberle karşılaştım ki...

Artık bu kadarı da olmaz! ” dedim.

Türkiye bu sabah, Kobani trajedisi, PKK-HDP siyaseti ve AKP iktidarının politikaları sonucunda çıkan olaylarda, hayatını kaybedenlerin sayısının 35’e yükselmiş olması haberiyle uyandı...

Niçin böyle?

Nedir bu nefretin kaynağı?

Ben sahnede cereyan eden bu olayların bir seyircisiyim; gözümün önünde olup bitenleri anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum. Ya bunun bir parçası, hattâ “mimarı” olanlar, işleri ve sözleriyle bu olayların oraya ya da buraya yönelmesinde birinci derecede rol oynayanlar? Onlar da bir gün durup “Ben burada ne rol oynuyorum?” diye soracaklar mı? Ve “tabii ki ve her zamanki gibi ben haklıyım”dan başka cevapların da mümkün olduğunu görebilecekler mi?

“Bizim için IŞİD neyse PKK da odur.”

Bu, Tayyip Erdoğan’ın sözü. O bunu söyler söylemez onun cephesi koro halinde bunu tekrarlamaya başladı. Kendisi de tekrarladı.

'Bunları niye yapıyorlar' diye soran ve olan bitene anlam veremeyen milyonlarca insan var. Kürt, Alevi, dindar ya da değil, akıllarda bu soru ile televizyon izleyen birçok insan Kobani'nin adını ilk defa duyduğunu söylüyor. Kobani'yi Güneydoğu'da bize ait bir kasaba zannedenler de var. 'Kanton' kelimesi ise zihinlerde henüz hiçbir çağrışım yapmıyor. Kantonlar ya da 'kanton modeli devlet yapılanması' ulus devletlerden sonra yeni dünya düzeninde neye tekabül ediyor henüz bilmiyoruz.

Kürtlerin yoğun olduğu bir mahallede yaşayan bir arkadaşım, Kürt olan komşusunun dükkânını benzinle yakarken evini de yakıvermenin izahını soruyordu. Her bir grup için iç-dış çatışma; iç-dış düşman ayırımı lokal biçimde oluşmuş durumda.

Başbakan Ahmet Davutoğlu , hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan ’dan takipçileri üzerindeki etkisini kullanarak hükümetin Suriye’nin Kobane (Ayn el-Arab) şehrine saldıran IŞİD’e karşı tavrını protesto gösterilerini durdurmasını isteyerek riskli bir karar aldı.

Öcalan o mektubu yazdı. HDP’yi protestolara değil, diyalog sürecine odaklanmaya çağırdı. Mektup MİT eliyle HDP’lilere ulaştırıldı. HDP daha ondan iki gün önce taraftarlarına kitlesel protesto çağrısı yapmıştı. Ama Öcalan’ın mektubunu alınca HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş , kitlesinden şiddet içeren eylemlerden uzak durmasını istedi; oysa kitle tam istimi almıştı.

Bir anlamda Davutoğlu, mektubuyla kitlesel eylemleri tam zamanında durduran Öcalan’a borçlanmış sayılırdı.

Taliban’ın dizinin dibinde, yerde oturan cumhurbaşkanı kimdi?

İsmet İnönü.

PKK’yla pazarlık masasına oturan?

Fırıncılar Odası.

İnsanları işkenceyle, domuz bağıyla öldürüp, mezar evlerine gömen Hizbullahçıları, davul zurnayla halay çeke çeke sokağa salan kimdi?

Zuhurat Baba.

E şimdi, taliban fışkırması ışid’in, pkk’nın ve hizbullah’ın memleketi kan gölüne çevirmesine şaşıyorsun değil mi?

Suriye’yle Libya’yla Fas’la Katar’la Pakistan’la vizeleri kaldırdık müjdesi(!) verip, bu ülkelerden 30 bin silahlı manyağın elini kolunu sallaya sallaya gelmesini sağlayan, vizeleri kaldırdık ayağıyla Türkiye’yi köktendinci militan yatağına çeviren kim?

İki yıldır anlatmaya çalışıyorum: Diyarbakır (Lice, Silvan), Van, Hakkari, Yüksekova... Nereye gidersem gideyim, Kürtlerin barış süreciyle ilgili umutlarının her seferinde daha da eridiğine şahit oldum.

Akil İnsanlar raporlarına bile yansıyan, Kürtlere dair her araştırmada ve Güneydoğu’ya ciğer tava yemeye değil, gerçekten gazetecilik yapmaya gidenlerin altını çizdiği gerçeklik işte buydu.

Peki neden? Çünkü Kürtler, devlete güvenmiyordu... İktidarda kim olursa olsun, devlet refleksleri onlara göre değişmemişti (*).

Yine Kürt “düşman”dı, ötekiydi. Dil ve kültürün tanınmasına yönelik adımlar yetersizdi, toplumsal mutabakat Allah’a havale edilmişti, siyasi davalardan yargılananların ne olacağı ise belirsizdi.

Kesif öfke ve düşmanlık duygularımı beraberimde götürdüğüm cuma namazında imam efendinin irâd ettiği “Biz kardeşiz” konulu hutbeyi dinleyince, günün mânâ ve önemine harikulâde bir tesadüfle denk düşen bu ikazla titreyerek kendime döndüm ve anladım ki her zaman olduğu gibi bir kere daha milli birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz zorlu günler geçirmekteyiz.

Cami cemaati ise her zaman olduğu gibi Diyanet’in binbir emek ve ilimle hazırlayıp internetten tamim ettiği hutbeyi yarım kulak dinlemiş olmalıydı ki, duruşlarında bir fevkaladelik yoktu; her zamanki gibi selâmsız, meşgul ve asabî görünüyorlardı.

Hatip Dicle ve Osman Baydemir .

İkisi de Kürt siyasetinin önemli isimlerinden.

Dicle ve Baydemir ile Diyarbakır’da görüştüm. Kobanê olaylarının fitilini ateşlediği süreçte yaşananları, olayların arkasında neleri gördüklerini, darbe alan çözüm sürecinin akıbetini, bundan sonraki ihtimalleri konuştuk.

Her ikisi de T24 ’e yaptıkları açıklamalarda Diyarbakır’dan Erdoğan’a yönelik uyarılarını, “ çatıştırılmaya çalışılan ” taraflara çağrılarını paylaştılar. Aşağıda ayrıntılı görüşlerini paylaştığım Dicle ve Baydemir’in açıklamalarında öne çıkan bazı noktalar şöyle özetlenebilir:

  • Devletleşen AKP iktidarı Kobanê’de yaşananları doğru okuyamıyor. Diyarbakır Valisi’yken “ Cana gelmesin cama gelsin ” diyen Efkan Ala İçişleri Bakanı olarak “ Misliyle karşılık bulacaklar ” diyebiliyor.

MESELE tam da dediğim istikamette ilerliyor.

Biliyorsunuz, “barış süreci” vardı.

“Gık” diyene “Vay şerefsiz süreci baltalamak mı istiyorsun, analar ağlasın mı istiyorsun” diye fırça kayılıyordu.

Biz de burada “Yahu süreç iyi hoş da siz, demokrasiyi içselleştirememiş bu halinizle barış sürecini nasıl yürüteceksiniz? Biz sizin dip duygunuzun farkındayız” dediğimiz zaman hemen hain, hemen düşman, hemen “Eski Türkiye” olarak nitelendiriliyorduk.

“Yeni Türkiye” diye bize yutturmaya çalıştıkları “şey”de fikre saygı diye bir şey yoktu.

Ya onlarla aynı şeyi söyleyecektiniz ya da konuşmayacaktınız.

Popüler İçerikler

Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!