Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Geçtiğimiz ay BBC adına Gabriel Gatehouse adlı bir gazeteci, Cezza’daki YPG ve YPJ’lilerle görüştü. BBC haber sitesinde 5 Eylül 2014’de yayımlanan haber röportajda “Bêrivan” adlı genç bir kızın fotoğrafına da yer veriliyor.

Bir ay sonra kimliği ve kaynağı belirsiz biri ya da birileri bu fotoğrafın altına “19 yaşındaki Batmanlı Ceylan Özalp adında genç bir kız Kobani’de IŞİD’in eline düşmemek için son kurşunu kendine sıktı” şeklinde bir not düşerek bir tweet attı.

İnternet siteleri bilgiyi doğrulatmadan, kaynağına ulaşmadan söz konusu tweet üzerinden bu iddiayı sürdürdü. Öyle ki; “Cezza’daki Berivan”, “Kobani’deki Ceylan” oldu. Birinde “Batmanlı” ise bir başka sitede “Sason”lu oldu. YPJ’li iken PKK’lı oldu...

Sosyal medyada dolaşıma giren Berivan’ın fotoğrafı; her defasında yeni bir “yalan” üreten kuşkulu bir habere dönüştüğü halde, bir gün sonra aralarında Milliyet’in de olduğu birçok gazete söz konusu haberi yayımladı.

Önce CHP, sonra Anayasa Mahkemesi olmasa; yasaları torbaya doldurulmasıyla kabul edilen düzenlemeler Anayasaya ve hukuka aykırı olsa bile uygulanacaktı.

Cumhuriyet Halk Partisinin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi süreklilik arz eden torba yasalardan 6552 numaralı Kanunun bazı maddelerini 2014/149 Karar ve 02.10.2014 sayılı kararı ile iptal etti.

AYM; 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğün durdurulmasına, 8. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki değişiklikle gelen “dört saat” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına, iptal ve yürürlüğünün durdurulması isteminin reddine, 8. maddeye eklenen (16) numaralı fıkranın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, yürürlüğünün durdurulması isteminin koşulları oluşmadığından reddine karar verdi.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Türk-Amerikan ilişkilerinde sarsıntıya yol açacağı aşikar iddialarını Harvard Üniversitesinde 2 Ekim akşam saatlerinde yapmıştı.

Aradaki 7 saat fark nedeniyle Türkiye uykudaydı. Türkiye uyandığında da ABD henüz uyanmamıştı. Üstelik Türkiye bayram arifesindeydi. Suriye sınırında Kobane’de (Ayn el-Arab) Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ve PKK’nın Suriye kolu PYD arasında süren çatışmalara rağmen Ankara’da belli bir Bayram rehaveti vardı.

Yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 3 Ekim öğleden sonra, Amerika’nın yeni uyandığı sırada Biden ile telefonda konuşurken, bir gece önce Harvard’da yaptığı konuşmadaki iddialarından habersizdi. Yani Biden ile Meclis’in hükümete Suriye ve Irak’ta askeri harekat için verdiği izin, IŞİD’e karşı askeri katkı gibi konuları konuşmadan önce, kimse Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına bir gece önce muhatabının Türkiye’nin Suriye’deki İslamcı gruplara sırf Beşar Esad’ı yıkmak uğruna ayrım gözetmeden yardım ettiğini söylediğinden bahsetmemişti.

İşaret fişekleri atıldı. Düzenlemenin eli kulağındadır. Önce Meclis Başkanvekili Sadık Yakut “karma eğitime” karşı olduğunu söylemişti. Sonra da başka AKP’li siyasetçiler. İktidarın bilinçaltı Akit gazetesi de yardıma yetişti, AKP’nin sendikası da.

Hepsinden önemlisi alternatif milli eğitim bakanı Bilal Erdoğan ’ın karma eğitime karşı görüşleri medyaya sızmıştı.

Öyle bir niyetimiz yok deseler de kıymetsiz. Ortaöğretimde başörtüsü için de aynı şeyi üstüne basa basa söyleyip sonra bir günde konuyu halletmediler mi?

Kamuoyunda önceden sağlıklı bir tartışmaya dahi tahammülleri yok.

Koca bir genel seçim kampanyası boyunca bir defa 4+4+4 sisteminden bahsetmeyip, Meclis’e girince karakuşi yöntemlerle, milletvekili tartaklama pahasına eğitim sistemi değiştirilmedi mi?

Cüneyt Özdemir’in “5N1K” programında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullanacağı “Ak Saray” adıyla bilinen yapı tanıtılıyordu.

Görüntülere şöyle bir baktım: Neoklasik tarz, Roma mimarisine göndermeler, postmodern süslemeler, Selçuklu mimarisinden çizgiler falan… Bunların tümü bana daha önce aşinası olduğum bir binayı hatırlattı. Biraz düşününce buldum: Ankara’nın “Ak Saray”ı, 1980’lerin sonunda Silivri’de açılan dönemin sükseli ve şaşaalı oteli “Klassis Otel”e benziyordu.

O “Klassis Otel” ki… İlk açıldığında İstanbul’un gözdesi olmuştu. Kaçamak yapanlar, kumarhanesine dadananlar, lüksün ve ihtişamın keyfini çıkarmak isteyenler, İstanbul’un yanı başındaki bu otele akın ediyorlardı. “Klassis Otel”in şaşası ve ihtişamı uzun sürmedi. Kumarhanelerin kapatılması en çok bu oteli vurdu. Müşterisi azaldı, eskidi ve bir yenileme söz konusu olmadı. Epeydir fena halde demodeydi. Şimdiyse ölmeye yatmış durumda.

Hemen başladım araştırmaya. Ve bingo! Ölmeye yatan “Klassis Otel”in mimarı ile yeni gözde “Ak Saray”ın mimarı aynı kişi: Mimar Şefik Birkiye.

Birinci Körfez Savaşı’nın en dikkat çeken yönlerinden biri, CNN’nin savaşı canlı olarak evlerimize taşımasıydı. Daha sonra birçok savaşta benzer durumlar yaşandı. Hatta Somali’ye çıkartma yapan uluslararası güçleri sahilde kalabalık bir medya ordusu karşılamıştı.

Sosyal medyanın ve buna bağlı olarak “yurttaş gazeteciliği”nin gelişmesiyle birlikteyse artık savaşlar hakkında birçok farklı kanaldan haber alma imkanı doğdu. Bunu en net olarak Kobani direnişinde gözlüyoruz. Kobani haberleri sadece savaşan tarafların sözcüleri veya gazetecilerden gelmiyor; direnişçilere destek için Suruç’a giden yurttaşlar görüp duyduklarını ve tabii hissettiklerini anında sosyal medya üzerinden aktarıyorlar.

Kim ne derse desin, Kobane denilen ufak şehrin IŞİD’in eline düşmesi, Türkiye için kötü bir şey.

Ankara’da ülkeyi yöneten bir çok kişi bunun farkında.

Ahlaki ve insani kaygılar bir yana, IŞİD’inKobane’yi ele geçirmesi, bu örgütün Türkiye sınırında 3. kritik sınır kapısını da kontrolü altına alması demek. Sınır bölgelerinde siyasi rüzgarını estirmeye başlaması demek. Türkiye’deki “Kürt sokağının” mobilize olması demek. Nihayetinde çözüm sürecinin olumsuz etkilenmesi demek...

Peki Ankara, Kobane’nin “düşmemesi” için adım atmalı mı? Perde gerisinden bile olsa, PYD’ye destek vermeli mi?

İşte bu noktada devletin kurumları arasında tam bir mutabakat yok.

Tamam, IŞİD’inKobane’yi alması kötü olur, deniyor. Bunu devlet içinde herkes görüyor. Ama Ankara bunu engellemek için bir şey yapmaya hazır mı? Ya da bir başka deyişle, PYD’ye yardım edilmesi için Ankara’nın çıkarttığı ‘kar-zarar’ tablosu nedir?

Esmeray'ın şarkısıydı.

'Gel tezkere gel tezkere,

Bitsin bu gurbet'

Kışlalar Esmeray'ın sesiyle yıkılır, gün sayan askerler gizli gizli gözyaşlarını silerdi.

Hatta dün tezkere bugün savaş diye bekleyenlerle de ilgisi yok.

Biz savaşa girmemekte kararlıyız.

Hükümet savaş tezkeresi değil, 'Hazır ol cenge sulh-u salah istiyorsan' türü tedbir tezkeresi çıkardı.

Biz bu savaşın muharip gücü olmayacağız. Sadece kendi önceliklerimizle insani ve lojistik boyutunda rol üstlenebiliriz.

Kimi açık kimi üstü kapalı olarak, 'Ahmet Davutoğlu o zaman 1 Mart tezkeresine karşı çıkanlardandı şimdi konumu değişti, Başbakan oldu kendisini tezkere çıkardı' diyenler gerçekleri çarpıtıyor.

Bugün Irak'taki duruma bakıp, 1 Mart tezkeresinde Türkiye'nin ne kadar isabetli karar verdiğini daha iyi görüyoruz.

1 Mart tezkeresi ile işgalci ABD'nin yanında Irak'a giren Türkiye, bugünkü tablonun müsebbiplerinden biri durumuna düşecekti.

Topluma mal olmuş, söyledikleri ya da besteledikleri şarkılar kuşaklar boyudur dillerde dolaşan sanatçılar, nedense aynı toplumun geniş kesimlerini huzursuz edecek söylemleri kaba bir üslupla hiç düşünmeden seslendirebiliyorlar.

Oysa bu sanatçılar ' Söz 'ün ne kadar değerli olduğunu ve ne kadar dikkatle kullanılması gerektiğini, şarkılardan bilirler. İnsanın hiç düşünmeden ağzına geleni söylemesi ile bir şarkıya söz yazılacağı zaman ne ölçüde özenli davranılması gerektiğini, en iyi ses sanatçıları ve besteciler bilirler. 

Mahalle baskısı ve sendrom

Ama şunu da söyleyeyim... Bu kaba üsluplu ve geniş kitleleri huzursuz eden söylemleri seslendiren sanatçılara karşı gösterilen tepkiler de, onların söylemleri kadar kaba ve huzursuz edici nitelikte... Bence kendi mesleklerinde ne kadar değerli olduklarını yıllardır kanıtlayan bu sanatçıların bu zor duruma kendi kendilerini düşürmeleri arkasındaki nedenleri aramak, daha doğru olur... Mesela ' Mahalle baskısı 'nın bu gibi durumlarda hiç payı yok mudur? Ya da bu tür anlık ruhsal bozuklukları niteleyen ' Sendrom 'ları aramak daha doğru olmaz mı?

Her geçen gün zulüm hudutları zorluyor; aklın, vicdanın, insafın hudutlarını. Gün geçmiyor ki yeni bir zulme şahit olmayalım. İnsanların yüreği burkuluyor, gözleri yaşarıyor.

Mazlumun âhı zalimin umurunda mı? Tabii ki hayır. Ne zaman umurundaydı ki? O her daim gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış; hatta kendi iç sesini duymamak için sürekli höykürerek kendini haklı çıkarmaya çalışmıştır.

Bu ülkede uzun zamandan beri bazı insanlara gadrediliyor, cevrediliyor, zulmediliyor. Hafta içinde zulüm zincirine yeni bir halka eklendi. Yaptığı hizmetlerle toplumun bütününden takdir alan Kimse Yok mu Derneği’nin izin almaksızın yardım toplama hakkı, Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi. Böyle bir kararın varlığı önce gazetelerde, sonra sosyal medyada duyuldu. Ne var ki Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, iddiayı yalanlamıştı. Ne acıdır ki Arınç’ın, “Böyle bir kararın imzalandığını ben görmedim.” demesinden iki gün sonra Bakanlar Kurulu kararının belgesi ortaya çıktı.

Popüler İçerikler

Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı