Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Radikal yazarı Ezgi Başaran’ın İstanbul Üniversitesi rektörü  Prof. Mehmet Karaca hakkında 30 Eylül’de kaleme aldığı yazı, TİB’e internet sitelerine erişimi mahkeme kararı olmaksızın engelleme yetkisi veren yeni internet yasasıyla engellendi. Ezgi Başaran’ın, TİB kararıyla sansürlenen yazısının tam metnini yayınlıyoruz. 

Hükümetin açtığı en ‘makbul’ üniversite yöneticisi yarışmasında birinciliği şimdilik bu rektör göğüslüyor. Ama rakipleri bol. Ama rakipleri güçlü.

Üniversite değil, Dingo’ların şahsi ikametgahı. Tozu dumanı, otu samanı gönlünce savuruyor, ne hukuk ne etik, ne bilim ne fen kriterini takıyorlar.

Türkiye’nin belli başlı üniversiteleri böyle Dingo rektörler, belli başlı fakülteler böyle Dingo dekanlar tarafından iç ediliyor.

Ne haller ne mikro iktidar alanları var, ne Kemeraltı’nda Kapalıçarşı’da bulunmayacak kurnazlıkta esnaf hesapları dönüyor, ah bir bilseniz…

Gücü elinde bulunduranlar tarafından özenle seçilip üniversitelere yerleştirilen ‘bilim’ dünyasının hükümet komiserleri, ‘bilim’ dünyasının ‘Alo Fatih’leri, yani bu Dingolar…

İstiyorlar ki tüm araştırma görevlileri, tüm asistanlar, tüm yardımcı doçentler, tüm doçentler onların eşleri dostları, söz geçirebildiği ya da hükümetin hoşuna gidecek kişiler olsun.

Buna göre kadroları düzenlerken de, takdir edersiniz ki, ne bilimsel kriter ne de hukuki hudut gözetiyorlar.

Akademik yetkinlik mi? Geçiniz.

‘Milliyetçilik’, ‘AKP’ye yakınlık’, ‘eskiden cemaate yakınlık şimdi cemaate uzaklık’, ‘Milli Görüş geleneğine içten bağlılık’, ‘serde İslamcılık’ türünden yetkinlik alanları var ve asıl bu akçeler tedavülde…

Ha bir de en önemlisi… ‘Haddini aşarak(!)’ protesto hakkını kullanan gençlere karşı devletin tarafını tutmak… Evet üniversite kadroları böyle hocalarla dolsun isteniyor. Öğrencisinin değil, devletinin hocaları!

Ben size yukarıda yaptığım tarifin vücuda gelmiş halini vakalar üzerinde göstereceğim şimdi, az bekleyin.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Soma faciasından 1 hafta önce, Soma Holding’in patronuna plaket verdi.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Çocukların mezuniyet törenini ‘kapasite yetersiz’ diyerek iptal etti. O kapasitesiz stadyum Metallica konserine ev sahipliği yapmıştı fakat öğrenciler için uygun değildi. Çünkü bir sene önce Gezi eylemleriyle ilgili komik pankartlar açan öğrencilerin bu sene de ‘şov’ yapmasından çekinilmişti.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Kampüs güvenlik görevlilerinin sayısı 1.5 katına çıkarmak üzere kaynak ayırdı ama sosyal bilimler fakültesinin açılması için kaynak bulamadı!

-Öyle bir rektör düşünün ki… Yemedi, içmedi… Gezi’de hayatını kaybeden gençlerin anısına dikilen 30 fidanı bir bayram tatili vakti söktürdü.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Pirinçler üzerinde (Mersin Limanı’nda ele geçirilmişti) araştırma yapan ve ‘GDO’ludur’ diye rapor veren Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi’nin itibarını sıfırladı. Çünkü Tarım Bakanı ‘Hayır o pirinçler GDO’lu değildir’ demişti. Bu demeci en kıymetli bilimsel veri kabul eden rektör üniversitesinin merkezini analizden çekti.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Onlarca idari personeli sürgün etti, afiş asıyor diye öğretim görevlileri hakkında soruşturma başlattı.

-Öyle bir rektör düşünün ki… Doktoraları biten bir çok araştırma görevlisini işten attı. İlgili bölümleri ve fakülteleri bu araştırma görevlileri ile çalışmaya devam etmek istediğini söylemesine rağmen… Bu akademisyenler İstanbul idare mahkemesinde dava açtı ve bir ay önce kazandı. O mahkeme kararına göre üniversitedeki kadrolarına geri dönmeleri gerekiyordu. Evet bir kısmı döndü. Fakat iki araştırma görevlisi için mahkeme kararı olmasına rağmen göreve iadeleri yapılmıyor. Neden? Çünkü bu iki araştırma görevlisi, Hüseyin Mercan ve Aykut Tunç Kılıç rektöre göre hiç ‘makbul’ kimseler değil. Çünkü bu iki akademisyen rektörlüğün yukarıda saydığım uygulamalarını eleştiriyor ve daima öğrencilerinin yanında duruyor. O nedenle hukuksuz biçimde işsiz bırakılıyorlar. Ceza gibi, gözdağı gibi işsiz bırakılıyorlar.

Bu müthiş icraatlara imza atan rektör Prof. Mehmet Karaca’dır.

Türkiye’nin en kıymetli üniversitelerinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi’ni yönetiyor.

Ve hükümetin açtığı en ‘makbul’ üniversite yöneticisi yarışmasında birinciliği göğüslüyor.

Ama rakipleri bol. Ama rakipleri güçlü. Bugün İTÜ’de yarın ODTÜ’de. Yarın ODTÜ’de, öbür gün Yıldız Teknik’te. O gün Yıldız’da, diğer gün Ege’de…

Dingo’nun bilim dünyasından haberleri dinlediniz, şimdi endişe edebilirsiniz.

Türkiye’de gazeteler, televizyonlar sıra dayağına çekilmiş öğrenciler gibi... Bir diğeri dayak yerken sessiz kalırlarsa, sıranın kendilerine gelmeyebileceğini umut ediyorlar...

Karşı Gazete ve Gri Hat internet sitelerinin büroları kalabalık polis grupları tarafından basıldı; bütün evraklarına el konuldu; bilgisayarları kopyalandı...

Hangi gerekçeyle yapılmış olursa olsun, bir gazetenin polis tarafından basılması büyük bir haberdir.

Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde, böyle bir olay olduğunda, bu haber gazetelerin internet sitelerinin en tepesine tırmanır; televizyonlar yayınlarını kesip, bu olayı flaş haber olarak duyururlar.

Salı günü, polisin gazete basıp açıkça sansür uygulamasından daha acı olan, pek çok gazete ve televizyon kanalının bu olanları uzunca bir süre görmezlikten gelmeleriydi.

Bugünlerde devlet içinde iki farklı üslup göze çarpıyor...

Birincisi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın New York gezisinde IŞİD’le birlikte PKK’ya yüklenmesiyle başlayan ”IŞİD’e karşıyız ama PKK’ya da bir o kadar karşıyız” üslubu.

Bu gruba, Genelkurmay’ı da katın. Bu hafta medyaya sızan haberler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sadece IŞİD değil aynı zamanda bölgede yükselen PKK/PYD aktivizminden de rahatsız olduğunu net bir şekilde gösteriyor.

”Güvenli bölgeler” söylemi de, Suruç’ta günlerdir devam eden gazlı müdahaleler de, gazetecilere fısıldanan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in aslında Suriye’ye girmek istediği yolundaki haberler de, burada gerçek tehdit algısının IŞİD değil PKK olduğunu gösteriyor.

Yargının yeniden yapılanmasında ve adalet sisteminin ‘hukuk devleti’ tanımına bir nebze olsun yaklaşmasında en kritik adımlardan biri HSYK’nın normalleşmesi. Bundan kasıt söz konusu kurumun ideolojik ve siyasi kaygılardan olabildiğince bağımsız bir şekilde yargı mekanizmasının idari işlevlerini yapabilmesi… HSYK Türkiye’deki demokratik sistemin en az Meclis kadar önemli bir aktörü ve bu 1980 sonrasında bilinçli olarak yaratılmış bir durum. Sivil siyaset üzerinde doğrudan müdahalelerin çok zor hale geldiği bir dünyada, yargı vesayetin doğal ve meşru aracı olarak tasavvur edildi. Demokrasilerin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanmasından hareketle, yasama karşısında aynı güçte bir başka ‘kuvvet’ oluşturuldu. Yasamanın ve dolayısıyla yürütmenin ‘kontrol dışı’ toplumsal güçlerce ele geçirilmesine karşı set çekilmesi görevi de yargıya kaldı. Diğer taraftan yargı içinde her türlü insanın olabileceği bir teşkilat… Bu nedenle ihtiyaç duyulan kontrol sistematiği, yargının iç disiplini ve yargı mensuplarının mesleki kaderleri üzerinde söz sahibi olan bir yapıyla sağlandı. Bugün HSYK tüm savcı ve yargıçların terfi ve tayinlerini yapmakla kalmıyor, kimler hakkında soruşturma açılıp açılmayacağına karar veriyor, bu soruşturmaları kendi içinde yürütüyor ve onları telafisi olmayan kararlarla sonuçlandırıyor.

Müslümanların birbirini katlettiği bir savaşın içindeyiz. Amerikan uçaklarının koalisyon ortaklarıyla başlattığı bombardımanın kaç bin ocağı söndürdüğünü bilemiyoruz.

Amerika ve Batı Afganistan ve Irak’ta acımasızca Müslüman öldürdü. Şimdi Müslüman toplumun dokusunu bozup etnik ve mezhebi temelde ayrıştırıp çatıştırıyor. Suriye’de sadece havadan bombalayıp kara işini yine Müslümanlara bırakmak istiyorlar: “Eğit, donat”, çatıştır! Savaşları hava bombardımanları bitirmez, sonuç kara çatışmalarında alınır. Kara harekâtının en önemli aktörü/fedaisi olarak da Türkiye düşünülüyor.

Bugün Meclis’in oylamasına sunulan tezkere, TSK’nın sınır dışına asker çıkarmasına ve yabancı askerlerin Türkiye topraklarını kullanmasına izin veriyor. Bu, Türkiye’nin savaşa girmesi demek.

Bülent Arınç, dürüsttür, namusludur; ne haram paraya tamah eder ne de namahreme bakar. Ben, böyle tanıdım onu. Ama zaman zaman vicdanının isyan ettiğine şahit olmamıza rağmen, genelde sükût ediyor. Zaten AK Parti içinde Bülent Arınç gibi çok sayıda dürüst insanın olduğuna inanıyorum. Nedense onların da pek sesi çıkamıyor. Türkiye’de cereyan eden, utanç verici olaylara seyirci kalıyorlar. AKTrollerden mi, havuz medyasının üzerlerine gelmesinden mi çekiniyorlar? Tayyip Erdoğan’ın, “ak” ı, “kara” gösterme kabiliyetini bildikleri için, yıllarca birlikte oldukları AK Parti tabanının kendilerini “düşman” ilân edeceği kaygısını mı duyuyorlar? Ama bu çekingenlik ya da korku, sorumluluklarını hiçbir zaman azaltmaz. Gün gelecek, zulüm karşısındaki suskunluklarıyla hatırlanacaklar.

Suriye ve Irak’a “asker gönderme yetkisi” denebilecek olan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun imzasını taşıyan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan onaylı AKP hükümetinin “savaş tezkeresi” bugün TBMM’de oylanacak.

Özünde o ünlü nden hiçbir farkı yok. O “tezkere” , gerekli oy çoğunluğu elde edemediği için “geçmedi” sayılmıştı. Aradan 11 yıl geçtikten sonra, Irak’a bir de Suriye eklenerek sevkedilen bu seferki “tezkere” nin sürü halinde oy verme alışkanlığı edinmiş AKP oyları sayesinde, geçme ihtimali kuvvetli.

Her iki “tezkere” nin yani 1 Mart 2003’te oylanan Irak’a ilişkin Tezkere ile, 11 yıl aradan sona 2 Ekim 2014’te oylanacak olan “Irak-Suriye Tezkeresi”nin “ortak yönü” , her ikisinin de, “esas hedef” i bir yana bırakıp, Kürt sorunu ile ilişkili olmaları ve her ikisinin de “PKK öncelikli” olmaları.

Başörtüsü problemi üzerine çok şey yazıp çizdim. Konu akademik ve entelektüel ilgi bakımından benim için neredeyse tükendi. Ancak, günlük hayatta durumun farklı olduğu açık. Tartışma hâlâ sürüyor, hem de yasak taraftarlarının on-on beş yıl önceki argümanlarının tıpkısının aynısını kullanmasıyla. Son olarak ortaokul ve lise öğrencilerini kapsayan bir yönetmeliğin değiştirilmesi tartışmaları alevlendirdi. Bu tartışmaları izleyince bazılarının aradan geçen bunca yılda fikir alanında hiçbir ilerleme kaydetmediğini ve eski tekerlemeleri inatla tekrarladığını görüyoruz.

Meselenin özü nedir? Eğitimi odağa alan bir tartışma mı yapılmalıdır, yoksa tartışmaların merkezinde özgürlük mü bulunmalıdır? Bence eğitimi değil özgürlüğü öne alan bir tartışma yapılması doğru olur. Eğitim üzerinden yapılacak tartışmalar özgürlükle ilgili tartışmaların izinden gitmelidir. Başka bir deyişle, pusulamız, hangi amaçlar ve fonksiyonlar yüklenirse yüklensin eğitim değil, özgürlük olmalıdır.

-BİR: Hükümetin IŞİD’e dolaylı ya da doğrudan destek olduğunu düşünüyorlar.

-İKİ: Hükümetin Türkiye Kürtleri ile Suriye Kürtleri arasındaki akrabalığı, yoldaşlığı ve yakınlığı görmezden geldiğine inanıyorlar.

-ÜÇ: Hükümetin Suriye’de bir Kürt yönetiminin kurulmasını engellemeye çalıştığı kanaatindeler.

-DÖRT: Hükümetin “Türkiye Kürtleri ile barış/Suriye Kürtleri ile savaş” stratejisi izleyebileceğini öngörüyorlar ve bunun kabul edilemez olduğunu savunuyorlar.

-BEŞ: IŞİD benzeri örgütlerin sınırlardan içeri girmesine göz yumduğunu düşündükleri hükümetin, Kürtlerin sınırlardan içeri girmesine engel olduğunu söylüyorlar.

-ALTI: Hükümetin, ABD öncülüğündeki koalisyonun Kobani’deki IŞİD mevzilerini vurmasına engel olduğunu tahmin ediyorlar.

-YEDİ: Hükümetin ABD’nin IŞİD’e karşı Kürtlerle işbirliği yapmasına engel olmak için çaba sarf ettiğini düşünüyorlar.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın TBMM'deki konuşmasından sonra ' Yeni Cumhurbaşkanımız da, eski cumhurbaşkanlarımız kadar tarafsız ' demek herhalde pek mümkün değildir. Bazı konularda hangi tarafı tuttuğunu öylesine açık ve seçik seslendirdi ki...

Konuşmasındaki bazı taraflı söylemleri hatırlayalım...TBMM'ye istikamet çizmek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini tayin etmek, tenzil etmek için, sandık dışındaki her yol, her yöntem gayrimeşrudur.

Türkiye'de sandığın yolu, seçmek ve seçilmek isteyen herkes için açıktır.

'Milletimiz mümeyyizdir, milletimizin, asla ve asla vasilere, velilere ihtiyacı yoktur . 'Millet bilmez, millet anlamaz, millet karar veremez' , yaklaşımıyla, kendilerine, kendilerinden menkul vasi ve veli vazifesi yükleyenlerin dönemi, geri gelmemek üzere kapanmıştır.' Siyasete saygı '- Siyaset, en az bu aziz millet kadar cesur ve yürekli olmalı, üzerindeki tüm baskıları, üzerindeki tüm vesayet mekanizmalarını mutlaka bertaraf etmelidir. Millete ve ülkeye ait her meselenin çözüm yeri TBMM'dir, çözüm aracı da siyasettir. Sorunlara, siyasetin dışında, Meclis'in dışında çözüm aramak, milli iradeye karşı apaçık bir hürmetsizliktir. '

Popüler İçerikler

Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?