Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yaklaşık 10 yıl önce Vatan Gazetesi’nin Washington muhabiri olarak gelmiş ve ABD’nin başkentinde 2.5 yıl çalışmıştım. O tarihlerde ABD başkentine Kürt denilince akla sadece Irak Kürtleri gelirdi. Türkiye kökenli Kürtlerin gözle görülür bir faaliyeti olmazdı. Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bile pek bilinmezdi. Bu nedenle geçen sene BDP, bu sene de cuma günü HDP tarafından ikincisi düzenlenen Kürt konferansı, ülkemizdeki Kürt siyasi hareketinin (KSH) son 10 yılda varmış olduğu aşamayı gözler önüne seriyor.

Ne gibi sonuçlara yol açabilir, kestirmesi zor ancak, ana hatlarıyla başarılı bir konferanstı. Bölgenin sorunlarıyla ilgilenen Amerikalar özellikle en acil konu olan Kobani direnişi konusunda birinci elden bilgi alma imkanına kavuştular.

Siyasette “akraba ve yakınları kayırma” işine nepotizm deniyor; malum.

Davutoğlu , partisinin il başkanları toplantısında, “Nepotizmi affetmem” dedi, herkes birbirinin yüzüne baktı.

“Herhalde Sayın Başbakan’ın bir bildiği vardır” deyip taze bir nepotizm öyküsünün peşine takıldım.

Aklımıza geldikçe içimizi ürperten o büyük deprem gelmeden, ola ki bir işe yarar ümidiyle, buyrun:

Haberi birkaç gün önce okumuş olmalısınız.

Fatih Belediyesi, Aksaray’da, “afet toplanma alanı” olarak kullanılan 8 bin metrekarelik araziyi; 5 katlı otel, konut projeleri ve tarihi bir caminin ihyası yapılmak üzere imara açıyor.

Eski İstanbulluların lunapark halini de bildiği bu arsa, İstanbul’un kritik ulaşım noktalarından biri olan Vatan Caddesi üzerinde. Bir kısmında Migros, bitişiğinde de Aytekin Kotil Parkı var.

Arsayı birkaç yıl önce Metal Yapı Konut AŞ adlı şirket satın aldığından, imara açma kararından bu şirketin yararlanacağına kesin gözüyle bakılıyor.

İmara açma kararı tartışma yaratınca Fatih Belediyesi, inşaat ve oturum alanının aslında düşürüldüğünü savunan bir açıklama yaptı.

Eğer dünyada tek ülkenin Türkiye olduğunu ve dünyadaki bütün problemli konuların Türkiye'yi hedef aldığını düşünenlerdenseniz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasından sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurul çalışmalarının sona erdiğini de düşünebilirsiniz.

Oysa önceki gün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail'i Gazze'de soykırım yapmakla suçlayan bir konuşma yaptı... Bu konuşma ertesinde Amerikan ve İsrail sözcüler Abbas'ı teröre destek vermekle suçlayan demeçler verdiler. Daha sonra da Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Amerikan dış politikasının genlerinde hâlâ soğuk savaş bilgilerinin bulunduğunu söyledi. Onlar da konuştu.

Issız adaya giderken en sevdiğim 10 romanı yanımda götürme hakkım olsa, hiç kuşkusuz bunlardan biri ‘Brazzaville Kumsalı‘ olurdu.

William Boyd’un iddiasız, şatafatsız romanı, Afrika’da şempanzelerle ilgili bilimsel araştırma yapan bir İngiliz kadının hikâyesidir. Evlilik hayatında başarısız olup kendini Afrika’da bir saha çalışmasına adayan Hope Clearwater, bu hayvanlarla ilgili çok tuhaf bazı gerçekleri keşfetmeye başlar...

Örneğin bu şirin yaratıklar, doğal ortamlarında, hiç de belgesellerdeki gibi sevimli değil; çok daha saldırgandırlar. Gerçek hayatta şempanzeler savaşırlar, dövüşürler. Kurdukları küçük kabilelerde güç ve hiyerarşi vardır.

Daha da kötüsü, şempanzeler gerektiğinde çekinmeden birbirlerini öldürür...

3 Ocak 2013 günü ilan edilecek Çözüm Süreci'nin ilk işaretlerini 'Dönemin Başbakanı', bu dönemin ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2012'in sonlarında vermeye başlamıştı. Çünkü tam o sıralarda MİT üzerinden devlet İmralı ile Çözüm Süreci'nin zeminini inşa etmeyi tamamlamak üzereydi.

Başbakan Erdoğan 20 Eylül'de 'Devletin görevlisi MİT Müsteşarı sadece terör örgütüyle değil, herkesle görüşür. MİT Müsteşarımızı devlet görevlisi olarak, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olarak gönderdim' diyordu. Çünkü 2014 cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Diyarbakır'da cemaate yakın bir STK'nın düzenlediği toplantıda Kürtleri 'Bizi anlamadınız, gittiniz AKP'ye oy verdiniz' diye azarlayarak oy isteyecek olan Kılıçdaroğlu Başbakanlığı PKK ile görüşmekle suçlamıştı.

ABD'nin Irak'ı işgal için askerlerini Türkiye'de konuşlandırmasına karşı çıkanlardan birisiyim. 2003 yılında Türkiye, bir kritik eşiğin sınırından döndü. Ortadoğu'daki savaşın içine çekilmesi tehlikesi kamuoyuna egemen olan 'savaş karşıtı' eğilim sayesinde atlatıldı.

O zaman 'vuralım' diyenler, şimdi yeniden Türkiye'nin bu sonu belirsiz maceranın içine atılmasını isteyen yazılar yazıyorlar, yorumlar yapıyorlar. Bir tanıdığım telefon ediyor: 'Gördün mü Erdoğan Türkiye'yi savaşa sokuyor...' Sanki savaşa karşıymış gibi konuşuyor. Biliyorum ki onun birinci sıradaki derdi, Erdoğan bir yanlış yapsın ve başını belalara sarsın noktasında düğümleniyor. Türkiye'nin felakete girmesine Erdoğan'la kavga gözlüğünden bakıyor. Erdoğan'ın savaş ya da barış yoluyla köşeye sıkışması onu mutlu edecek biliyorum.

OECD ülkelerinde eğitim verimliliğini inceleyen araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye, eğitim verimliliği açısından 30 ülke içinde 21. sırada.

Uluslararası öğrenci değerlendirme programı PISA’ya göre, Türkiye 64 ülke içinde 42. sırada.

OECD ülkelerinde öğrenciler ortalama yılda 820 saat ders görürken, Türkiye’de öğrenciler 720 saat ders görüyor.

İlköğretim süresinde öğrenciler OECD ülkelerinde ortalama 4 bin 553 saat ders görüyor, Türkiye’de aynı dönemde 2 bin 880 saat.

Afganistan’ın kalbinde El Kaide olarak başlayan öfke patlaması, uzun zamanlardan beri stres biriktirmiş olan ve her an kırılmayı bekleyen başka coğrafyalardaki fay hatlarını tetikledi, peş peşe yeni patlamalar meydana geldi.

El Kaide merkezli diğer patlamalara mesela Irak’taki IŞİD, Suriye’deki Nusra, Somali’deki Şebab, Nijerya’daki Boko Haram’a yakından baktığımızda, aralarındaki farklara rağmen benzerlikler olduğunu da görürüz. Sakalından dolayı baskı gören bir Azeri gençten, bu çürümüş dünyada ahlaksızca yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eden bir İngiliz’e, bir Fransız’a kadar Müslüman olan ve olmayan insanlardan da El Kaide ve IŞİD’e katılımın olduğunu görüyoruz.

Gerçeklerle algıların arasındaki mesafenin açık olduğu pek çok önemli siyasi ve diplomatik vaka vardır. Ama IŞİD bahsinde görülen fark sonucu etkileyecek boyuta ulaşmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ’ın ABD seyahati Ankara’nın hak etmediği bu görüntüyü ortadan kaldırmak istikametinde ciddi mesafe alınmasını sağladı. Sorundan en çok zarar gören ve görme potansiyeline sahip bir ülkenin, öngörüzlükleri nedeniyle sorunun doğuşuna sebebiyet verenlerin gerisinde kalması büyük bir haksızlıktı. Erdoğan yanlış giden bir algıya ağır darbe indirdi.

Türkiye rehine sorununu ustalıkla aştıktan sonra politikasını görünür kılmaya başladı.

Ankara bir adım öne geciyor

Dünyaya ve en başta ABD ile yakın mütttefik devletlere köklü bir çözüm için Türkiye’nin kimseden geri kalmayacağını ilan etti. Ama köklü bir çözüm için... Göstermelik bir operasyon sahnesi değil.

AKP hükümetinin 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından başlattığı muhalif kuruluşlara yönelik baskı uygulamaları, yardım kuruluşlarına da sıçradı. Hükümet, Gülen Cemaati ’ne yakınlığı ile bilinen ve Türkiye’nin önde gelen yardım kuruluşlarından biri olan “ Kimse Yok Mu ” derneğinin kapatılması için düğmeye bastı. Bu çerçevede ilk adım, derneğin “ yardım toplama yetkisini ” iptal etme kararı ile atıldı. Geçen hafta Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan kararın Kurban Bayramı’ndan önce yürürlüğe girmesi planlanıyor. Kararın yürürlüğe girmesinden sonra, dernek izinsiz yardım toplayamayacak. Her yardım kampanyası için İçişleri Bakanlığı’ndan izin almak zorunda kalacak. Bu da derneğin, örtülü olarak tasfiye sürecinin başlatılmasının yolunu açacak.

Popüler İçerikler

Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı