Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İskoçya’nın bağımsız yeni bir devlet olması için mücadele edenler, halkoylamasını net bir farkla kaybettiler. Evet ile hayır oyları arasındaki 11 puanlık fark, kamuoyu araştırmalarının son güne kadar verdikleri sonuçtan epey daha yüksek. İskoçya’nın Birlşik Krallık’tan ayrılmasını talep edenler halkoylamasını kaybetti ama sürecin en büyük kazananı gene de bağımsızlık yanlısı cephe oldu. Bağımsızlığa evet diyenlerin kamuoyu yoklamalarında beklenmedik biçimde son altı ayda yükselmesi karşısında paniğe kapılan Muhafazakar, Liberal ve İşçi partilerinin liderleri, yani iktidar ve muhalefet elele, seçimden üç gün önce ortak bir metin yayımlayıp, bir tür söz verme gereği duydular. Bir tarihi parşömeni andıran mizansende sunulan bu metinde üç lider, biraz kaba bir özetle, “n’olur gitmeyin, birlikte kalalım, ne isterseniz kabulümüz” diyorlardı.

Geçmişten beri iktidarlarla TÜSİAD ilişkileri hep sıkıntılı oldu. Bülent Ecevit 70’li yıllarda, solun karizmatik halkçı lideri olarak TÜSİAD’a ideolojik meydan okuyan isimdi. Ona karşı sayfa sayfa ilanlar verdiler. 12 Eylül’den sonra, rakiplerinin darbe ile saf dışı bırakıldığı bir ortamda Turgut Özal , güçlü başbakan olarak Cem Boyner ’in başkanlığındaki TÜSİAD’a meydan okudu.

Bugünkü siyasi manzara o dönemlerden biraz daha farklı. Cumhurbaşkanı Tayyip Er-doğan , iktidara geldikten sonraki tüm adımlarını AB ve Batı yönelimi meşruiyeti altında atarken en büyük desteği gördüğü TÜSİAD ile, ‘muktedir’ olduğunu anladığı an yollarını ayırdı. Son üç yılda, tek parti iktidarının da ötesine geçerek en ufak eleştiriye tahammül edemeyen bir ‘tek adama’ dönüşen Erdoğan ile ona karşı demokrasi ve insan hakları uyarısı yapan sivil toplumun içinde yer alan TÜSİAD arasında karşılıklı sert eleştirilerin yer aldığı bir süreç yaşandı.

IŞİD’in Suriye’de Kobani’ye yönelik kuşatması ve saldırıları sürerken yazıyorum bu satırları. Ziyaret ettiğimiz yine Suriye’deki Cizire Kantonu’ndan aldığımız bilgileri aklımda tutmaya çalışarak. Bölgedeki Kürtlerin çoğunlukta olduğu üç kantonun (Cizire, Kobane ve Efrin) uluslararası yardım ulaşmadığı müddetçe ciddi bir tehdit altında olduğunu bilerek.

Bir de bunlara iki gün önce Diyarbakır’da yaşanan ‘anadilde eğitim gerilimi’ ekleniyor... İstanbul’un bulutlu havasıyla birlikte bir efkâr basıyor içimi. Yine de zihnimde gezinen yazıya geri dönüyorum. Yani dün yazacağım diye söz verdiğim Irak Mahmur Kasabası’ndaki Mahmur Kampı’na. Ne kadar biliyorsunuz emin değilim ama baştan sona içli bir öykü Mahmur Mülteci Kampı. Dışlanmışlığın, hüznün adı. Ama bir o kadar da mücadelenin, direncin adı da.

Nesil ve okul meselesi ulus devletlerin en sert konularından birisi olmuştur. Nasıl bir nesil yetişecek, nasıl bir eğitim verilecek, nasıl bir değerler sistemi olacak, nasıl bir sosyalizasyon verilecek gibi sorular, Avrupa'da dindarlar ve laikleri, sağ ve solu birbirinden keskin çizgilerle ayıran, kavgası yıllarca süren bir sorun oluşturmuştur.

Türkiye bu sorunu son döneme kadar farklı bir çerçevede yaşadı.

Agresif laiklik anlayışı, dini ve yorumunu kendi tekeline alarak, dini farklı bir açıdan kullandı, din eğitimi üzerinden toplumsal ve siyasal denetim peşinde koşarak yol aldı. Dini alana soluma imkanı vermezken, gerçek anlamdaki laik okul taleplerini de teğet geçti ve din eğitimini, Sünni anlayışı otoriter sosyalleşmeye araç kıldı. Bunun dışına çıkma eğilimlerine sert tepkiler verdi. 28 Şubat'taki 8 yıllık eğitim arayışına verilen reaksiyon bunun açık bir örneğiydi.

ABD bir noktaya çullanacağı zaman önce kamuoyu oluşturur.. Şu sırada basınıyla politikacısıyla Türkiye’nin IŞİD’e desteğini parlatıyor. Dışişleri Bakanı John Kerry önceki gün Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde IŞİD’in petrol kaçakçılığı yapmasına Türkiye ve Lübnan’ın aracılık ettiğini söyledi.

Senatör Ed Markey onu destekledi:

“Türkiye’yi tam merkeze oturtmak, dünyaya da Türkiye’yi durdurmak zorunda olduklarını söylemek zorundayız.”

Amerikan basını sık sık IŞİD’e katılımlar için transit merkezi olarak Türkiye’nin kullanıldığını yazıyor. Kerry’nin konuşması sırasında sunulan haritada da Urfa ve Gaziantep hava alanları net olarak işaretlenmişti.

Mevkii değişti ama huyu değişmedi. Batı basınında peş peşe Türkiye’yi IŞİD’i ilişkilendiren haberler çıkınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ortada bir komplo olduğunu savundu. The New York Times gazetesinin Ankara’nın Hacıbayram mahallesinden Suriye’ye IŞİD’e katılmak için giden Türklerle ilgili haberini yerden yere vurdu. Bizlerin aşina olduğu “ edepsiz ” ve “ aşağılık ” sıfatlarını kullandı. Hedefteki gazeteci bu kez haberde imzası bulunan The New York Times ’ın İstanbul bürosu muhabirlerinden Ceylan Yeginsu idi. Cumhurbaşkanı’na göre Yeginsu’nun maksadı doğru habercilik değil, Türkiye’yi karalamaktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında…

Dış politika alanında… Paralelle mücadele kararlılığında… 17 Aralık’ı ‘darbe girişimi’ diye görmekte…

Belirgin bir fark yok.

Yani iki isim, temel meselelerde tam bir fikir birliği içinde. Ancak şöyle bir durum var: Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Her gün konuştukça… Her alana mutlak hakim olduğu duygusunu yaydıkça… Kendi tarzını hala en egemen ve en belirleyici tarz olduğunu hissettirdikçe… Politikaların oluşturulmasında en yetkili ismin kendisi olduğunu düşündürdükçe…

Başbakan Davutoğlu’nun… Kendi tarzını, kendi üslubunu, kendi farkını ortaya koyması zorlaşıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskın tarzı ve kişiliği, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kendini gerçekleştirebilmesinin önündeki en önemli engel.

Dün ve bir önceki gün bilim dünyası üzerindeki baskının mağduru olan akademisyenleri yazmıştım. Bugün onların sembol ismi olan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na söz veriyorum. Prof. Hamzaoğlu Kocaeli Üniversitesi’nde halk sağlığı dalında uzman. 2009 yılında annelerin sütünde ve yenidoğanların kakasında ağır metallere rastladığını, karşılaştırmalı çalışmasına göre bunda Dilovası’ndaki fabrikaların havayı ve suyu feci biçimde kirletmesinin payı olduğunu anlatmıştı. O günden sonra üniversitede atılmak, görevden uzaklaştırılmak, dava açılmak, dışlanmak, psikolojik şiddet görmek gibi bir çok elim muameleye maruz kaldı. Fakat hiç yılmadı. Çalışmasını Medical Journal’da yayınlatarak haklılığını kanıtladı. Bu arada kendisi gibi bilimsel baskı gören akademisyenler için ismi çevresinde bir inisiyatif kuruldu: “Onurumuzu Savunuyoruz.”

Sevgili dostlar, bugün bütün kimliklerimi bir kenara bırakmak ve “gazeteci” kimliğime bir yazı süresince dönerek çok önemli bir sorunu ele almak istiyorum...

Nedir derseniz, kısaca arz etmeye çalışayım...

Son dönemde özellikle İngiltere ve Almanya merkezli medyada, “Türkiye’de Hükümet gazeteci kıyımı yapıyor” algılaması yayılmaya çalışılırken, “yaşananların doğrusunu ve olayların özünü bilen bazı köşe yazarları da” bu algılamayı destekliyorlar hatta ABARTMAYA çalışıyorlar...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 14 Türk vatandaşının açtığı davayı karara bağlayarak zorunlu din dersi uygulamasına derhal son verilmesini istedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, AİHM'nin bu kararını değerlendirirken radikalleşmeye karşı din derslerinin gerekliliğini savundu. Başbakanımıza göre dini terakki ailede gelişirdi ama sağlam bilgi eğitimde verilmezse düzensiz ve sağlıksız bilgiyi denetleme imkanı kalmazdı. Ateistin bile dini kültürü olmalıydı. Din derslerinin baskı aracı gibi yansıtılması ise kabul edilemezdi.

Popüler İçerikler

Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''