Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AKP bir Anayasa Darbesi daha yaptı

Anayasanın “idarenin bütün kararlarının yargı denetimine tabi olması” ilkesine açıkça aykırı bir yasa çıkardı.

Osmanlı, idam kararlarını, mahkûmu yağlı kementle boğarak infaz ederdi.

Osmanlı’ya özenen AKP iktidarı, “Hukuk Devleti”nin infazını, onu “Torba yasayla” boğarak gerçekleştirdi

Böylece, yargı mekanizması, adalet anlayışı bir kez daha katledildi!

Tam bir çorba olan son “ Torba yasa ”, “ ailenin vakfına ” bina bağışlanmasını da olanaklı kılan, ihale yasasında yine değişiklikler yapan, şirket kasalarını boşaltan işverenlerin affını öngören sayısız değişiklik içeriyor...

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun 11 Eylül Cidde toplantısında IŞİD'e karşı doğrudan askeri harekat öngören metne ABD ve bir grup Arap ülkesiyle birlikte imza atmaması herhalde konuyla ilgilenenler için şaşırtıcı olmadı.

Türkiye'nin tutumu daha günler önceden belliydi. Hükümet, Irak ve Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı ABD önderliğindeki cepheye (ya da koalisyona) katılacaktı. Bu katılım istihbarat paylaşımı, sınırlardan Cihadi militanların geçişine karşı daha sıkı önlem alınması, topraklarının ve (İncirlik dahil) askeri ve sivil tesislerinin lojistik ve insani yardım nakliyesine açılması, bu amaçla yardım yapılması gibigeniş bir yelpazeye yayılacaktı. Ama askeri harekata katılmayacaktı. Bütün bunları Radikal okurları 10 Eylül 2014 günü 'İncirlik IŞİD'e karşı lojistik uçuşlara açılıyor' başlığı altında okudu.

Bir önceki yazıda; 'Türkiye'den asker istemeyin. Kara gücü olarak Bağdat yönetimine ait askerleri ve Kuzey Irak yönetiminin askeri birliklerini kullanın. Ancak bunu yapsanız bile bu birlikler üzerinden kara operasyonu başarılı olmayabilir' demiştim.

Gerçekten de öyle yapıyorlar. Kürt yönetiminin askeri unsurları ile IŞİD karşısında tanklarını toplarını bırakıp kaçan Bağdat yönetiminin askerlerini kara gücü olarak kullanacaklar. Ayrıca Suriye ve Irak'taki hemen bütün örgütleri de bir çatı altında toplayacaklar. En azından şu ana kadar böyle bir hazırlığın işaretleri var.

Tek bir noktaya odaklanmışlar. Oluşturacakları koalisyonun ne tür sorunlara yol açacağını, yapacakları operasyonun arkasında nasıl bir enkaz bırakacağını, kaç tane daha örgüt ortaya çıkaracağını, bunun da Irak-Suriye hattında sonu gelmez çatışmalara yol açacağını hesap etme gereği bile duymamışlar.

Dış politikamız an itibariyle, tok karnına midesine tekme yemiş gibi. “Davutoğlu önceki hükümetten enkaz devraldı” derken latife yapmıyorduk.

İşte düvel-i muazzama, IŞİD’i cezalandırmak için harekete geçti; Obama, bize bile danışmadan “Nerde olursa olsun onları avlayacağız” diyor. Türkiye ise 49 rehine yüzünden askeri ve diplomatik açıdan kımıldayamaz halde. Bu olgular karşısında diplomatik tezimiz iki hecede özetlenebilir: Hık mık!

İktidar içeriye karşı aslan, kaplan, jaguar gibi yırtıcı; dışa gelince iyi aile çocuğu bir nişanlı namzedi delikanlı gibi sevimli, hattâ mahcub ve biraz da şaşkın (Bkz. Obama-Erdoğan görüşmelerinin fotoğrafları)... İçerde ağzından alevler fışkırıyor: Kendinden olmayan herkesi devlet memurlarına fişletiyor, meslek kuruluşlarını tehdidle devşiriyor, yandaş kurtarmak için olmadık kanunlar icad ediyor, sırf 17-25’te görevlerini yaptılar diye polis memurlarını mahkeme kapılarında sürüm sürüm sürüyor, dershaneleri afyon tekkesi ilân edip Türkiye’nin en iyi okulları kapansın diye elinden geleni yapıyor, candaşlara kamu bankalarından ballı krediler kullandırıyor, kupon arsa safarisiyle gönül eğlendiriyor ama birkaç ay önce zuhur eden şu ne idüğü belirsiz IŞİD’e karşı henüz, velev ki Bank Asya’ya karşı ağzını bozduğu türden gürlediklerini hiç duymadık. İçeriye Kasımpaşa külhanbeyi gibi ağzıbozuk, dışarıya gelince Üsküdarlı Kâtibim gibi nazik ve şefîk!..

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, (IŞ)İD’e karşı ‘savaş’ değil ‘mücadele’nin söz konusu olduğunu söyledi. 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından ABD Başkanı Bush’un ‘terörle mücadele’ yerine ‘teröre karşı savaş’ ilan etmiş olmasının faturası tüm yerküreye kesilmişti. Bu açıdan bakıldığında (IŞ)İD’e karşı savaş değil de mücadele perspektifi doğru gözüküyor.

Peki nasıl bir mücadele? ABD Başkanı Obama’nın Çarşamba günü açıkladığı stratejiyi ‘genel’ açıdan ele almıştık. Bugün biraz daha detaya inelim ve Irak ile Suriye’de (IŞ)İD’e karşı mücadelede yaşanabilecekleri tartışalım. Önce Irak:

2003’deki Amerikan işgalinin başından itibaren Irak’ta temel sorun Sünni Arapların kalplerini ve zihinlerini kazanmak olmuştur. Zira sayıca çok olan Şiiler sistemin merkezine geçtikleri; Kürtler de bağımsızlık perspektifini kaybetmeden, federal bir yapıya sahip oldukları için memnundular.

Baba, “kadın ruhundan en iyi anlayan” ve bozuk Türkçeli romanlarla hak ettiğinden fazlasını alan bir adam...

Hemen hatırlatalım:

Baba, bir tarihlerde bir roman yazdı.

Edebiyat eleştirmeni Fatih Altaylı, “Bu roman çalıntı” dedi. İddiaya göre, Baba, Arthur Hailey ’in “Tekerlekler” adlı romanından araklama yapmış... Hailey de aldatmak konusunu işliyormuş, Baba da aldatmak konusunu işliyormuş... Dolayısıyla, “Al sana intihal” miş... İddia üzerine Baba, edebiyat eleştirmeni Fatih Altaylı’yı mahkemeye verdi.

Haklıydı. Eşlerin birbirini aldatması, her zaman edebiyat eserlerine esin kaynağı olacak bir konuydu. Baba’nın, daha önce başka yazarlar tarafından da ele alınmış bir konuyu yazması “çalıntı” anlamına gelmezdi. Nitekim, mahkeme de böyle düşündü ve ünlü edebiyat eleştirmeni Fatih Altaylı’yı tazminat cezasına çarptırdı.

TÜRKİYE, IŞİD karşıtı bildirgeye imza atmadı.

İyi ama neden?

İlkeli bir duruş sergilendiğinden mi?

ABD planına itiraz ettiğinden mi?

'Ey Amerika! Sen ne karışıyorsun bu işlere' diye tutum aldığından mı?

Emperyalizme karşı çıktığından mı?

'Bu işler böyle düzelmez' dediğinden mi?

Hayır.

Hiçbiri değil.

*

IŞİD'i kızdırmamak için atmadı o imzayı.

Bu memlekette hukuk ölümcül darbeler yemeye devam ediyor.

Bu memleket, en temel hukuk nosyonu olmayanların elinde her geçen gün bir kaosa doğru sürükleniyor.

Farkında mısınız?

Eğer bu konu ilginizi çekiyorsa, önce aşağıdaki Ahmet Davutoğlu haberini lütfen bir zahmet okuyun:

'Başbakan Ahmet Davutoğlu, İstanbul’da merhum başbakanlardan Necmettin Erbakan’ın kabrini ziyaret ettiğini kaydederek, orada Erbakan’a şu sözü verdiğini anlattı

“Ne olursa olsun, inşallah bu ülkede bir daha hiçbir başbakan, herhangi bir mahkeme karşısında hesap vermek zorunda kalmayacak.

Hayrettin Karaman bir İslam hukuku profesörü. Herhangi bir profesör değil. Fikirleri iktidar çevrelerini tenvir eden bir âlim.

Erdoğan ’ın “ulemaya danışmak gerekir” cümlesindeki ideal ulemadan.

Yolsuzluk iddiaları ortaya çıktığında kendisinin yolsuzlukların günah olmayacağı yolunda fetva verdiği ileri sürülmüştü.

Kendisi bu fetva meselesini son köşe yazısında yalanladı. Dedi ki, devlet büyükleri hayır işlerini destekleyebilir, ancak bu işte şahsi menfaatının olmaması gerekir.

Bu mükemmel tespit için elbette İslam hukuku profesörü olmaya gerek yok.

Çoğumuz bu kuralı anaokulu çağında öğrenmiş oluyoruz. Yine de Sayın Karaman’a bir teşekkür borçluyuz. Bir süredir iktidar cenahı kâinatın en temel ahlaki kaidelerinden bile bihaber davranmakta. Belli ki sıfırlamak yerine ahlaki formasyona sıfırdan başlamaları gerekiyor.

Dün 12 Eylül 1980 darbesinin yıldönümüydü. Koca bir 34 yıl geçmiş. Ne var ki iktidara geldiğinden beri “askeri darbe”lere karşıyız diyen; 12 Eylül dahil, tüm darbelerle hesaplaşmayı vadeden hükümet ve propaganda organları, meseleyi artık tamamen unutmuş gözüküyor.

Oysa 2010 referandumunun en önemli sonucu, darbecilere yargı yolunun açılmasıydı. Bu sayede Evren ve Şahinkaya yargılandı, göstermelik de olsa “müebbet”le cezalandırıldı.

Ancak iktidarın “darbe alerjisi” duruma göre değişebiliyor. Komutanların, subayların, akademisyenlerin, gazetecilerin “muhtemel” darbe iddialarıyla hapishaneye girmesi desteklenirken, cemaat çatışmasından sonra yön değiştirildi.

Popüler İçerikler

Onedio Anketine Göre 2024 Yılının En İtici 5 Ünlüsü!
Çok Sevilmişti: TRT Tabii'nin Gassal Dizisinin 2. Sezon Çekimleri Başladı
Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı