Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AKP’nin birinci olağanüstü kurultayı bir gövde gösterisi olarak tasarlanmıştı. Caddelerdeki ilan panolarına dek duyurulan kurultay gerçekten de kayda değer bir kalabalığı hem de sıkı bir sıcağa rağmen toplamıştı.

Ankara Arena’nın dışında dev ekranlar kurulmuş, dev bir çadırın altında çok sayıda partili kurultayı izliyordu. Çadırın sağladığı gölge ve ince borulardan püskürtülen su sayesinde dışarıdakiler kurultayı muhtemelen içeridekilerden daha rahat bir şekilde takip edebiliyordu.

… Daha doğrusu… Neden “Atatürk portresi yapma” konusundaki maharetlerinin binde birini bile “Atatürk’ün yolunda siyaset yapma” konusunda sergileyemiyorlar?

Neden portre konusunda bu kadar iyiler de… Halka umut verme, halkın gönlünü kazanma, halka yakın siyaset yapma, halka güven telkin etme, halkı etkileme konusunda bu kadar kötü, bu kadar beceriksiz, bu kadar eksik, bu kadar etkisizler?

Bu arkadaşlar, Atatürk portresi yapmak için harcadıkları enerjinin en azından binde birini bile bu soruların yanıtını bulmak için harcamadıkları sürece… Memleketin gittiği yerin sadece seyircisi olmaya mahkûmdurlar.

Bir siparişim var kendilerinden: Altı bin kişilik bir sonraki portre çalışmalarının ana teması “aymazlık” olsun.

Herkse Davutoğlu ’nun başbakan olmasını konuşuyor ama bence konuşulması gereken asıl konu Hakan Fidan ’ın başbakan olup olamayacağı. Normalde çözüm süreci Fidan’ın istediği şekilde ilerleseydi, Suriye ve Irak’ta içine düşülen hezimetin ortağı olmasaydı şimdi Davutoğlu’nu değil Fidan’ın başbakanlığını konuşuyor olacaktık...

“ Bu da nerden çıktı? ” diyenler için biraz geri gidelim. 2012 yılıydı. Bir dostum Hakan Fidan’ın, yönettiği çözüm sürecine ilişkin eleştirilerimden çok rahatsız olduğunu iletip “ Emre Uslu ve Mehmet Baransu beni eleştirerek başbakanlığımı engellemeye çalışıyor ” şeklinde yakındığını iletince gayriihtiyarî “ Hadi canım sen de ” demiştim...

O günden sonra bu yakınma hep aklımın bir köşesinde durur. Fidan’ın bana olan kızgınlığının asıl nedeni bu sanırım.

Oysa benim yönettiği kuruma yönelik eleştirilerimin kendi şahsıyla hiç ilgisi yok.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın son kez Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı olarak yaptığı konuşmanın ağırlıklı özü, bana göre bu konuşmada tarih boyutundaki uzlaşma çağrılarının seslendirilmesiydi.

Konuşmadan birkaç alıntıyla bu uzlaşma çağrılarını hatırlayalım...

**Biz kökü mazide olan atiyiz. Biz kökü olmayan, geçmişiyle irtibatını koparan bir hareket değiliz. Bu harekette Abdülhamid'in ruhu, Sultan Alpaslan'ın imanı, Mustafa Kemal'in ufku vardır. Bu harekette Necmettin Erbakan'ın da emeği vardır. Turgut Özal'ın da alın teri vardır. Bu hareket Ahmet Yesevi'den, Hacı Bektaşi'ye, Necip Fazıl'dan Nâzım Hikmet'e, Mehmet Akif'ten Sezai Karakoç'a bu tatlı pınarlardan beslenmiş bir harekettir.

AK Parti dün, devir-teslim kongresini yaptı. Demokrasi partilerle işliyor. Parti cihazına doğrudan hükmedemeyen karizmatik siyasetçi, gündelik siyasetin değil tarihin ilgi alanına girer.

Erdoğan’ın altından “uçan halı” çekildi. Davutoğlu partiye, parti ona alışana kadar kısa da olsa sancılı bir intibak dönemi yaşanacak. Bütün fizikî ve psikolojik avantajlarını lider kültüne boca etmiş ve “tek adam” partisine dönüşmüş bir yapının kilit taşı yerinden çıkıyor. İktidar, istikrar ve medya üstünlüğü, bu binanın dağılmadan ayakta kalması için yeterli. Parti içinde yeniden oluşacak çelik çekirdeğin dışında kalanların “yeni arayışlara” girişmesi de muhtemel. Önümüzdeki altı ayda gündem, tek başına bu yüzden artan parti faaliyetlerinde, yani “kulis” adı verilen siyasî dedikoduların sayısında artış olacak…

Seçilen Cumhurbaşkanı, dün de başbakanlık gibi genel başkanlığı da elinde tuttu. Bu durumun Anayasa'ya aykırılığını hatırlatıp, toplantıyla ilgili bir görüşümü yazacağım:

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören 2007 yılındaki Anayasa değişikliğinde , Cumhurbaşkanının “nitelikleri ve tarafsızlığı” başlıklı 101’inci maddesi de vardı. O kanunda bu maddenin ilk üç fıkrasının değişmesi öngörülmüş, dördüncü fıkrası korunmuştur.

Eskisi gibi bırakılan fıkra şöyleydi: “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sona erer”.

Dün müstakbel Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Ak Parti kongresindeki konuşmasını dinlerken, bir yandan da sosyal medyayı takip ediyordum.

Malum, Twitter dünyanın en acımasız mecrası. Davutoğlu’nu öven de vardı, yeren de. Kimileri konuşmayı fazla uzun buldu, kimileri sevdi. Kimi Davutoğlu’nun 9 maddelik Restorasyon başlıklarından ”hashtag” yaptı, kimileri ise ti’ye aldı.

Ben ise, çok tanıdık bir konuşma dinlediğim hissine kapıldım.

Yıllardır Ahmet Davutoğlu’nun konuşmalarına aşina olanlar için, ne uzunluk ne de temel mesajların numerik olarak verilmesi sürpriz değildi. Diplomasi muhabirleri iyi bilir: Davutoğlu, genelde meramını madde madde anlatır. ”Bunun 3 nedeni var” ya da ”Şehirleri kuran 4 cins medeniyet vardır” gibisinden 3 ya da 4 maddeye sığdırır. Bu defa ”Restorasyon” başlığı altında, 9’ladı.

Neil Armstrong aya ilk ayak bastığında, ‘Benim için küçük ama insanlık için büyük bir adım’ demişti. Erdoğan açısından küçük ama Türk siyaseti açısından büyük bir adım atıldı. AK Parti’nin geleceği açısından ise bir eşik aşıldı.

… Ayrıca Dışişleri Bakanı olması hasebiyle müktesebatının sadece dış politikadan ibaret olduğunu düşünenler yanıldı. Kürsüde Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı değil, psikolojik olarak da Türkiye’yi yönetmeye hazır bir Başbakan vardı. Davutoğlu konuşmasına selamlayarak başladı.

Yeni Başbakan’a, ‘Aleyküm selam’ diyoruz. Bizden de selam olsun yeni Türkiye’nin yeni mimarlarına. Selam olsun büyük Usta’ya ve selam olsun Hoca’ya… Usta-Hoca omuz omuza Yeni Türkiye’ye.

Televizyondan AKP ’nin olağanüstü büyük kongresini izliyorum.

Ortalık ‘ yeni Türkiye ’den geçilmiyor.

Herkesin ağzında bu slogan.

Kulaklarda çın çın ötüyor.

Nedir ki bu ‘yeni Türkiye?'

Anayasanın lafta kaldığı bir ülke.

Örnek mi?..

En çarpıcı örnek gözlerimin önünde.

Cumhurbaşkanı Erdoğan , parti kongresinde konuşuyor.

Oysa partisiyle, Başbakanlık'la ilişkisinin ’tan başlayarak kesilmesi ve tarafsız olması, partilerüstü kalması gerekiyordu.

Atletizmle ilgilenenler bilirler, yarışın başlaması startını veren tabanca patlamadan bir atlet ya da atletler fırlarsa, buna “faux depart” denir. Yarış devam etmez. Yarışmacılar yarışa başlama çizgisine geri dönerler.

“Faux depart” , Fransızca “yanlış” ya da “hatalı çıkış” anlamına gelen ve en yaygın haliyle atletizmde kısa mesafeli koşular için kullanılan bir terim.

Yeni AKP Genel Başkanı ve dolayısıyla yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeni görevlerine –esas olarak ikincisine- “faux depart” ile başladı.

Popüler İçerikler

İş Kadını Olan Eski Eşinden Aldığı Nafakayla Düğün Yapan Damat, Düğünden Sonra Nafaka İstemeye Devam Etti
Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu