Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Son cumhurbaşkanı seçim sürecinde özellikle sosyalist soldan bazı isimler, Demirtaş ’a “ liberal ” söylemlere sahip olduğu eleştirisinde bulundular. Ben bu eleştirileri anlamakta hep zorlandığım için solda kökleşmiş liberalizm alerjisi üzerine yazmak istedim.

Türkiye solu, kendisini geniş toplum kesimleriyle buluşturabilecek her girişime karmaşık entelektüel gerekçelerle karşı çıkıyor. Sanki derinlere işlemiş bir toplumsallaşma korkusu var. Bunlar bir aydın hareketi olarak başlamanın ve çok uzun süre öyle kalmanın alışkanlıkları olsa gerek.

Liberalizm alerjisi bana tuhaf görünüyor, çünkü Türkiye’de liberalizm hiçbir zaman etkili bir akım olmadı. Türkiye sağında ANAP dâhil hiçbir parti ve etkili akımı kendisini liberal olarak tanımlamadı. İslamcılık ise başından beri liberalizme mesafeliydi. “ Müslüman liberaller ” diye tanımlanabilecek etkili bir entelektüel çevre bile oluşamadı.

Sanırım soldaki liberalizm alerjisi kısmen Kemalizm’den devralındı. Soğuk Savaş döneminde liberalizm şiddetli ve düzeysiz komünizm karşıtlığıyla özdeşleştirildi ve Türkiye solu, uluslararası solun liberalizm eleştirisini benimsedi. Ne var ki burada da otoriter sağ ve ona mesafeli liberal akımlar aynı vagona atıldılar.

Perşembenin gelişi belli dedik ya.. Bizi nelerin beklediğine göz atmaya devam edelim..

Bu aralar, sık sık..

Yeni dönem farklı olacak diyorlar, yeni teamüllerin oluşacağından söz ediyorlar..

Eskiyi unutun diyorlar..

Yani!..

12- Cumhurbaşkanı’nın attığı her adım yeni döneme uygun teamül sayılacak..

Sandık her şeydir anlayışı uygulamaya konulacak..

Felsefesi şöyle..

Cumhurbaşkanı sandıktan çıktı.. Sandığın üstünde hiçbir şey olmayacağına göre..

Cumhurbaşkanının her icraatı meşrudur.. Meşruluğun kaynağı sandıktır.. Sandık cumhurbaşkanına yeni teamül oluşturma yetkisi vermiştir..

Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki kardeşlik hukukunun bir süredir rafa kaldırıldığı ortada. AKTroller’in Çankaya’ya saldırısı öyle kendiliğinden gelişen bir olay değildi. Nitekim Taraf’a yansıyan bilgilere göre, “Gizli Arşiv” hesabının, Başbakanlık ve hükümete yakın iki gazetenin bilgisayarından kullanıldığı anlaşıldı. Başbakanlık yalanlıyor ama orada yuvalanmış birkaç kişinin çabası söz konusu olabilir. Muhtemelen, Tayyip Erdoğan’ın malumatı bile yoktur ama belden aşağı tweetlerin atılmasının sebebi “Ya bizdensin ya düşman” zihniyetinin, Türkiye’de maalesef siyasetin zirvesi tarafından teşvik edilmesi.

Taraf’ta bu iddiayı besleyen bir başka haber daha çıktı. Cumhurbaşkanlığı’nda görevli M. K’nın dışarıya bilgi sızdırdığı ileri sürüldü. Bu M.K’nın Cumhurbaşkanlığı İnternet Yayın Müdürü Mücahit Küçükyılmaz olduğu belirtiliyor. Meğer Erdoğan, Abdullah Gül’e “Sizi de dinliyorlar” derken haklıymış!!!

Çankaya’nın, siyasette ağırlığı olabilecek isimlerle temasları dışarı sızıyor; Gül’ün Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte hareket ettiği izlenimi endişe yaratıyor ve bir bakıyorsunuz, “Gizli Arşiv” de Hisarcıklıoğlu topa tutuluyor: “İhanet Merkezi: TOBB… Açıklıyoruz Hisarcıklıoğlu ve Boydak, Cemaat ile AK Partili bir grup arasında koordinasyon sağlamaktadır. Hisarcıklıoğlu’nun Ankara ve İstanbul’da tuttuğu iki ofiste bu çalışmalar yürütülmektedir.

IŞİD’den sonra Boko Haram da Nijerya’da hilafet ilan etti. Halifelik kapanın elinde kalıyor! Bakalım kim, ne şekilde daha da arttıracak bu rekabeti?! Gerçekten, gerisinin gelme ihtimali yüksek. Çünkü bu, tarihî tecrübeyle sabit!..

Zamanında bu konuya epey kafa yormuşluğum var; kapsamlı bir yazı da kaleme aldım onun üzerine (‘Din Hayattan Çıkar-Antropolojik Denemeler’ kitabımda 11’nci bölüm, “Hilafetin Kaldırılması: Kazanç mı Kayıp mı?”). Oradan bazı satır başlarıyla bugünkü tabloya tarihten bir ‘derkenar’ düşelim!..

Halifelik her zaman, ta en başından beri İslâm tarihinde sanıldığı kadar ‘birleştirici’ bir motif, diğer bir deyişle ‘ittihad sembolü’ olmadı. Aksine daha çok ‘ihtilaf kaynağı’ olmuştur.

İslâm peygamberinin ölümünden sonra ortaya çıkan hilafet kurumunun birbirini izleyen ‘Dört Halife’, Emevi ve Abbasi dönemlerine bakın! Özü itibarıyla Kureyş kabilesinin tarihsel rekabet içindeki boyları ile bunların alt kolları arasında iktidarın sürekli el değiştirdiği bir çatışma dinamiğinin bu uzun sürece damgasını vurduğunu göreceksiniz.

Mesela Emevilerin halifeliğinin pek itibar görmediği Mekke’de, ikinci Emevi halifesi Yezid’in ölümü üzerine ortaya çıkan boşlukta hilafet ilan eden Abdullah İbn Zübeyr’in hapsettiği 24 kişiye şöyle dediği kaydedilir: “Allah’a yemin ederim ki ya bana biat edersiniz ya da sizleri ateşte yakarım!”

Ülkemizin 26'ncı başbakanı olması neredeyse kesinleşen Ahmet Davutoğlu'na, üstleneceği bu zor görevin hayırlı olmasını diliyorum. İçte ve dışta ciddi sıkıntıların yaşandığı bir dönemde Allah mahcup etmesin.

Birçokları için Davutoğlu; bakan, büyükelçi, başdanışman, başbakan olabilir. Şahsen, 20 yıl önce henüz mütevazı ama başarılı bir akademisyenken tanıdığım Prof. Davutoğlu, benim için Ahmet Hoca'dır. Aynı üniversitenin aynı bölümünden mezun olmanın ve benzer konulara kafa yormanın getirdiği yakınlığın yanı sıra 1994'te yayına başlayan Aksiyon Dergisi'nin kuruluşunda aynı masa etrafında fikir alışverişinde bulunmak gibi birçok ortak noktamız var.

Ahmet Hoca'nın dış politikadaki etkisi arttıkça popülaritesi de artan ve birkaç dile çevrilen “Stratejik Derinlik” kitabı ilk çıktığında, belki de hakkında ilk değerlendirmelerden birini yapmak Aksiyon'da bana nasip olmuştu. Genç bir gazeteci olarak kaleme aldığım, “Türkiye penceresinden bir uluslararası sistem okuması: Yerli, derin, stratejik” başlıklı yazıyı, Ahmet Hoca'nın da takdir ettiğini hatırlıyorum. “Mevlânâ ile Fukuyama'yı, Akif'le Kissinger'i hiç aynı kitapta okudunuz mu?” diye başlayan yazı, şöyle bitiyordu: “Stratejik Derinlik; 'ne hayalci küreselleşme, ne üçüncü dünyacılık' şeklinde bu dergide formüle ettiğimiz bir dosyanın kitaplaşmış hali. Kitap, belki de bu yüzden beni çok heyecanlandırdı.”

Galatasaray ile Fenerbahçe Soma için de oynadı ya…

İkisi ve de Beşiktaş ile Chelsea her gün “ölülerimiz” için maç yapsalar, katliamlara yetişemezler.

Şimdi Fenerbahçe misal, Soma’da ölen 301 madenci için de sahaya çıkarken, yıllarca “Başkan” ın sağ kolu olmuş, geçmişte “cumhuriyetçi paşalar” la, şimdi de “demokrat iktidar” la tam takım olmuş Özhavuz Bey’ in barajı da 5 insanı daha yuttu.

“Daha” diyoruz…

Çünkü tam orada, kimi yukarıdan düşen, kimi patlamış göbekten yağan betonun içinde kalıplaşan en az üç işçi daha cansız yatıyor.

Sorun biraz da şu çünkü:

Havuz sermayesini o kadar dolduruyorsunuz ki…

Barajı milletin üzerine taşıyor!

Sayın Erdoğan'ı bundan 15 yıl mukaddem, Pınarhisar Cezaevi'ne uğurlayanların arasında Ahmet Kaya da vardı.

Bir 'belgeselde' buna yer verilince, Ece adlı bir kadın yazar, 'Yuh!' demişti, 'Ahmet Kaya'yı da mı kullanıyorsunuz?..'

Çok geçmeden de naçar tornistan etmişti: 'Ahmet Kaya o konuşmayı Başbakan için yapmış. Bilmiyordum. Şaşırdım.'

Şayet...

Söz konusu konuşmayla Erdoğan'a destek veren Ahmet Kaya olmasaydı elbette şaşırmakla yetinmeyecek (mutat olduğu üzre) 'yandaş, yalaka, kendini kömüre makarnaya satan adam' diye saydıracaktı

Zira bu tiplerin üç aşağı beş yukarı tavırları bellidir.

Evet, 'tip' diyorum; çünkü, bir 'karakter' olamayacak kadar derinliksiz, yüzeysel insan evladıdırlar.

Birbirlerinden de pek farkları yoktur.

NEDEN?

Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır 20 Ağustos’ta Kandil’e gitti ve KCK eşbaşkanı Cemil Bayık ile bir röportaj yaptı. Üç bölüm halinde yayınlanan ve son derece önemli bilgiler içeren röportajın bir kısmı ise bir yığın tevatür yarattı. Bayık, “HDP içinde marjinal bir grup olduğunu” söylüyordu. Bu grubu “Beyoğlu” kelimesiyle açıklamaya çalışıyordu. Gazeteci Çakır “Cihangir’de mi” diye konuyu açmaya yeltendiğinde ise “anlayanın anladığını, daha fazla bir şey söylemek istemediğini” söylüyordu. Bu sözler, gayet doğal olarak, bir çok yere çekilebilecek cinstendi. Çekildi de. Bayık’ın rahatsız olduğu HDP bileşeninin sol sosyalist kesimden olduğu, Beyoğlu-Cihangir tabelalarının Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder’i gösterdiği ortaya atıldı. Hatta Ufuk Uras da konuya bir biçimde dahil oldu. Marjinal olmadığını açıkladı. Vesaire vesaire. Aslında mesele başka. Kandil’in HDP’nin bugünkü yelpazesiyle ilgili bir rahatsızlığı var, evet. Daha doğrusu HDP’nin hak savunuculuğunu yaptığı bir grubun kendilerini Ortadoğu’da güçsüzleştirdiğini düşünüyorlar. Bu çok önemli meseleyi Ertuğrul Kürkçü ile konuştum. Kürkçü de sözü edilen kesimi açıkça söylememeyi tercih etti, tercihine saygı duyuyorum. Ancak benim hem Bayık hem de Kürkçü’nün söylediklerinden anladığımı sizlerle paylaşmamın tartışmanın boyutlarının anlaşılması açısından önemli olduğunu da düşünüyorum. Bayık’ın ‘marjinal’ bulduğu, Kürkçü’nün ise ‘Beyoğlu ile kodlanan kesim’ dediği LGBTTİ bireylerdir bana göre. HDP’nin LGBTTİ hareketin hak ve taleplerini gündeme getirmesidir.

Eğer, “Neden Davutoğlu?” başlıklı sipariş yazıların sonuna geldiysek, artık asıl soruyu sormanın zamanı geldi: “Neden olmasın?”

Ya da derdini daha iyi anlatan bir soru sormak istiyorsak; “Ne fark eder?” diyerek sualde ufak bir değişiklik yapabiliriz…

Başbakanlığa Erdoğan tarafından atanan Ahmet Davutoğlu değil de Binali Yıldırım olsaydı ne değişecekti?

En büyük değişiklik, “Neden Davutoğlu?” güzellemelerinin başlıklarında olurdu sadece… Aynı isimlerin, “Neden Binali Yıldırım?” başlıklı “ikna köşeleri”ne rastlardık gazetelerde bir süreliğine, o kadar…

Erdoğan bugün, “Vazgeçtim, Ahmet sen çık, Binali sen gir” dese, o ikna köşeleri Binali Yıldırım güzellemeleriyle dolar taşar… Oturup, böyle bir değişikliğin ne kadar yerinde ve gerekli olduğunu anlatmaya çalışırlar. Kimi ikna etmeye çalıştıkları ise bir muamma…

Bu yazıların, muhaliflerde bir Davutoğlu sempatisi yaratmayı amaçladığını sanmıyorum… Belki de niyet budur ama buradan bakınca bile iyi düşünülmemiş ve sonuçsuz kalacağı aşikar bir plana benziyor bu… Peki hedef kitle “milli irade” olduğu sanılan diğer topluluk mu?

AK Partili olmasa bile AK Parti’nin geleceğiyle kendi geleceğini ilişkilendiren insanların hep merak ettiği bir konu vardı. Acaba AK Parti ve Erdoğan 12 yıllık büyük başarıdan ve üst üste gelen siyasi zaferlerden sonra ne olacak ve nasıl bir süreç yaşayacaktı. Erdoğan’ın geleceği, partinin geleceği, hükümetin geleceği, Türkiye’nin geleceği ...

AK Parti gibi güçlü ve karizmatik liderin başını çektiği büyük siyasi partilerde lider değişimi çok kolay bir iş değildir. Hele o genel başkan aynı zamanda başbakan olacaksa parti içi beklentileri yönetmek daha da zordur. 13 yıl tüm seçim başarılarının mimarı olarak gösterilen bir ismin ayrılmasının partinin performansını nasıl etkileyeceği de küçümsenmeyecek bir konudur.

Bu tür sorular, kaygılar, meraklar arasında Tayyip Erdoğan tereyağından kıl çeker gibi bir süreç yürüttü ve büyük bir başarıyla partisindeki dönüşümü gerçekleştirdi. Zaten, partisindeki değişimi sağlıklı bir şekilde başaramayanlar ülkedeki değişimi hiç başaramazlar...

Kırıp dökmeden, kimseyi küstürmeden, dengeleri bozmadan, hassasiyetleri yitirmeden, ilkeleri esnetmeden değişim gerçekleştirmek hiç kolay değildir. Erdoğan zor görüleni yine başarmıştır...

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler