Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanlığı seçim zaferi, Türkiye’nin “Tayyip Erdoğan mühürlü” yeni bir döneme adım atmış olduğunun “tescili” oldu. Ülke, zaten, uzun bir süredir, “Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si” ne dönüşmüş vaziyette idi. Ama, cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları ile, bu durum “tescil” edildiği gibi, önümüzdeki en az beş yıl böyle olacağı da “teyit” edildi.

Çünkü, daha önce defalarca altı çizilmiş olduğu gibi, cumhurbaşkanı seçimini bu kez “özel” kılan iki “unsur” söz konusu idi:

1) Cumhurbaşkanı’nın cumhuriyet tarihinde ilk kez halk tarafından seçilecek olması;

2) Cumhurbaşkanlığı seçimine giren adaylardan birinin, iktidarın neredeyse tümünü kendi ellerinde toplamak isteyen, başbakanlıkta 11 yılını ardında bırakmış olan Tayyip Erdoğan olması.

Seçimin kazananı olarak gösterilen iki lider var; Erdoğan ve Demirtaş .

Aktörlere değil, “ yapısal ” duruma bakarak düşünürsek, gerçek kazananın başka bir şey olduğunu da söyleyebiliriz. Neden bu iki isim ön plana çıktı? Yüzde 1’e yakın bir oy ile birinci turu geçmeyi başarmış Erdoğan ve partisine, yüzde 2-3’lük bir puan kazandıran Demirtaş, neden “ muzaffer ”? Neden böyle bir algı oluştu?

Bir kere her şeyden önce, seçimin ayrıkotuna bakalım. İhsanoğlu , seçim sonuçları belli olduktan sonra, herhalde farkında da olmadan, kendi durumunu çok iyi özetleyen bir açıklama yaptı: “ Sözüm bitti, çok mutluyum. ”

İhsanoğlu’nu seçimlerin kaybedeni yapan, hiçbir şekilde “ oyuna uyan ” bir profili olmamasıydı. Ancak, bu “ oyunun ” ne olduğunu da, bu seçimlerin daha önceki hiçbir seçime uymayan doğası nedeniyle, önceden öngörmek çok da mümkün değildi.

AK Partide Genel Başkan ve Başbakanın kim olacağı netleşti. Tayyip Erdoğan ve parti sözcülerinin dile getirdiği prensipler irdelendiğinde o ismin Ahmet Davutoğlu olduğu anlaşılıyor. Bunun da ötesinde Erdoğan’ın gönlündeki isim Ahmet Davutoğlu.

MKYK toplantısında Erdoğan, ‘Başbakan ve genel başkan kim olmalı’ sorusunu sordu. Abdullah Gül, Binali Yıldırım, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu isimlerinin öne çıktığı listede Ahmet Davutoğlu birinci çıkıyor. Milletvekilleriyle yapılan toplantılar yanında ayrıca genişletilmiş il başkanları toplantısı devam ediyor. Bu toplantıya il başkanlarının yanı sıra, belediye ve büyükşehir başkanları katılıyor. Burada da Ahmet Davutoğlu adının öne çıktığı iddia ediliyor.

Obama’nın genel olarak dış politikası çok eleştirildi ama en çok Suriye politikası tartışıldı. 54 bin sivil ölürken, milyonlarca Suriyeli komşu ülkelere sığınırken, Esad kendi halkına karşı kimyasal silah kullanırken, radikal İslamcı gruplar hızla büyüyüp Amerika’nın müttefiki komşu ülkeleri istikrarsızlaştırırken Obama’nın müdahale etmemesi tüm dünyada bir sürü insanı kızdırdı.

Nihayet Obama müdahale etti, ama Suriye’ye değil Irak’a. Yani 2008’de ‘Amerikan askerini çekeceğim’ diyerek seçim kazandığı ülkeye. Obama müdahale etme nedeninin ‘Yezidileri ve Irak’taki Amerikan askeri ve diplomatik personeli korumak için’ olduğunu söyledi. Ve yepyeni bir tartışma başladı.

Türkiyelileşme nedir? Hani şu HDP’den beklenen. BDP’den, DTP’den, HEP’ten, HADEP’ten, DEP’ten, yani Kürtlerin siyasal organizasyonlarından beklenen. Nedir bu?

Şu kadim cumhuriyet projesinin yakıcı temel problematiği ‘homojen, tekçi toplum projesi’ nin yerine üretilmiş bir hüsnü tabir mi? Siyasal sahnede yasal ve toplumsal meşruiyetle var olmak için yerine getirilmesi gereken bir ön şart mı? Ontolojik bir yabancılığın, bir dıştalığın aşılmasına yönelik siyasal bilgelikle dile getirilmiş bir kelamı kibar mı?

Bu Türkiyelileşme her neyse, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş tarafından ‘başarılmış’ sayıldı.

Kritik bir süreçte, önemli bir fotoğraf verildi.

Erdoğan'ın Çankaya Köşkü'ne çıkmaya hazırlandığı, Gül'ün veda resepsiyonları düzenlediği bir sırada Çankaya'da bir fotoğraf verildi.

İki Cumhurbaşkanı'nın fotoğrafı bu.

Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül'ün, 'Çankaya hatırası'

AK Parti Kurultayı'nın 27 Ağustos'ta yapılması kararının alındığı bir sırada, Abdullah Bey'in , 'Partiye döneceğim' açıklamasını yaptığı bir dönemde bu fotoğraf daha da anlamlı oldu.

Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün veda resepsiyonundaydık.

Bir dönemler Cumhurbaşkanı seçmemesi için muhtıra verilen, 367 dayatması yaşatılan AK Parti'nin iki Cumhurbaşkanı vardı, o salonda.

İletişimin izlenmesi konusunda Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu ’nun önemli bir raporu var. Bu raporda, özellikle, istihbari dinlemelerde birçok eksiklik ve belirsizlik bulunduğu yazıyor; önlem alınması isteniyor.

Bugün, usulsüz dinlemelerden şikâyet eden AK Parti hükümeti, acaba kurulun tavsiyelerini yerine getirmiş mi? Yoksa kulağının üzerine mi yatmış?

Öncelikle “ Adli dinlemeler” le, “İstihbari dinlemeler” arasındaki farkı hatırlatmak lâzım. Adli dinlemeler, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135’inci maddesine tâbi. CMK, kuvvetli şüphe ve başka yolla delil elde etme yolunun bulunmamasını şart koşuyor. İstihbari dinleme ise, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun ek 7’nci maddesi çerçevesinde gerçekleşiyor. İstihbari dinlemelerde, suçun işlenmeden engellenmesi amacıyla bilgi toplamak ön planda olduğu için, polisin çok geniş yetkileri mevcut. Maksat, faillerin yakalanması, suçun aydınlanması, buna hizmet edecek delillerin elde edilmesi değil. Zaten adı üstünde: Önleme amaçlı iletişimin denetlenmesi…

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi AKP’de dengeleri değiştirdi. Abdullah Gül’ün ‘ partime döneceğim ’ sinyali, gerek Erdoğan muhaliflerinde, gerekse AKP içinde heyecan yarattı. Ancak Erdoğan ‘ parti genel başkanı ile, başbakanın ayrı olması yanlış ’ diyerek Gül’e kapıları kapattı.

Bazı analistler Gül’ün kavga ederek parti genel başkanı olacağını düşünüyor ama bu mümkün değil. Nedeni çok basit; Gül, Erdoğan’la kavga edemez . Bunun için hem yeterli silahı yok, hem de Erdoğan’ın kavga etme biçimine karşı Gül’ün yapabileceği çok şey yok.

Erdoğan’ın hem de ilk turda cumhurbaşkanlığına seçilmiş olmasına fena halde canı sıkılmıştı. Sorumluluğu muhalefetin zayıf aday ve performansına bağlıyordu. Birden parladı, “Yahu, şu Selahattin Demirtaş CHP’nin başına geçseydi, Türkiye’de her şey bambaşka olurdu!” dedi.

Sadece şunu demek istiyordu: Demirtaş gibi genç, dinamik ve hepsinden önemlisi “Her şeyden önce demokrat, solcu ve insan hakları savunucusuyum” diyen biri CHP’nin başına geçmeli. Dostumun, Demirtaş’ın T24’e verdiği mülakatta “Her CHP’linin elini vicdanına koyarak şu soruyu sormasını isterdim: Sosyal demokrat ilkeleri seçimlerde -ortaya koyduğu söylemle, tarzıyla, yaşamıyla, pratiğiyle- kim temsil ediyor?” dediğinden eminim hiç haberi yoktu. Ama kendi kendine o soruyu sorduğu besbelliydi.

Başlıktaki benzetmeden alınganlık gösterecek samimi CHP’liler hoş görsünler ama daha iyi ve daha cuk oturan bir halk deyimi bulamadım. Belki yoktur da…

Bu yazı ise o halk deyiminin CHP için geçerli olup olamayacağını tartışmaya çalışıyor.

Soru yalın: CHP’de patlak veren ve patlak vermesi kesinlikle bir sağlık fırsatı yaratan çekişme, tellak değişikliği ile mi sınırlı kalacak yoksa tepeden tırnağa, programdan ülke sorunlarına somut çözüm önerilerine uzanan sahici bir yenilenmeye mi dönüşecek?

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!