Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Başbakan itiraf etti sayılır.. Başbuğ’un kendisine ‘bugün bize yarın size’ dediğini ‘ve hakikaten dediğinin olduğunu’ açıkladı.. Başbuğ’u o gün dinleseymiş!.. Başbuğ kurulan tezgâhları anlatmış olmalı.. En büyük tezgâh ‘Kozmik Oda’ya girilmesiydi.. Bülent Arınç’a suikast girişimi dümeniyle devletin tüm sırlarına ulaştılar.. Tezgâhı Arınç üzerinden kurmuşlardı.. Arınç’ı kullanmışlardı.. İktidar paralel yapının üzerine gideceğiz diyor ya.. Paralelin kapısını açacak maymuncuk orada.. O suikast palavrasında.. O palavra o günlerde iktidarın işine geldi, Arınç’ın hoşuna gitti.. Çünkü hedefte askerler vardı.. Suikast senaryosu o kadar çalakalem yazılmıştı ki insanın inanması için salak olması lazımdı..

Demem şudur.. Gözaltılar, tutuklamalar yolsuzluk ve rüşvete soruşturmasına karışanlardan intikam alma operasyonu değilse.. İktidar gerçekten paralel yapının üzerine gitmeye niyetliyse.. İşe Kozmik Oda’dan başlamalı.. O bilgiler kime gitti, bulmalı.. Bülent Arınç’a suikast tezgâhını kimler yaptı.. Senaryoyu kim yazdı, kim uyguladı.. Paralelin kökü orada..

Hiç şüphesiz Türkiye o günden beri hayli mesafe aldı. Fakat hâlâ ciddi sorunlar var. Hiçbir suç şüphesi soruşturmasız kalamaz, kalmamalı. Fakat soruşturmalar evrensel hukuka uygun olmalıdır. 17 Aralık’tan sonra yapılan siyasi atamalar, çıkarılan özel nitelikli kanunlar, değiştirilen adli yönetmelikler, HSYK bürokrasisinde yapılan siyasi operasyonlar… İstenmeyen hâkimler hakkında açılan linç kampanyaları… Hele de “Yargının da üstüne gideceğiz” sözleri…

Son derece endişe verici bir tablodur bu… Recai Seçkin konuşmasında böyle zamanlarda çıkacak “adalet kahramanlarının” sayısının az olduğunu söylüyor, hâkimlerin “kahraman olmak” zorunda kalmadan adil olabilecekleri bir yargı bağımsızlığını savunuyordu… Bu açıdan kaç arpa boyu yol gitmişiz?

Bayram yazısı yazamayacağım, kimsenin bayramını kutlamayacağım, çünkü bayram günlerinde değil yas günlerindeyiz. Bayrakları yarıya indirerek tutulan göstermelik resmî yas, kanayan bölgemizin, ebedî mağdur ve mazlum Filistin halkının acılarıyla alay etmek gibi. Ve eğer bayramlar barışa, ödeşmeye, kardeşleşmeye vesile ise, bu ülkede ve bu acılı bölgede kimsenin bayram kutlamaya hakkı yok.

Gazze’de, dünyanın gözleri önünde öldürülen bebelerin, insanlığın bütün acıları kocaman kara gözlerinde toplanmış yaralı çocukların, çıplak ayaklarıyla topa koşarken vurulan Muhammed’in, İsrail bombardımanında yıkılan evlerinin enkazı önünde yere çöküp ağlayan Filistinli kadınların, oğullarının cansız bedenini kucaklarında taşıyan babaların, ölümlerin, acıların, yangınların dünyasında neyin bayramıdır kutlanan?

Acaba şu tespite itiraz eden çok kişi çıkar mı: Eğer 22 Temmuz’daki gibi geniş çaplı ve siyasi anlamı yüksek bir operasyonu, o gün gözaltına alınan polis şeflerinin bizzat kendileri, bir kısmı bugün sosyal medyadan kendilerine destek olan savcılar ve hemen hemen tümü pasif görevlere kaydırılmış yargıçlar ile birlikte kotarmış olsalardı zanlılar kim olursa olsun işler bu kadar uzamaz, dolayısıyla fazla tartışma çıkmazdı. Ergenekon, Balyoz, KCK, şike vb. soruşturmalarda ve son olarak 17 Aralık 2013’deki yolsuzluk/rüşvet operasyonunda buna tanık olmuştuk.

22 Temmuz soruşturmasının ilk anından itibaren bir dizi aksaklık, hak ihlali ve bariz hukuksuzluk yaşandı, daha da yaşanacağa benziyor. Gözaltındaki polisler (ve onlara destek verenler), bunlardan hareketle kendilerinin haklı, diğer bir deyişle “suçsuz” olduklarını iddia ediyorlar. Olabilir. Ama şahsen yaşanan bütün bu sıkıntılardan, esas olarak, hükümetin bu kadar çok önem atfettiği bir operasyon için yargı ve poliste (hatta medyada) gerekli hazırlığı yap(a)madığı, buna karşılık Fethullah Gülen cemaatinin epey hazırlıklı olduğu sonucunu çıkarıyorum.

Sizlere bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Hrant Dink ’in katledilişinin üzerinden sekiz yıla yakın bir zaman geçti.

Cinayet aşamasına gelene kadar bu devletin tüm kurumlarıyla işin içinde olduğuna dair şüphe duyan yok artık. Üstelik devlet sadece kurumları ile değil ideolojisi ve ruhu ile de beyaz bereyi kafasından hiç çıkarmadı. Bunların detaylarını anlatacak pek gücüm kalmadı artık. Her şey gözümüzün önünde gerçekleşti zaten.

Cinayetten sonra ise davayı takip edenlerin “ bizlerle dalga geçiyorlar ” serzenişlerine sıkça şahit olmuşsunuzdur.

Örneğin “ Devlet ” konu hakkında ilk demecini cinayetten üç gün sonra, A GOS ’un kapısında verdi:

“ Dink cinayetinin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok, milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir. ” ( Celalettin Cerrah - Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü)

Bir süre sonra Ogün Samast Samsun’da yakalanmış ve kolluk kuvvetleriyle hatıra fotoğrafı çektirmişti.

İçinde Fadıl Akgündüz adı geçen ilk haberi 1999’da yazdım.

Onun ahalinin gözünü kamaştırmak üzere, yalnızca bir adet “ürettirdiği” otomobilin hayali fabrikası için topladığı milyonlarca liraya karşılık, devlete bir kuruş vergi ödemediği ortaya çıktığında da takvimler 2000 yılını gösteriyordu. O zamanın Maliyesi, Akgündüz’ün o zamanın parasıyla 40 trilyon TL’lik vergi borcu için haciz başlatarak dört bankadaki hesaplarını dondurmuştu

Haber, Maliye kaynaklı olmasına rağmen Fadıl Bey çok sinirlenmiş; akşamında yurtdışından bağlandığı TV’lerde “Bu para benim için leblebi çekirdek parası” demiş ve haber dolayısıyla da o zaman çalıştığım gazeteye noter kanalıyla ihtarname göndermişti.

15 yıl sonra bugün Fadıl Bey, “ikinci nesil” dolandırıcılığıyla yine manşetlerde.

Ömrümüz yeterse, zatı şahanelerinin üçüncü; hatta dördüncü nesil dolandırıcılığına da şahit olmamız muhtemeldir.

Hiç, “Bu nasıl oluyor?” falan demeyelim.

Bir kere dolandırdığı millet, 2002 seçimlerinde kendisini “vekili” seçerek ödüllendirdi.

Türkiye 10 yıldır yapısal reformlarla, yargısal süreçlerle, idari reflekslerle kendisini temizlemeye çalışıyor. Karanlık bir geleneği, vesayet düzenini tasfiye etmeye uğraşıyor.

Ancak bir 'temizlik yorgunluğu' yaşandığı da tüm çıplaklığıyla ortada.

Usulüne göre yapılmayan, içinde farklı iktidar kavgalarını barındıran, devletin içinde farklı bir merkeze dayanan hiyerarşiler üreten, yeni hukuk ve hak ihlallerine yol açan, hatta darbecilerden demokrasi kahramanı üretme ihtimali barındıran 'temizlik süreci' hem zaman zaman meşruiyet ve inandırıcılık sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor, hem ana hedeften çıkıp yan yollara saptı.

Geçtiğimiz günlerde başlayan emniyetteki paralel yapı operasyonunun arkasında yatan gerçek budur. Bu açıdan mesele sadece siyasi iktidara karşı darbe girişi değildir, sistem içinde oluşan özerk ve kural dışı bir alandır.

Şu açık: Bu alanın aktörleri askeri vesayete yönelik temizlik çabasında önemli bir rol oynadılar.

Hukuk içinde kaldıkları anlar ve süreçte diğer bir kirliliğin varlığına işaret ettiler ve üzerine gittiler. Ancak hukuk sınırlarını aşıp, başka bir hesap için faaliyet göstermeye başladıkları anda ve bu temizlik çabasını kullanıp, kirlettikleri noktada başka bir dev sorun ürettiler.

Ramazan Bayramı’nın ilk gecesi.

İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze’de ateşkes istemediklerini söylüyor, dahası, Gazze’ye düzenlenen kara operasyonlarının genişleyeceğini açıklıyor.

Netanyahu’nun açıklaması şöyle: “Önümüzde inatçı bir düşman var. Onu tamamen yok etmeden bu operasyonu sonlandırmayacağız”.

Netanyahu, aslında, şunu söylüyor: “Çoluk çocuk, yaşlı kadın, hasta özürlü demeden sivil halkı öldürmeye devam edeceğiz; Hastane okul demeden saldıracağız”.

Öyle de oluyor. Bayramın ilk akşamı, İsrail, farklı olana, dinsel olana, insani olana saygı ve empatiyi bir kere daha sıfırlayarak, Gazze’ye saldırıyor.

Yine çocuklar ölüyor. Yine, insanın gözlerini yaşartan ölüm ve vahşet manzaraları ortaya çıkıyor.

Washington' daki önde gelen Türkiye uzmanlarından, Prof. Henri Barkey, Al Monitor internet sitesinde yayınlanan 'Erdoğan cumhurbaşkanlığını kazanırsa ne olur' başlıklı analizini sonunda şu cümlelerle özetliyor:

'Erdoğan cumhurbaşkanlığı alanı içinde yer almayan yetkileri de gasp etmek için açık biçimde ortamı hazırlıyor. Açıkçası Türkiye şu anda, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı altında 'tek parti/tek adam' devletinden 'tek adam' devletine dönüşme olasılığıyla yüz yüzedir.'

Akla gelen-gelmeyen her türlü söylem ve yöntemle dantela gibi örülen bu 'fiili durum'un ne gibi sonuçlara yol açacağını birlikte izleyeceğiz.

Bu gidişe alkış tutanlar, övgü yağdıranlar, mazeret veya özür üretenlerden ziyade, sessizce seyredenler, tevekkül içinde boyun bükenler ileride nasıl bir Türkiye' de yaşayacaklarını hiç tahayyül ediyor mu, neyi öngörüyorlar, kestirmek mümkün değil.

En başta İsrail: “Müslümanların en aziz bayramıdır, bari mâsum sivilleri katletmeye birkaç gün ara verelim” demediler; bilakis bayramın ilk günü Şati mülteci kampındaki çocuk parkına düzenlenen saldırıda sekiz çocuğu öldürdüler ve Gazze’deki en büyük sağlık tesisi durumundaki Şifa hastanesi kliniklerini bombaladılar. İlk gün 47, ikinci gün 32 Filistinli öldürdüler.

İsrail’e “Aziz-mübarek günde Müslüman’a bu zulüm yapılır mı?” diye ta’netmenin mantığı bir yere kadar; Bektaşi fıkrasında olduğu gibi, “Bana ne, ben Müslüman değilim ki!” deseler cevabımız yok fakat IŞİD diye tesmiye olunan (Bunlar Müslüman, üstelik Sünnî, hem de Selefî; ilâveten halifeleri bile var, dindar mı dindar adamlar; tekbirsiz kelle kesmiyorlar!) cinayet ve haydutluk çetesinin yaptıklarına ne diyeceğiz?

Binlerce Müslüman katlettiler ve iki aydan beri Musul’daki diplomatlarımızı rehin tutuyorlar; yaptıklarının ne fıkıhta, ne de laik menşeli diye burun kıvırdığımız batı hukukunda yeri yok. Musul’daki Başkonsolosluğumuzu karargâh yapmışlar ama yorum yapmamız, hükümetin aldırdığı mahkeme kararıyla yasaklanmış durumda. İktidar sözcüleri lâf arasında, “Bayramda bırakacaklar, kavuşacağız inşallah” diye birşeyler mırıldandılar, ardı çıkmadı. Bu beklentiler A. Gül tarafından şu sözlerle nihayetlendirildi: “Musul’da zorla alıkonan konsolosluk görevlilerimizin bayramda aileleriyle olmalarını çok arzu etmiştik, çok uğraşmıştık. Maalesef şu ana kadar bu da gerçekleşmedi.”

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı