Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Polisteki gizli soruşturma ve gözaltılar hakkında birçok haber yayımlandı. Soruşturmayı hangi savcının yürüttüğü, kanun maddeleri, kimlerin niçin gözaltına alındığı yazılıyor, yorumlanıyor.

Gece başlayan arama ve emniyete alma işlemi hakkında, sabah yayımlanan gazete ve internet sayfasına haber yetiştirmek zordur ama yazıldığı kadarının özellikle böyle haberlerde doğru olmalıdır.

Bir örnek vermek istiyorum: Gözaltıların başlamasından bir gün geçtikten sonra yayımlanan bir haberde, 'Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla kurulan TMK 10. madde ile yetkili savcılıkta görevlendirilen savcı İrfan Fidan, TMK mahkemelerinin kaldırılmasıyla da terör ve örgütlü suçlar bürosunda görevlendirildi' yazılıyordu.

Nedense sevinemiyorum.

Sevinmem lazım; zira iki gün önce gözaltına alınan emniyet görevlilerinin 2010’dan bu yana Oda Tv, Balyoz, Ergenekon gibi soruşturmalardaki vicdansızlıkları, kurguları, hukuksuzlukları takip etmiş, en zor zamanlarda yazıp çizmiş biriyim.

Gazetecilik detay demektir. Üretilen sahte dijital deliller, tesadüfen hep aynı nöbetçi hâkime denk gelen tutuklamalar, pat diye çıkan flashbellek’ler, bürokrasi içindeki ayak kaydırmalar, bir anda beliriveren imzasız mektuplar, gizli tanıklar vs. bizler için 17 Aralık’tan sonra keşfedilen olaylar değil. Her hafta o polislerle görüşüp sonra ”Ayyyy kandırıldık” diye bayılma pozları yapanlardan değiliz.

Biz tarafsız basın, zaten o kabus dönemlerini her anıyla yaşadık, soluduk, yazdık. İnanmayanlar için Milliyet arşivleri, ortada.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için seçimler 12 Ekim’de yapılacak. Bununla ilgili gazetelerde yayımlanan haberleri okurken doğrusunu isterseniz dehşete kapılıyorum.

… Çünkü yargısı tamamen siyasileşmiş, kamplaşmış bir ülkede adaletin asla sağlanamayacağını, gücü eline geçirenin güdümündeki bir yargıdan bağımsızlık beklenemeyeceğini biliyorum. Gazetelerdeki haberlerden öğreniyoruz ki HSYK seçimleri için herkes bir liste oluşturuyor.

Adalet Bakanlığı bir “Yargıda birlik platformu” kurmuş, hükümete yakın yargıçları ve savcıları örgütlemiş. Karşı tarafta YARSAV ve Yargıçlar Sendikası da var. “Cemaatçiler” de ayrı bir grup, onlar da birlikte hareket edecekler, HSYK içinde güç

elde etmeye çalışacaklar. Ve sonra böyle oluşmuş bir HSYK’nın atayacağı hâkim ve savcılara kendimizi emanet edeceğiz, adalet bekleyeceğiz!

Başbakan Erdoğan’ın ‘Ne istediler de vermedik’ sözü aslında jenerik bir cümle. Bu cümlenin uzun bir açılımı var. 2010 Anayasa referandumu sonrası ülke manzarası şöyleydi. Milli Eğitim Bakanlığı fiilen Gülen hareketinin kontrolüne girmişti. Güneydoğu’da PKK ile mücadele bu harekete delege edilmişti. Milletvekili, general, vali, kaymakam, müdür, daire başkanı, müsteşar olmak, askeri okula, polis akademisine girmek için Gülen hareketinin referansı gerekiyordu.

Hükümet açısından tam bir ‘ne istediler de vermedik’ durumu vardı. Çünkü Fethullah Gülen fiilen koalisyon ortağı gibiydi. Gülen, görevden alınan istihbarat müdürleri için gazetecileri devreye sokup, Bakan’dan ‘derhal görevine iadesini’ isteyebiliyordu. Kurbağanın su dolu kazana bırakılıp sonra da yavaş yavaş ısıtılması gibi hükümet kararlı biçimde kuşatılıyordu.

Çok canım çekse de diyemezdim. Çünkü yargı, kolluk ve istihbarat teşkilatlarıyla oluşturulan bu Frankeştayn’ın taraf tutmaksızın yok edilmesi gerektiğini görecek kadar göze sahiptim. Yok edilmezse, bugün AK Parti’nin dün Cemaat’in elinde birilerinin canını yakacağını tahmin edecek kadar muhakeme vasfına sahiptim.

O yüzden mesela, daha ortada 17 ve 25 Aralık operasyonları yokken, savaş örtük vaziyette başlamışken “Şu yazarı at, bu yazarı da at” gibi siyasi baskılar geldiğini duyduğum Cemaat’in bir gazetesinin yayın yönetmenine “Gelin röportaj yapalım, bu baskıyı anlatın. Ben bir gazeteci olarak baskı gören tüm meslektaşlarımın konuşmasını isterim” demiştim.

“Yok” diye cevap vermişti, “Şimdi alevlendirmeyelim, sessiz kalalım.”

Türkiye'de siyasi ve toplumsal analizler genelde sorun, itiraz, tepki merkezli olur.

Geleceğe ilişkin bitmek bilmez bir kaygı hali de bu durumu besler. Endişe arttıkça 'sorun merkezli algı' artar.

Bu açıdan bakıldığında karşımızda iki büyük mesele bulunur...

Bu meseleler geleceğe ilişkin kaygılardan beslendikleri kadar geleceğe ilişkin kaygıyı da beslerler ve fasit bir daire oluştururlar...

Bunlardan ilki siyasete ve devlete, diğeri topluma ilişkindir...

Merkeziyetçi ve müdahaleci bir yapı, tekelimsi bir yapılanma, siyasi yetki-siyasi sorumluluk mekanizmasındaki çarpıklık bildik yapısal sorunlar arasında yer alır. Bu koşullarda devlet ve siyasetin bir hakemlik olmaktan çok, taraflar arasında bir taraf olması, üstelik kendi çıkarını, kendisini işletenlerin çıkarını kollayan bir taraf olması şaşırtıcı değildir.

76 polis Selam Tevhid Örgütü kapsamında casusluk ve suç örgütü üyeliği isnadıyla gözaltına alındı. İstihbarat Şubesi’nden 39 emniyet mensubu ise “yasa dışı dinleme” yaptıkları iddiasıyla karşı karşıya.

39 polisi ilgilendiren yasadışı dinlemelerin ne olduğu tam olarak bilinmiyor ama Selam Tevhid Örgütü çok tartışıldı. Güler misiniz, ağlar mısınız?.. Esasında bu dosya, Türkiye’deki İran’la bağlantılı casusları hedef alıyordu. Devrim Muhafızları Ordusu, Türkiye’de bazı isimlere çengel atmış, onlarla işbirliğine girişmişti. İçinde çok ciddi iddialar ve devletin üst kademelerine kadar uzanan isimler mevcuttu. Bu dosya, Savcı İrfan Fidan tarafından takipsizlik verilmek suretiyle kapatıldı. Mahkemeye intikal ettirilmedi. Eşzamanlı olarak, Türkiye’deki İran casuslarının izini süren polisler, casusluktan gözaltına alındı.

Başlıktaki ifade, boynu kalın hırsızları yakaladığı için gözaltına alınan bir polise ait. Aslında Türkiye siyasetinin özeti bu.

Gerçeği görmek için şu soruya cevap vermek yeterli: “ O polisler de, bakanlar gibi, birer kutu alıp, milyonlarca dolarlık rüşvetleri ve yolsuzlukları görmezden gelseydi, başına bunlar gelir miydi?

Bu sorunun tek cevabı var. Elbette hayır. Bu soru başka bütün soruları, bütün iddiaları, bütün iftiraları, bütün gerekçeleri geçersiz kılıyor. Durum net; o polisler haram lokma yemediği ve yedirmemeye çalıştığı için gözaltında...

Erdoğan operasyonun bir proje olduğunu 23 Haziran’da Akşam ’a verdiği söyleşide açıklamıştı: “ Bir proje geliştiriyoruz. O bitince paralel yapıyla ilgili süreç hızlanacak ” demişti. Projenin “ Sulh Ceza Hâkimlikleri ” garabeti olduğu anlaşıldı. Erdoğan 20 Temmuz’da da “ Paralel yapıyla ilgili süreci, Sulh Ceza Hâkimlikleri götürecek ” diye açıkça itiraf etmişti. Bu itiraflardan sonra yapılan operasyon bir hukuk operasyonu değil, bir siyasi projedir.

Sulh Ceza Hâkimlikleriyle, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi, tak diye emredince şak diye uygulayan bir yargı projesi devreye sokuldu. Bu düzene Erbakan “ hukuk değil guguk düzeni ” derdi.

Paralel yapıya dönük operasyon çerçevesinde yüzden fazla polis gözaltına alındı.

Operasyonu eleştiren yayın organları, sıklıkla, “Haram yemedi, çalmadı çırpmadı, vatana hizmet etti” ifadelerine yer veriyor ama ortada vatana hizmet edenlere yönelik bir girişim olduğunu düşünmüyorum.

Esasında, hiçbir şey düşünmüyorum.

Şu an beklemedeyim.

İddianame tanzim edilmeden, ortaya sağlam ve güçlü kanıtlar konulmadan bu konuda konuşmayacağım.

Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları döneminde “basın olarak” heyecana kapılmıştık. Bu heyecandan uzağım şimdi. Temkinli olmak, temkinli bakmak istiyorum.

Kuddusi Okkır göz göre göre “ölüme” terk edildi. Sustuk. Ya da yeterince tepki göstermedik. Hâlâ bunun üzüntüsünü taşıyorum.

Nedim ve Ahmet meselesinde “Ne oluyor?” diye sormuştuk ama Hanefi Avcı konusunda önümüze sürülenlere inandık. İddiaları ve ithamları ciddiye aldık. Bir muhafazakâr polis şefinden sol örgüt mensubu yaratan müddeilerin niyetlerinden kuşku duymadık.

Çaresi kalmadığı için. Dürüst insanın yalanı da olmaz; titreyenler hep mücrimlerdir. Bu kadar hukuksuzluk çaresizlikten.

Suçunuz, vebaliniz olmasa, alnınız ak yürüyebilseniz, gücünüzü zorlayıp hukuku bu kadar eğip bükmeye, ters-yüz etmeye mecbur kalır mısınız? Erdoğan freni patlamış kamyonun direksiyonunda ters yönde ilerlerken, Temel fıkrasındaki gibi doğru yolda ilerleyenleri suçluyor ve kendisini haklı çıkartacak kural değişikliğinin peşine düşüyor. Devlet gücünü kullanarak hırsızlık, yolsuzluk yapmak suç olmaktan çıkıyor; hırsızları içeri tıkanların kollarına kelepçe takılıyor. Aman siz siz olun, cüzdanınız çalındığında hırsıza hırsız demeyin, polisin de başını yakmayın. Sadece garabeti takip edin: Sandıktan çıkmış bir hükümet suçsuz olsa, hırsızlar dışarda, hırsızlara suçüstü yaptıranlar içerde olur muydu?

Popüler İçerikler

Icardi ve Wanda Nara'yı Ahlaksız Bulan Batuhan Karadeniz'e Eski Sevgilisinden Bomba Tesirli Karşılık
Kızıl Goncalar Naim'in Yıllar Öncesinin Efsane Dizisinde Oynadığı Ortaya Çıktı!
Göndermesiz Anket: En Komik Komedyeni Seçiyoruz!