Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Beklenen oldu: İsrail, “Arap Baharı’nın” sonuçlarından biri olan IŞİD’in yarattığı kargaşadan da yararlanıp kara harekâtına başladı; katliam yayılıyor!

İsrail-Arap mücadelesinin tırmandığı 1970’ler ve 80’ler Soğuk Savaş yıllarıdır...

Asya’da ve Ortadoğu’da, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki nüfuz çatışması bütün hızıyla sürmektedir. 

Bu çerçevede, ABD, Afganistan’da, Sovyet işgaline karşı El Kaide’yi kurar ve FKÖ’nün sistemle uzlaşma eğilimleri üzerine filizlenen HAMAS’a, terörist örgütleri bölerek zayıflatmak için, göz yumar. 

Sovyetler yıkılıp, Soğuk Savaş bittikten sonra, amaçsız kalan İslam kökenli antikomünist silahlı örgütler, Arap-İsrail çatışmasını amaç edinir ve ABD’yi düşman beller...

Gazze ’ye giriyorum.

Upuzun, kapkaranlık, kasvetli bir koridor.

İki yanı beton duvar, tepesi teneke kaplı.

Yerlere gelişigüzel bırakılmış dikenli tellerden sakınarak yürümen lazım.

Git git bitmiyor!

İnsanı bunaltmak için bundan daha iyi dekor olamaz.

Sınır kapısından İsrail 'den Gazze 'ye geçiş böyle başlıyor.

İsrail tarafında birkaç saat süren baydırıcı kontrolden sonra pasaportuma şöyle bir bakıyor Filistinli asker.

Hayatından bezmiş.

Sakal bir karış, tespih çekiyor.

El yazısıyla, önündeki kenarları tirfillenmiş, rengi atmış deftere adımı ve pasaport numarasını şöyle bir not alıyor.

Hepsi o kadar.

Gazze Şeridi ’ne hoş geldiniz!

Devletler, siyasetçiler ve kurumlar yakın geçmişteki dünya savaşlarından sanki hiç ders almamış gibi...

Demokrasi kültürü ve insan haklarının onca ilerlemesine... Savaşın acı ve kayıplarının, doğuracağı sonuçların gayet iyi bilinmesine rağmen, 21. yüzyılın başında yine kan ve gözyaşı bataklığında yüzüyoruz.

Sinemada görsek insanlığımızdan utanacağımız dramlar, baskılar, şiddet ve vahşet her an yaşanıyor. Aferin bize!

TÜRKİYE Cumhuriyeti devleti olarak durumumuz şudur:

-Elimizden hiçbir şey gelmiyor.

-Olup biteni seyrediyoruz.

-Herhangi bir Filistinlinin öldürülmesini engelleyemiyoruz.

-İsrail'in 'Acaba Türkiye ne der' falan diye bir saniyecik bile düşünmesini sağlayamıyoruz.

-İsrail'in attığı yüzlerce bombadan bir taneciğine bile mani olamıyoruz.

-İslam dünyasında en küçük bir kıpırdanmaya yol açamıyoruz.

-Filistin'in yarasına bir dirhem bile deva olamıyoruz.

İsrail’in 10 gün süren ve aralarında çocuklar, 200’den kişinin canını alan, 2000’den kişinin yaralandığı hava bombardımanlarının ardından önceki gece Gazze’ye karşı giriştiği “kara harekâtı” , dünya çapında haklı tepkilere yol açtı.

Sesini yükseltenlerden biri, Gazze halkının bir zamanlar umutlarını bağladığı Türkiye. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün, “Herkes sessiz kalsa dahi Türkiye hiçbir baskı ve zulme karşı sessiz kalmayacak” dedi.

Suriye’de yaşanan iç savaş ile buna bağlı kaos ve belirsizlikten en fazla (belki de tek) istifade edenin İsrail devleti olduğu söyleniyordu, son birkaç gündür bu tahlilin ne derece isabetli olduğunu acı bir şekilde görüyoruz. İsrail hiç kuşkusuz, Ortadoğu’daki Müslüman toplulukların mezhep temelli, son derece yıkıcı ve ne zaman biteceği belli olmayan bir çatışmaya girmiş olmalarından hiç şikayetçi olmasa gerek. Ama bu kaotik durumun kendisine açıktan cephe alan devlet (Suriye, İran) ve grupları (Hizbullah, Hamas, İslami Cihad) doğrudan ve son derece olumsuz bir şekilde etkiliyor olması İsrail’i ayrıca ve çok daha fazla memnun ettiği açıktır.

Yıllar önce Atatürk üzerine bir açık oturumda bulunmuştum. Sıra dinleyicilerin soru ve yorumlarına gelince bir emekli subay söz aldı: “Ana rahmindeki bebeğin kafasına Atatürk sevgisini kazımalıyız...” diye başladı sözüne.

“Kazımak” fiilini o kullandı. “Aşılamak” falan değil, “kazımak”! “Kazıyan” başka bir ülkeden biri, “kazınacak” olan da “Atatürk sevgisi”nden gayrı bir şey olsa, bu adam da yerinden zıplar, “İşte! Bunlar böyle beyin yıkarlar!” yollu bir şeyler söyler. Yani, söylediği şeyin iyi bir şey olmadığını bilir. Bilir de, konu böyle “Atatürk sevgisi”, “vatan- millet sevgisi” falan olunca bu tarzda konuşmakta sakınca görmez. Çünkü bizlere verilen eğitim bunu doğru yol olarak göstermiştir.

Tayyip Erdoğan, İsrail konusunu iç politikada fena halde istismar ediyor. “Haydi İsrail’i kına” diye ona buna çatıyor. Önce, oklarını muhalefete ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na yöneltti. Ardından Arap dünyasına… Sanki kınayınca iş bitecek. Ayrıca Türkiye’de, İsrail’in bu gaddarlığını kınamayan pek az insan olduğunu düşünüyorum. Ama bu vesileyle eski defterler karıştırılıyor; 2004 yılında Tayyip Erdoğan’a verilen “Yahudi Cesaret Ödülü” hatırlatılıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, “Haydi o ödülü iade et” çağrısını yapıyor. Aslında bu da siyasi istismar. Çünkü o ödül, 2. Dünya Savaşı’nda ülkemizin Yahudiler’e gösterdiği ilgiden dolayı, Türkiye adına Erdoğan’a tevdi edildi. Bir başka ifadeyle ödülü Türkiye aldı. Tabii, şöyle bir soru da sorulabilir: 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, aradan yıllar geçti, neden 2004 ve Tayyip Erdoğan beklenildi?

Türkiye’deki bütün siyasi partiler, İsrail’in kara harekâtını eleştiren ortak bir açıklama yapmış.

Evet ama yetmez.

Hususen CHP için söylüyorum...

Miting yapsınlar.

Ölçüyü kaçırmadan, taraftarlarını sokağa döksünler ve “İsrail ayıp ediyor” desinler.

Hiç değilse bu kadarcığını yapsınlar.

40 kilometre boyunda 6 kilometre eninde bir şerit. Bu şeride 1.800 insan sıkışmış durumda. Çünkü karadan ve denizden abluka altında. Giriş çıkış adeta yok, yardım yok, destek yok. Balığa çıkmak için bile İsrail'den izin almak lazım.

Abluka altı yaşam, Nazilerin yahudi gettolarındaki hayattan farklı değil.

Bir bilanço:

Çoğu kadın ve çocuk 1500 kişinin hayatına mal olan 2008 tarihli son İsrail saldırısından sonra ham madde girişinin durması, ihracatın imkansız hale gelmesiyle sanayi büyük bir çöküş yaşadı.

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi