Söze ne zaman “Suriyeli mülteciler sorunu” diye başlansa… İktidar çevrelerinden hep aynı ezber yükseliyor:
Ne yani? Zulümden kaçan insanlara kucak açmasa mıydık? Ne yani? Kapatsa mıydık sınırımızı?
Ne yani? Bıraksaydık da sefalet ve ölümle burun buruna mı kalsaydılar?
Ne yani? Ne yani? Ne yani?
Zulümden, sefaletten, ölümden kaçan insanlara sınırını elbette açacaksın muhterem. Ama senin yaptığın sadece sınırı açmak… Ötesi yok. Vicdan kapını aralamıyorsun bile.
Şu tabloya bir bak Allah’ını seversen: Misafirin bir büyük sefaletin göbeğinde çırpınıyor, sen aldırmıyorsun. Misafirin sokaklarında el açıp dileniyor, sen bakıp geçiyorsun. Halkın misafirine düşman kesilmiş durumda, senden tık yok. Misafirin perişan, sen seyircisin. Misafirinin izzet ve onuru ayaklar altında, sen öyle bakıyorsun. Misafirin aç, senin umurunda bile değil. Misafirin kin ve nefretin hedefi haline gelmek üzere, sen umursamıyorsun.
Efendiler! Ev sahipliği, misafire kapıyı açmakla bitmez. Ev sahipliği, misafire kapıyı açmakla başlar. Kendinize gelin.