Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

17 Aralık’ta ortaya çıkan rezillikler o kadar büyüktü ki, bu ilginç olayın üzerinde durmaya o vakit fırsat bulamamıştım.

“Bakan Bey saat kaç” olayından sonra hatırladım, sizlerle de paylaşayım. 

Bu iş şöyle oluyor:

Önce değişik isimler üzerine kontörlü SİM kartları satın alıyorsunuz. Eski Bakan Çağlayan’ın böyle 25 değişik SİM kartı olduğunu telefon kayıtlarından öğrenmiştik.

Tabii iş SİM kart almakla bitmiyor. Yine değişik isimlere fatura edilmiş bir o kadar da telefon almalısınız.

Sonra kendinize bir fihrist yapıyor ve aldığınız SİM kartlara 1’den mesela 25’e kadar numara veriyorsunuz. Bu “şifre kodlarını” konuşacağınız insanlara da veriyorsunuz ki siz onlara “8 açık” dediğinizde, sizi sekizinci sırada kayıtlı numaradan arayabilsinler.

Telefonları şarj ediyorsunuz, ama hiçbirine kart takmıyorsunuz, pillerini de çıkarıyorsunuz ki IMEI numarasından takip edilemesin.

“Hazine yardımı olmasa da hazine gibi gönüllerimizle bu kampanyayı yürüteceğiz.”

Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyasını başlatan Selahattin Demirtaş ’ın dün kürsüdeki ilk cümlelerinden biri buydu.

Cumhurbaşkanını halkın seçeceğini ama yarışın kendisi dışındaki iki adayı destekleyen partilerin Hazine yardımı alması nedeniyle antidemokratik olduğunu vurguladı.

Yerden göğe haklı.

Demirtaş’ın haklılığı, sadece Kürt siyasetini temsil eden hiçbir partinin, bugüne dek devletten tek kuruş Hazine yardımı almamasından kaynaklanmıyor.

Bu, meselenin görünen-bilinen yüzü...

Konunun pek hatırlanmayan/az bilinen önemli boyutunu; bugünkü adaletsiz ve eşitsiz ortamı, AKP ile CHP’nin dokuz yıl önce birlikte yarattığı gerçeği oluşturuyor.

Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun simgesi hâline gelen 700 bin liralık saatin sahibi eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ’a yönelik tepkilerin ardı arkası kesilmiyor. Geçtiğimiz günlerde Ankara’nın Çayyolu semtinde bulunan bir restoranda “ saat kaç ” protestosu ile karşılaşan Çağlayan’ın bir başka lokantada ise “ Hesaplar Rezza’dan mı Zafer Bey ” sataşması ile karşı karşıya kaldığı öğrenildi.

“ Hesaplar Rezza’dan mı Zafer Bey ”in hikâyesi şöyle:

ÇAĞLAYAN BİR GÜN YEMEKTE...

Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yine bir grup arkadaşı ile geçtiğimiz günlerde Ankara’nın Çayyolu semtinde bir restoranda yemeğe gitti. Olay yaklaşık iki ay önce gerçekleşti. Çağlayan ve beraberindekiler, kahkahalar içinde yemeklerini yiyorlardı. Bu kahkahalardan rahatsız olan yan masadakiler ise dayanamadılar ve, “ Hesaplar Rezza’dan mı Zafer Bey ” diye laf attılar. Olay bir anda ortamın gerilmesine yol açtı. Tepki üzerine şaşıran Çağlayan yine ilk etapta cevap veremedi. Yanındakiler ise, “ Ayıp olmuyor mu kardeşim ” şeklinde tepki gösterdi. Ortamın daha da gerilmesini ise çevredekiler engelledi. Çağlayan ve beraberindekilerin kısa bir süre sonra restorandan ayrıldıkları bildirildi.

AK Parti'de esas merak edilen Ekmeleddin İhsanoğlu ya da muhalefet liderlerinin ne yapacağı değil. Karşı mahalleyi izliyorlar ama asıl ilgi içeriye.

Cumhurbaşkanı Gül'ün ne yapacağı merak ediliyor.

Gül'ün, TOBB'un iftarında,' Bundan sonra da milletime hizmet etmeye devam edeceğim' sözü kulislerde siyasete açık kapı olarak değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı, Kütahya gezisinde, bugünkü şartlarda gelecekle ilgili siyaset planının olmadığını söylemişti.

O günkü şartlarda ne vardı? Başbakan Erdoğan,'Koşan,terleyen Cumhurbaşkanı'profili ortaya koymuştu. Başbakan'ın da kendisiyle uyumlu olması gerektiğinin altını çizmişti. 'Tüm yetkilerimi kullanırım' demişti. Cumhurbaşkanı Gül bu açıklamayı 18 Nisan 2014 tarihinde yapmıştı.

Bir gün sonra Köşk adına gazetecileri arayan kaynak, 'Bu günkü şartlar' ın altını çizmişti.

Görünen o ki, 'Bugünkü şartlarda' ve Cumhurbaşkanı'nın pozisyonunda bir değişiklik söz konusu. Gül'ün, TOBB'un bu tür organizasyonlarında ve veda ziyaretleri sırasında siyasete göz kırpan mesajlar vermeyi sürdürmesi bekleniyor.

Dikkatle takip etmekte yarar var.

Bu soruya yanıtlar değişebilir; hatta, bugün, tam zıt yanıtları bulmak da mümkün.

“Otoriter, hukuksuz, içe kapanmış, ayrışmış, ekonomik krize girmek üzere, ve geleceğine kara bulutlar çökmüş bir Türkiye” yanıtı da mümkün; “Normalleşmiş, demokratikleşen, bölgesel lider, dönüşen, güçlü, zenginleşen, ve geleceği parlak Türkiye” yanıtı da.

Nerede konumlanılmışsa, hangi pencereden ve hangi gözle bakılıyorsa, ona göre yanıtlar da değişecektir.

Her iki yanıtın da belli bir doğruluk payı var. Bu da doğal, çünkü, doğru, mutlak ve tek değil.

Peki, ne yapacağız? “Doğru görecelidir” diyerek işin içinden mi çıkacağız? Yoksa, başka bir yöntemle bir çerçeve oluşturmaya mı çalışacağız?

“Çatı adayı” Ekmeleddin İhsanoğlu siyasetten gelmiyor, siyasi bir üslup kullanmaktan geri duruyor, normal şartlarda AKP’ye oy vermesi düşünülecek olan seçmeni yanına çekmeyi esas aldığı için ne AKP hükümetini ne de AKP adayı Başbakan Erdoğan’ı doğrudan ve sert bir şekilde eleştiriyor. Bunun isabetli bir strateji olup olmadığını 10 Ağustos gecesi anlayabileceğiz. Ama bugünden bakıldığında İhsanoğlu’nun bu çizgisi nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’la siyasi anlamda yarışmada HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaşın yalnız kaldığını görüyoruz.

Bu, kuşkusuz son dönem siyaset dünyasının yıldızı parlayan ender isimlerinden olan Demirtaş için önemli bir fırsat. Demirtaş eğer CHP + MHP’nin aday tercihleriyle bilinçli bir şekilde yaratmış oldukları siyasi boşluğu doldurabilirse HDP’yi, oradan hareketle de Kürt siyasi hareketini (KSH) yeni alanlara taşıyabilir. Fakat her fırsatta olduğu gibi bu durumda da riskler söz konusu.

Lafını bilmezlik, buyrukçu üslup, lumpen konuşma tarzı Tayyip Bey’den diğer liderlere de bulaşmış görünüyor. Kendi cumhurbaşkanı adaylarının sakin, saygılı, çelebi üslubuyla övünen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçiminde oy kullanmama eğilimi belirtenleri hedef alan şu sözlerine bakın hele: “Masalarda oturup ‘oy kullanmayacağım’ demekle olmaz..... sandığa adam gibi, tıpış tıpış gideceksiniz!”

İki haftadır uzaklardaydım. Gündelik hay huyun bir süre dışında kalıp cennet(!) vatanımızdaki ve bölgedeki vahim gelişmelere uzaktan bakınca daha sakin ve daha geniş düşünmek mümkün olabiliyor. Örneğin, insan ve inanç üzerine yazmayı düşünüyordum; inançlı Musevî’nin İsrail devletinin Filistin’e saldırıları karşısında, inançlı Müslüman’ın IŞİD ve benzeri cihatçı teröristlerin vahşeti karşısında kendisiyle ve inancıyla nasıl hesaplaştığı, inancını korumak ve doğrulamak için nasıl bir aklileştirmeye başvurduğu, inanç ve amaç uğruna şiddetin meşrulaştırılmasının etik sınırları gibi konular kurcalıyordu kafamı. Belki bu konuların derinliği, ağırlığı beni aştığından, belki de cumhurbaşkanı seçimi atmosferinde okurların bu gibi konulara ilgi göstermeyeceklerini düşündüğümden, bir de Kılıçdaroğlu’nun “sandığa adam gibi tıpış tıpış” gidilecek komutunun etkisiyle, yine döndüm ayının armut hikâyesine.

90’lı yıllarda işlenen liste cinayetleri hakkında bir dava var. Geçen hafta Ankara’da ikinci duruşması görüldü. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in ellerinde PKK’ya destek verenlerin listesi olduğunu açıklamasını takip eden 19 cinayet davanın konusu.

Bir tutuklu sanığı bile yok davanın. Son tutuklu sanık, eski özel harekatçı Ayhan Çarkın geçen hafta tahliye edildi. Çarkın tahliyesinden sonra “Devlet eğer bir şey yapacaksa, bana ruhsatlı silah versin, vermiyorsa da Allah o devletin belasını versin” dedi.

19 cinayet hakkında açılan dava da bir kişi bile tutuklu değil. Aynı yargı sistemi poşu davasında Cihan Kırmızıgül’ü, Odatv davasında Ahmet Şık ve Nedim Şener'i ve daha nicelerini sudan sebeplerle senelerce tutuklu yargıladı. Burada ise bırakın tutuklu yargılamayı, sanıkları duruşmalardan da vareste tutuyor.

Cumhur-başkanlığı seçiminin 10 Ağustos’ta yapılacak 1. turuna az bir zaman kaldı.

İkisi siyasetin kalbinden, biri siyaset dışından gelen üç aday, nasıl bir Türkiye ve nasıl bir cumhur-başkanlığı hedeflediklerini uzun uzun anlattılar.

Cumhurbaşkanı adayı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın vizyon belgesi, her zamanki gibi Erdoğan iddiasını yansıtan, birçok bölümüyle hükümet programlarını anımsatan, icracı bir yol haritasıydı.

Çatı değil ortak aday olduğunu vurgulama ihtiyacı duyan Ekmeleddin İhsanoğlu ise parlamenter sistem ve tarafsız cumhurbaşkanı sütunlarına oturan bir vizyon çizdi. Kampanyanın son gününe kadar da bu çerçevede ilerleyeceği aşikâr.

Ekmek için Ekmeleddin” ya da rakiplerine 1000’er lira bağışlama buluşları gerçekten yaratıcı olmakla birlikte, kampanyasını sesini yükseltmeme üzerine kurgulaması ciddi bir handikap gibi görünüyor.

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı için vizyon belgesini açıkladığı toplantıya katılan sanatçılara gösterilen tepki ülkenin en büyük sorunlarından birisini yeniden konuşulur hale getirdi. Kemalist, sol, “laikçi” sosyal gruplardaki farklılıklara tahammülsüzlük ve ifade özgürlüğüne karşıtlık sorununun derinliği bir daha görüldü. Popüler ifadeyle, mahalle baskısının yaygın ve utanmazca boyutu anlaşıldı.

Esasen, mahalle baskısı masum ve bilimsel bir kavram... Gerçekte ise karşı karşıya bulunduğumuz durum post-modern faşizmden başka bir şey değildir.

Sanatçılara baskı geleneği

Yine de bu tartışma herkesin gündemine geldi mi bilinmez, zira herkes böyle bir konuda tartışmayı ve kendisiyle yüzleşmeyi göze alamayabilir. Ezberden konuşulduğunda, insanların farklı fikirleri, farklı siyasi tercihleri olabileceğini söylemek kolay ama gerçekte bunu uygulamak her zaman mümkün olmuyor. Görüldüğü gibi son zamanlarda hiç mümkün olmuyor.

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı