Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İSRAİL Gazze'ye acımasızca saldırırken...

'Büyük Usta'nın bu saldırılara karşı politikası da belli oldu.

İsrail'in vahşi saldırganlığına karşı...

'Büyük Usta' şu iki şevi söylüyor:

BİR: Tarafsız kalamayız.

İKİ: İsrail'le görüşmeyiz.

Birincisi için söylenecek tek şev var: Yüzlerce masum insanın üzerine bombalar yağdırılırken, çoluk çocuk katledilirken, camilere nokta atışları yapılırken. Gazze'ye ölüm kustunılıırken, vahşetin de vahşeti sergilenirken...

Yok bir de tarafsız kalsaydın.

İkincisi için ise sadece şu söylenebilir: İsrail için de çok fifiydi yani sen'ın kendisiyle görüşüp görüşmemen..

AKP iktidarının “acele”si bitmiyor. Yurt savunması ya da özel yasalarda belirtilen olağanüstü durumlarda başvurulan bir yol olan “acele kamulaştırma”, AKP iktidarında, sayısal olarak Bakanlar Kurulu’nun en çok karar ürettiği alanlardan birine dönüştü. 

“Acele kamulaştırma”yı geleneksel kamulaştırmadan ayıran temel özellik, taşınmazlarına el konulan vatandaşa, paralarının bilirkişi tespitinden sonra 7 gün içinde “peşin olarak” ödenmesi. 

Arazisine girilen doğrudan muhatabı kısmen de olsa “memnun ettiği” için iktidarın elini güçlendiren bu yöntemde, ne projenin yapılacağı yöre halkının fikri tam alınıyor ne de ÇED raporlarına özen gösteriliyor.

“Çatlı’nın 90’larda yönettiği çetenin işlediği cinayetlerle ilgili davanın duruşması yapıldı cuma günü. Tapeler ortaya çıkmış, ‘kahramanlıkların’ bedelinin çok da ucuz olmadığı anlaşılmıştı.

Her cinayetten sonra milyonlarca dolar paylaşılmıştı. Duruşma bitti, tek itirafçı da bırakıldı, bütün sanıklar ‘Duruşmalara da gelmeyebilirsiniz’ diye evlerine yollandı. Mağdurların yakınları bir kez daha aslında ezbere bildikleri olan bitenden dolayı şaşkındı. Oysa hafızasını ve alışkanlıklarını yitirmiyordu hiçbir zaman devlet aklı...”

Gökçer Tahincioğlu, dün Milliyet'te bir 'Türk hukuk klasiği'ni böyle özetliyordu.

İsmail Avcı da, hepimizce malum 'Türk hukuk klasiği'nin Diyarbakır Cezaevi'ndeki 12 Eylül işkencecileriyle ilgili 'son durum'u toparlamıştı, önceki günkü Zaman 'da:

“Referandumdan sonra Diyarbakır Başsavcılığı’na başvuran 2 bin kişi, sorumlulardan şikâyetçi oldu. Ancak bugüne kadar bin 500 soruşturmada zamanaşımından dolayı takipsizlik kararı verildi. Böylece ‘insanlara dışkı yedirdiği, kanalizasyon suyu içirdiği’ iddia edilen sorumlular hakkında yargı yolu kapandı.

Cumhurbaşkanlığı tantanasında bazı haberler gözden kaçıyor. Bunlardan biri de Murat Sabuncu’nun geçen hafta T24’te Musul’daki rehinelerle ilgili kaleme aldığı bir yazı.

Basın yasağı nedeniyle bazı detayları atlıyorum. Ancak Murat, ‘üst düzey bir devlet yetkilisine’ dayanarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın konsolosluk baskınından 3 gün önce IŞİD’in Musul’a yaklaştığı ve konsolosluğun boşaltılması gerektiğini söylemiş. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise “Bayrak dalgalanmalı“ diyerek buna karşı çıkmış. Yazıya göre iki ismin arası bu yüzden açılmış.

Dün Murat’la konuştum, ardından da kendi kaynaklarımı yokladım. Evet, MİT Müsteşarı sahiden konsolosluğun boşaltılmasını talep etmiş. Doğru olan da buydu. Fidan orada ‘iskelet kadro‘ denilen özel harekat timini bırakmanın dahi doğru olmayacağını savunmuş.

Bu detaylar önemli. Şimdiye kadar kamuoyu Musul baskınını bir ‘istihbarat zaafı’ olarak gördü. Belli ki asıl sorun, siyasi mekanizmada, karar verme sürecinde yaşanmış.

“İslam Devleti” komandolarının Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğunu basıp 49 kişiyi esir almaları birinci ayını doldururken İsrail komandoları Gazze’ye girdi, ölü sayısını 166'ya çıkardı, hem de dünya liderlerinin (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil) “Yapma” uyarılarına rağmen.

İsrail’in saldırılarına karşı “Dünya uyuyor” filan değil, bakmayın hamasi palavralara, dünya ayakta. Hem de size bir sır vereyim: Ayakta olan Batı dünyası.

ABD, İngiltere, Fransa, İsveç, Norveç, Almanya, İspanya başkentlerinde onbinlerce kişi İsrail büyükelçilikleri önünde, kent meydanlarında protestoda.

Doğu, yani Doğu derken İslam dünyası, birbirini hem de en vahşi yöntemlerle öldürmekle meşgul, ya da ABD ile ters düşme kaygısıyla İsrail’i görmezden gelme uykusunda. Türkiye ve İran bunun dışında..

Gözlerden ırak kuytu bir köşede “ eski ” bir dostla buluşuyoruz. Buluşmaya biraz tedirgin geliyor. Ben ise her zamanki gibi “ sakıncalı piyade ” olmanın rahatlığıyla çevremi süzüyorum. “ Eski ” dostun alışmaya çalıştığı bu yeni durum, benim rutinim. Meslek hayatımın neredeyse tamamı, birileri tarafından gözetlendi. Yani bu gibi “ gizli ” buluşmalara alışığım.

“ Eski ” dostla uzun yıllara dayanan bir arkadaşlığımız var. Kendisiyle siyasi anlamda yol ayrımına gireli bir hayli zaman oldu. O, “ gücü ” ve “ menfaat birlikteliğini ” seçti. Ben ise güçsüzü ve “ hakkı ”savunmayı tercih ettim.

Yol ayrımı “ dostluğumuza ” kısmen gölge düşürse de “ eski günlerin ” hatırına biraraya geliriz. “ Yandaş, paralel ” atışmaları arasında, memleket üzerine konuşuruz. Kimi zaman o, anlattıklarımı dikkatli gözlerle dinleyip notlar alır, kimi zaman da ben.

“ Eski ” dost, “ Beyefendi ” olarak hitap ettiği Başbakan’a yakın bir isim. 17 Aralık sonrası internete sızan ses kayıtlarında da ismi gündeme geldi. Kayıtlarla ilgili sorduğum sorulara hep “ montaj, dublaj ” karşılığını verdi. Efgan Ala ve kendi otantik sesini taklit edecek kişinin henüz dünyaya gelmediğini unutarak.

17 Aralık sonrası ortaya çıkan ses kayıtlarından anladığım, dostumun da “ sıfırlama ” işine bizzat katılmış ya da yardım etmiş olduğu.

Bu kadar detayı neden verdiğime gelince; yazacaklarımı “ eski ” dostun “ yeni ” konumunu dikkate alarak değerlendirmeniz.

ABD'de seçim kampanyasının en medyatik bölümlerinden birini oluşturuyor Hollywood yıldızları ile başkan adaylarının buluşması.

Dünya medyası, Hollywood yıldızlarının giydikleri kıyafetlerinden takılarına, saç renklerinden çantalarının stillerine kadar ayrıntılı haberlerini yapar.

Bizde ise tersine.

Aslında tersine değil.

Bizde tam bir çifte standart uygulanır.

Kılıçdaroğlu sanatçılarla buluştu mu yere göğe sığdıramazlar.

Başbakan sanatçılarla bir araya geldi mi yerine dibine batırırlar.

Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı adayı belirlenmeden önce sanatçılarla bir araya geldi. Sonra onlarla hiç konuşmadığı, onların akıllarının ucundan geçirmedikleri muhtemelen böyle bir insanın yaşadığından haberlerinin olmadığı Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday gösterdi.

Sanatçılar 'Bizimle dalga mı geçtiniz, fikirlerimize değer vermediniz' diye Kılıçdaroğlu'na ateş püskürdüler.

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı için vizyon belgesini değerlendiren bir röportaj da okuyabilirdiniz, bunu rahatlıkla yapabilirdim. Ankara siyasetini konuşmak her zaman mümkün ve laf aramızda kolay olanı. Ama bugün okuyacağınız gibi hayatın orta yerinden yükselen siyaseti Ege Göktuna gibi iyi anlatan ve gözler önüne seren örnekleri her zaman bulamıyoruz. Vergi hukukçusu (ve aynı zamanda basçı) Göktuna 2.5 yıldır bir de baba. Kendisine süper baba diyor, ki haklı. Kızı Arya’yla sadece oynayıp eğlenmiyor, birinci dereceden bakımını eşi Bilge’yle birlikte paylaşıyor. Ve bu hali toplumun çocuğun bakımını annenin üstüne yıkan ve babayı dışlayan sistemine son derece aykırı geliyor. Göktuna’nın pratikte yaşadığı sıkıntılar toplumsal cinsiyet politikalarıyla ilgili çok şey söylüyor.

Önce bize kendinizden bahseder misiniz?

Ege Göktuna, akademisyenim. Hukukçuyum. Vergi hukuku… Özyeğin Üniversitesi’nde ders veriyorum. Bas gitar çalıyorum.

Kaç yıldır babasınız?

-Tam iki buçuk yıldır. Kızım Arya iki buçuk yaşında. Zaten o geldiğinden beri hayat başka bir hal aldı. Her şeyin merkezi oldu. Doğduktan hemen sonra da başınıza ne geldiğini anlamıyorsunuz aslında. Doktorlar, hemşireler, ziyaretçiler, harala gürele geçiyor ilk iki gün. Çok iyi hatırlıyorum hastaneden çıkıp eve geldiğimiz ilk günü. Evde kimse yok. Eşim Bilge, ben ve Arya olarak geldik. Arya’ya baktık, sonra Bilge’yle birbirimize baktık. Eee şimdi ne yapacağız, hayat böyle mi geçecek gibilerinden…

Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasının ilk haftası, Erdoğan’ın siyasi kariyeri boyunca sürekli geliştirdiği iletişim gücünü önümüzdeki dönemde sınırsız kullanacağını gösterdi. Başbakan istediği konuların, istediği kavramlarla konuşulmasını sağlayabilecek güce sahip ve ihtiyacı olduğunda bunu cesaretle yapabiliyor.

Herkes Cumhurbaşkanlığı’nı, Çankaya’yı, Köşk’ü; yani bu kavramların on yıllardır çağrıştırdığı çerçeveyi konuşuyor. Erdoğan ise o konuşma zenginliği içinde yeni bir yönetme rejimini konuşuyor. İnce ince (aslında çoğu kez kalın kalın) yeni sistemin sınırlarını çiziyor. Bundan kesinlikle çekinmiyor.

Çankaya’nın yetkilerini tartışma problemi

10 Ağustos’ta sadece kendisini oylatmayacak; beraberinde Cumhurbaşkanlığı makamı için tasarladığı güçlü pozisyonu da referanduma sunacak. Seçilirse, kampanyası boyunca vaadettiklerinin aynı zamanda yetki sınırını tayin ettiğini söyleme imkanına kavuşacak. Toplum beni bu yetkilerle Çankaya’ya gönderdi, diyebilecek ki aksini söylemek pek mümkün olamayacak.

İddia korkunç: Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Kozmik Çalışma Grubu (KÇG) 100 bin civarında şirketi fişlemek için skandal bir toplantı yapıyor.

Taraf Gazetesi’nin gündeme taşıdığı iddiaya göre 26 Haziran günü bazı savcılar ve bürokratların da katıldığı görüşmede birtakım kararlar alınıyor. Ne gibi? Hükümete destek vermeyen şirketlerin üzerine gidilecek, onlar hakkında sahte ihbar mektupları yazılacak, kamu kuruluşları tarafından inceleme ve denetleme bahanesiyle baskılar kurulacak, malum gazete ve TV’lerde o fişlenmiş firmalar hakkında olumsuz haberler yapılacak… Amaç ne? Şirketleri ya kendi tarafına çekmek yahut iflasa zorlayıp devralmak, satın almak. Mümkün mü böyle bir şey? Hele bu çağda? İmkânsız! Çünkü devletin insanları fişlemesi de, ayrımcılık yapması da, korku ve nefrete sebebiyet vermesi de suçtur. Ve bu suçu işleyenler eninde sonunda hesap vermek zorunda kalacaktır…

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı