Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Başbakan Erdogan, adaylığını açıklarken, “Bu daha başlangıç” dedi. Onu destekleyenlerde coşkuyla aynı şeyi söylüyor. Acaba neyin başlangıcı?

Erdogan ve AKP’lilere sorarsanız, Türkiye’de yeni bir çığır açılıyor, hizmetler alıp başını gidecek, Tükiye uçacak, önünde kimse duramayacak… Ama en önemlisi Erdogan cumhurbaşkanı seçildiğinde, ’100 yıllık bir parantez’ kapanacak.

Gerçi bu parantezin 100 yıllık mı, 200 yıllık mı olduğu daha netleşilemedi ama AKP ve destekçilerinin ağzından düşürmediği bir ‘paratez’ konusu var ki üzerinde konuşulmaya değer.

Bugünden geriye sayarsak 100 yıl öncesi I. Dünya Savaşı’na denk geliyor. Ama asıl kastedilen belli ki II. Abdülhamid’in düşmesi ve ardından Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi. Dönüm noktası sayılan bu. ’100 yıllık parantez’ den, ‘siyasette ‘askeri vesayet geleneği’ kasdediliyorsa, biraz fazla genellemeci ama yine de anlamlı bir zaman dilimi söz konusu.

AKP’nin en çok övündüğü başarısı askeri vesayete son vermek olarak takdim edildiği için, vesayetten demokratik siyasete geçişten söz ediliyor olsa gerekir. Tek problem, bu vesayet parantezinin ne öncesi ne de sonrasında demokratik siyasetten söz etmenin mümkün olmadığı gerçeği. Gerçi AKP’lilere sorarsanız, demokrasimizde hiç sorun yok, ama en iyisi onlara sormayıp genel demokrasi standartlarına bakmak.

Seçim takvimi çalışmaya başladı, adaylar açıklandı, seçime beş hafta kaldı.

Önümüzdeki beş haftada seçmenin oyu pek değişmez, bir ay önceki eğilime yakın oy sandıktan çıkar. Bu oyun genel karakteri bellidir. Niçin bir türlü bu karakter değişemiyor, bunu düşünelim:

Yıllardır, AK Parti yönetiminin, özellikle genel başkanları Sayın Erdoğan’ın belirlediği konuları konuşuyoruz. Bazılarını beğeniyoruz, bazılarına karşı çıkıyoruz ama hep onların konularını tartışıyoruz.

İktidar yönünden açıklanan konulara özellikle muhalefet bağlı kaldı. İktidarın yaptıkları tabii ki ele alınmalıdır ancak muhalefetimiz iktidar partisinin görüş ve davranışları dışına çıkamadı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı yöntem -alışkanlık- sürüyor, muhalefet AK Parti’nin dün söylediği konuları bugün eleştiriyor; iktidar başkanı yarın yeni bir konuyu ortaya atsa hemen o konuya geçiyor.

Tam da bunları yazmak için köyden şehre inerken bir telefon geliyor ve Milliyet işime son veriyor. Dolayısıyla, bu okuduğunuz gazetedeki son yazım. Veda yazısında Birinci Dünya Savaşı’nın izdüşümlerini yazamayacağım belki ama bu bir savaş yazısı olacak.

Yaklaşık iki yıl önce buraya “korku edebiyatı” adlı bir yazı yazarak başlamıştım zira ülkemizde gazeteci olmak artık riskli bir işti. Özellikle de açık sözlülüğüm, dik kafam ve deli cesaretimden korkan ailem için! Ama, rahmetli babam “aile gazetesi” olan Milliyet’te yazacağım için çok gururlandı ve köşenin ismini buldu. (Sanılanın aksine bu süre zarfında evlenip “Revnak” soyadını almadım. Babamın önerisiyle, Farsça parlaklık ve çok renklilik anlamına gelen bir başlık koydum).

İki yıldır da gökkuşağının bütün renklerini yansıtmaya çalıştım. Herkesin çirkef bir şekilde ötekileştirilip stok gibi satıldığı bu demokrasi cennetinde korkusuzca yazmaya çabaladım. Hükümeti yeri geldiğinde övdüm ama çoğunlukla tenkit ettim; muhalefet etmek için muhalefet ettiğimden, takım tuttuğumdan, a partisini b partisine tercih ettiğimden değil. Tarafsızlığa verdiğim ehemmiyetten, dindar olmasam da kul hakkına ve etiğe olan inancımdan, farklı renklerin güzelliğine meftun olduğumdan yazdım. Ayrıca şunu da safça düşündüm: Bir güç odağının en çok ihtiyacı olan şey yalaka ve şakşakçı değil her kesimi dürüstçe eleştirip bir denge unsuru oluşturacak insanlardır.

BİR: Ekmeleddin İhsanoğlu aleyhinde tezvirat yapıp kendileri gibi düşünen seçmeni sandıktan soğutan bilumum ulusalcılar.

İKİ: Kendilerini Ekmeleddin İhsanoğlu karşıtlığına adamış ulusalcı/Kemalist yazar çizerler.

ÜÇ: Erdoğan’dan çok İhsanoğlu aleyhine yayın yapan güya Erdoğan karşıtı bilcümle irili ufaklı yayın organı.

DÖRT: İhsanoğlu’nu yıpratmalara doyamayan ancak bir alternatif de ortaya koyamayan CHP’nin Kemalist kanadı.

BEŞ: Adında “din” geçiyor diye Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan soğuyup “Ben tatilime devam eder, sandığa gitmem arkadaş” diyen sosyal medyanın TC’cileri.

ALTI: Aradan şunca zaman geçmesine rağmen hâlâ topluma derli toplu bir manifesto sunamayan İhsanoğlu’nun kendisi.

YEDİ: Topyekûn bir seferberlik halini bir türlü başlatamayan bir atalet ve uyuşukluk yuvası olarak MHP ve CHP

Son günlerde takıntı oldu; sürekli IŞİD videoları izliyorum. 3 gün önce internete düşen videonun ismi dikkatimi çekti: “Sykes Picot’nun Sonu”. Videoda, Abu Safiyya isimli Şili kökenli bir cihatçı, tam Irak-Suriye sınırının sıfır nokrasında durup “Sykes-Picot bitti. Bakın orası Irak, burası Suriye’ydi. Artık değil. Sınırlar kalmadı. Hepsi İslam devleti” diyordu.

“Kime niyet, kime kısmet” diye düşündüm. “Sykes-Picot bitti” ifadesini, Arap Baharı’yla birlikte en fazla Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ağzından dinlemiştik.

Malum, Sykes-Picot, 1916’da Osmanlı’daki Arap vilayetlerin Fransa ve İngiltere tarafından iptidai sınırlarla bölündüğü gizli anlaşmanın adı. 100 yıl önce Türkleri Araplardan ve petrol bölgelerinden ayıran gizli plan... İsmini, gizli müzakereleri yürüten Fransız diplomatı François George Picot ve İngiliz muadili Sir Mark Sykes’dan alıyor.

Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığında kritik süreçlerden biri, Pazar günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan'ın yaptığı görüşmeydi.

45 dakika sürdü görüşme.

Başbakan'ın Huber Köşkü'nden memnun ayrıldığı söylendi.

Cumhurbaşkanı Gül'ün de mutlu olduğu gözlendi.

Erdoğan ile Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı seçimi neticelenene kadar Başbakanlık konusunu açmama konusunda görüş birliğine vardığı, Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra bu konuyu görüşecekleri yönünde bir mutabakat ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'la Gül mücadele ederler mi diye beklenti içinde olanlar vardı.

Hevesleri kursaklarında kaldı.

Aradan 20 yıldan fazla zaman geçtikten sonra Madımak faciasına daha objektif bir gözle bakmak gerekir ama maalesef olay gerçeği araştırmaktan ziyade karşılıklı suçlamalara zemin teşkil ediyor.

Meselâ “Failler cezalandırılmadı; zaman aşımından faydalandırıldı” eleştirileri sık sık gündeme geliyor. Fakat bu doğru değil. Madımak Oteli yangınından (1993) sonra 111 sanık hakkında kamu davası açıldı. 79 sanık, ağırlaştırılmış müebbet hapis ya da süreli hapis cezasına çarptırıldı. 2’si hakkındaki kamu davası düştü, 26 kişi beraat etti. (Ağırlaştırılmış müebbetten cezaevinde bulunanlar, aslında idam cezası almıştı. İdam kaldırılınca, cezaları ağırlaştırılmış müebbette dönüştü.)

Ana dava, çok ağır mahkûmiyetlerle sonuçlandı. Geriye kalanlar suçun asli faili değil, iştirak etmiş olanlardı. Bunlar 7-8 kişi kadardı. Zaman aşımı onlarla ilgiliydi. Ayrıca yargılamayı yapan 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Madımak faciasının bir insanlık suçu olduğunu da kabul etti.

Nazlı Ilıcak 21 yıl önce ne yazmıştı?

Türkiye’de görev yapmış ve son dönemde Türkiye üzerine önemli değerlendirmelere imza atmış olan Marc Champion’un Bloomberg’deki son yazı başlığı “Why Turkey Now Wants Iraq to Break Up?” Yani, “Türkiye Irak’ın Parçalanmasını Şimdi Niçin İstiyor?'

Ona göre, bunun başlıca iki gerekçesi var:

1-Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtler’in desteğine duyduğu mecburiyet;

2-Kürtler’in bölgede “ kingmaker” yani bir tür “belirleyici güç” olarak sahneye çıkmış olması.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “provası” olarak kabul gören 30 Mart yerel seçimlerinde Erdoğan’ın yüzde 43 oy elde etmesine karşılık, muhalefetin (CHP+MHP) oy toplamının yüzde 44 olduğuna değiniyor. Aradaki açığın “Kürt siyasi hareketi” nin (bunu, bu sözcüklerle belirtmiyor, ima ediyor) oy potansiyeli ile kapatılması gerektiği üzerinde duruyor.

Bu satırları yazarken bir yandan da ekranda cumhurbaşkanı adaylarından birinin cülus töreninin kostümlü provasını izliyorum. Her şey tam beklediğim gibi; kişi kültü, abartılı tezahürat, hesaplı protokol, biraz gözyaşı, bolca kof hamaset, her zaman iş yapan vatan millet edebiyatı, ve de özenle planlanmış müminlik gösterisi: Hak’ka niyaz, dua fasılları...Zaplıyorum: Dolaştığım bütün kanallar canlı yayında.

Bu şov beni fazla ilgilendirmiyor. Ters köşe, düz duvar, falan diyerek bir süredir yaratılmaya çalışılan heyecan atmosferi aslında oyundan ibaretti. Tayyip Erdoğan’ın adaylığı sürpriz değildi, aylardır salonlarda, meydanlarda anlayanın anlayacağı biçimde kendisi tarafından dile getiriliyordu. Hayranları, kurmayları, yalakaları da, seçimi ilk turda yüzde 50’nin çok üzerinde oyla kazanacağı propagandasına çoktan başlamışlardı.

Cemaat, Câmia, Hizmet... Şimdilerde hangi isimle anılmayı arzu ediyorlarsa o çevre ile ilgili yazı yazmakta zorlanıyorum. Oysa ülkemizde kendisinden en fazla söz ettiren kesim o.

Başbakan ve Ak Parti cenahında o çevreyle ilgili neler hissedildiğini az çok biliyorum da, Câmia’nın süregiden ihtilâfta şu günlerde ne düşündüğünü merak ediyor, öğrenmek için de nâşir-i efkârı bilinen gazetelere göz atmadan edemiyorum.

Dün tuhaf bir durumla karşılaştım; tuhaflığı ilginize sunmak istiyorum...

Önce Cumhuriyet gazetesinde karşıma çıkan habere göz atalım: Haber Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ’nın (GYV) iftarıyla ilgili. Gelenekselleşmiş iftarda ‘Vakfın onursal başkanı’ sıfatıyla Fethullah Gülen ’in mesajı bu defa da okunmuş... Mesajda en dikkat çekici bölüm bir dizi temenni...

‘’Gelin, şu ışıktan günlerin ufkumuzu sarmasını iyi bir vesile sayarak bütün günahlarımızdan tevbe edelim ve bir arınma süreci başlatalım’’ diye başlıyor temenniler ve şöyle devam ediyor:

‘’Geçmişi kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım . (..) Kırıp parçalayıp, sağa sola saçtığımız kendi parçalarımızı bir araya getirerek, bunları bir daha kopup dağılmayacak şekilde birbirine bağlama yollarını araştıralım.’’

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!