Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Çağımızda iletişim, bir “algı yönetimi” becerisine dönüştü: “Gerçekten” çok, o “gerçeğin” geniş kitleler tarafından nasıl “algılandığı” önem kazandı.

Elbette bu dönüşümün temelinde neoliberalizmin küresel çapta dayattığı piyasa mekanizmaları yatıyor! HHH Temel yapı şöyle özetlenebilir:

1) İletişim, tarihte görülmemiş bir biçimde hem küreselleşmiş, hem tekelleşmiştir.

2) Büyük sermayenin birinci önceliği, kendi varlığını korumak ve geliştirmektir.

3) Dolayısıyla haber ve bilgiler, kendileri için yaşamsal önem taşıyan bu kılıfa uygun olarak üretilir ve pazarlanır.

4) Dünyayı yöneten büyük silah, yiyecek, içecek, giyim kuşam şirketleri, bu iletişim ağı içinde belirleyici bir role sahiptir.

5) Elbette ekonomik iktidarla siyasal iktidar da iç içedir.

6) Sonuç olarak, bütün bu mekanizma, haber ve bilginin gerçeğe uygunluğundan çok, geniş kitleler tarafından nasıl algılandığına odaklanır.

‘Şapkadan tavşan çıkarmak” tam da bu olsa gerek. Hükümetin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen öncesi Meclis’e getirdiği müzakere yasası, iktidar partisine sayısız avantaj, muhalefet içinse bir dizi zorluk içeriyor.

Daha net söyleyelim: Dün Beşir Atalay’ın açıkladığı 6 maddelik teklif, iktidar için ballı börek; CHP-MHP çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu içinse adeta pimi çekilmiş bir el bombası sayılır...

Öncelikle bu paketin gecikmiş ancak doğru bir adım olduğunu teslim ederek söze başlayalım. Bu paket Meclis’e gelmeseydi, 19 aylık çatışmasızlık süreci bu yaz zora girebilirdi. Paketin asıl önemi, durma noktasına gelen müzakere sürecine ivme katmış olması.

Bir diğeri ise parlamentoyu devreye sokması. Çözüm sürecinin başından bu yana Meclis’in baypas edilmesinin doğru olmadığı görüşündeyim. Zaten açılım sürecine yönelik en büyük eleştiri de parlamentonun devre dışı kalmış olması ve gizli kapaklı yürütülen müzakerelerin neyi amaçladığının kamuoyuyla paylaşılmamış olmasıydı. Gizlilik bir yere kadar! Ancak dünya örneklerinden biliyoruz ki Türkiye’nin PKK/İmralı’yla götürdüğü ölçekte büyük silahsızlanma müzakerelerinde bir noktada hep parlamentolar devreye girmiş. Yasayla bu açık (kısmen) giderilmiş oluyor.

Hükümetin dün Meclis'e sevk ettiği altı maddelik yasa tasarısının en ilginç yanı, adı: “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.” Terörün sona erdirilmesine yasayla karar veriliyormuş hissi uyandırıyor. Bu mümkün mü? Eğer terör eylemini yapanlar yasa koyucunun emrinde çalışanlarsa, mümkün. O zaman bunun anlamı, kamu görevlilerinin bazı tasarruflarının terör eylemi niteliğinde olduğunun değerlendirilip, bir yasayla bunlara son verme kararı alındığıdır. İlginç bir gelişme olur.

Elbette adı geçen yasayı Meclis'e sunan hükümetin böyle bir amacı yok. Söz konusu olan, PKK ’nın yürüttüğü silahlı mücadelenin, yani yasanın “terör” olarak tanımladığı mücadele biçiminin sonlandırılması. PKK ve bağlı silahlı kuruluşlarının yakın zamanlara kadar terör eylemi olarak tanımlanacak eylemler de yaptıklarını ama bu örgütün asli niteliğinin terör örgütü olmadığını kabul etmeden barış yolunda ilerleneceğine inanıyor veya inanmamızı istiyor hükümet. Bu tanımlamayı, bu dili değiştirmedikçe, kamuoyunun bu konudaki algısının, dilinin değişmesi yolunda cesur adımlar atmadıkça, gerçek ve kalıcı bir “çözüm süreci” yürütüleceği konusunda güven pekiştirilebilir mi?

Irak’ın şii bölgelerindeki yataklarda 115 milyar varillik rezerv var. Kuzey Irak’ta 45 milyar varillik rezerv olduğu tahmin ediliyor. En az beş-altı nesle yetecek kadar petrol yani… Doğalgaz rezervlerini hiç saymıyorum, varın siz hesap edin. Şii Bağdat yönetimi, 10 sene içinde, Irak’ın günlük üretimini 10 milyon varile çıkarmak istiyordu. Bunu başarırsa, petrol gelirinde Rusya’yı geçecek, Suudi Arabistan’la kafa kafaya gelecek, Suudilerin borusu eskisi gibi ötmeyecekti. Zart diye IŞİD çıktı ortaya!

Irak petrolünün dünyaya ulaşmasının iki yolu var, ya Basra’dan, ya Türkiye üzerinden… IŞİD denilen arkadaşlar, tampon bölge gibi, güneyle kuzeyin arasına girip, bağlantıyı kesip, Irak’ı karpuz gibi ortadan ayırınca, ne olmuş oldu? Barzani’ye yaramış oldu. Çünkü, şii Bağdat yönetimi, Barzani’nin kendi başına petrol satmasına karşı çıkıyordu. Şimdi kim ne diyebilir? Barzani, kuzeydeki petrolü istese bile Basra’ya gönderemez. Dolayısıyla, petrolünü IŞİD sayesinde şakır şakır Türkiye üzerinden gönderecek, köşeyi dönecek, Katar emiri, Dubai şeyhi kadar zengin olacak, misak-ı milli avucunu yalayacak. Kimin, kimin kafasını kestiğine değil… Para kimin cebine giriyor, ona bakmak lazım.

İran petrolünün Türkiye üzerinden pazarlanması meselesi, ayakkabı kutuları, avanta kol saatleri, dolar çikolataları, yatak odasında euro kasaları, paraları sıfırladın mı tapeleriyle, adeta petrol kuyusu gibi fışkırmıştı yeryüzüne! Bakalım, Kürdistan petrolünün gravitesi yüksek tapeleri ne zaman fışkıracak?

IŞİD’in Irak’ta tetiklediği depremle birlikte Iraklı Kürtlerin bağımsızlıklarını ilan edeceklerine dair spekülasyonlar gün be gün artıyor... Kerkük’ü de ele geçirdiklerine göre Kürtlerin yıllardır hayallerini kurdukları bağımsız Kürdistan gerçekleşmek üzere. Kerkük petrolleri yeni kurulacak devleti finanse etmek için yeter de artar bile. İş, Kerkük’ten akan petrolü yeni döşenen Kürdistan- Türkiye boru hattına bağlamaya kaldı.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (İKBY) Başkanı Mesut Barzani ile Başbakan Neçirvan Barzani ’nin beyanları bu minvaldeki analizleri güçlendirecek cinstendi. Neçirvan Barzani : “ Musul öncesine geri dönülemez, Irak’ın bütün kalması çok zor. ” Dün Kerkük için savaşmaya hazır olduğunu ilan eden Mesut Barzani : “ Halkımızın sesine kulak vermeliyiz, halkımız bağımsızlık istiyor... ”

Yıllardır her nevi kıyıma, zulme maruz kalan ve “ dünyanın kendi devleti olmayan en büyük etnik grubu ” olarak tanımlanan Kürtlerin bağımsızlık istekleri meşru ve haklıdır. Barzani liderliğindeki Iraklı Kürtler birinci Körfez savaşından beri kendilerine bu yönde sunulan fırsatları son derece iyi değerlendirdiler. Bağdat, Ankara, Tahran ve Washington arasında denge politikalarını ustaca yürüttüler. Amca- yeğen Barzaniler devlet adamı gibi davrandıkları için devletleşmeye bu denli yaklaştılar. Tam da bu pragmatizmleri yüzünden yakın tarihte bağımsızlık ilan etmeleri beklenmemelidir.

Bazı araştırma şirketlerinin cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili ilk anket sonuçları açıklandı; sonuçlar şaşırtıcı değil: Başbakan Tayyip Erdoğan ’ın adaylığını koyması bekleniyor ve eğer aday olursa, bugün itibarıyla, CHP ile MHP’nin ‘çatı adayı’ Ekmeleddin İhsanoğlu ’ndan fazla oy alabileceği anlaşılıyor...

GENAR ’ın araştırmasında Tayyip Erdoğan ’ın oyu yüzde 55, Ekmeleddin İhsanoğlu ’nun oyu ise yüzde 35.8 görünüyor...

Esas şaşırtıcı olan, HDP’den aday olması beklenen Selâhattin Demirtaş ’ın muhtemel oyu: Yüzde 9.0...

MAK şirketinin sadece “Sandığa gidip oyumu kullanacağım” cevabını verenleri hesaba kattığı anketinde ulaştığı sonuç da çok farklı değil: Erdoğan yüzde 56.6; İhsanoğlu yüzde 34.29... O ankette de Demirtaş yüzde 9.55 oy alacak görünüyor...

Tabii bu tablonun, adayların bile henüz resmen açıklanmadığı, kamuoyunun ‘çatı adayı’ nın adını telâffuzda zorlandığı bugünün eğilimini yansıttığı unutulmamalı...

Önümüzdeki altı hafta içerisinde dengelerin değişebileceğini düşünmeliyiz.

Zaman içerisinde kimin oyu artar, kimin oyu azalır?

Pozantı Cezaevi'nde çocuklar tecavüze uğradığında, nasıl bizim iktidarımız zamanında böyle bir şey olur, diye bağırıp çağırmamış...

Uludere ’de, üç kuruşluk mazotu satacağım diye sınırın öte yakasına gidip gelen vatandaşlar uçaklardan atılan bombalarla paramparça edildiğinde, dosyanın üzeri kapatıldığında, bir özür bile çok görüldüğünde, ayağa kalkmamış, bir çift laf etmemiş...

Soma ’da, bilmem kaç katı kapasiteyle çalıştırılan bir madende, 301 madencimiz boğularak öldüğünde; ruhsatın verilmesinden, madenin denetlenmemesine, biz sorumluyuz dememiş; hükumetinden hiç kimsenin istifa etmemesine ses çıkarmamış; acılı madencilerin tokatlanıp, tekmelenmesi vicdanını ayaklandırmamış...

Ali İsmail Korkmaz , o tenha köşede vatandaş-polis işbirliğiyle döve döve öldürüldüğünde, bu kalleşlik, bu korkunç vahşet karşısında çıtı bile çıkmamış...

Başbakan, Berkin Elvan ’ın annesini yuhalatınca, “Başbakanım sen nasıl böyle bir şeyi yapabilirsin, acılı bir anneyi nasıl yuhalatırsın” dememiş, diyememiş, bunları söylemek aklına bile gelmemiş...

Hükümet medyası, Meclis’e geleceği söylenen altı maddelik çözüm paketini duyururken, nedense özünü değil ayrıntılarından birini öne çıkartıyor: “Kamu görevlilerine dokunulmazlık zırhı geliyor”. Güya, ‘Barış Süreci’nde devlet adına görev üstlenenler, savcılığın soruşturması üzerine MİT müsteşarı ve görevlilerine 27. madde ile sağlanan ayrıcalıklar gibi koruma altında olacaklar.

Neden meselenin bütün Türkiye’yi ilgilendiren kapsamlı içeriği değil de, sadece birkaç kişiyi ilgilendiren böyle bir ayrıntı “Çözüm suç olmayacak” (Star) manşeti ile duyurulur? Kamu görevlilerine bu tür güvenceler verilmesi ayrı bir mesele, bu hususun manşete abartılarak çıkartılması bambaşka bir şey. Sebep? Bir “devr-i sabık korkusu” olabilir mi?

“Devr-i sabık” lafı, özel bir deyim olarak siyasî dağarcığımıza Demokrat Parti iktidarı ile birlikte girdi. Kısaca, “eski yönetimden hesap sormak” anlamına geliyor. İktidar koruması altında bir türlü soruşturulamayan suçları yeni iktidar tek tek gün yüzüne çıkartıyor ve yargılıyor. Genel olarak kantarın topuzu kaçıyor ve yeni iktidar eskisinden intikam almaya girişiyor ve “devr-i sabık” bu rövanş durumunu ifade ediyor.

İstisnasız her yeni iktidar döneminin özellikle başlarında bir “devr-i sabık yaratma” çabası var. Sultan Abdülhamid’in Yıldız Mahkemesi, 31 Mart’tan sonra İttihatçıların cadı avına dönen Divan-ı Harb-i Örfîsi, İttihadçıların yargılandığı Nemrud Mustafa Paşa Divanı, Cumhuriyet içinde gecikmiş bir İttihatçı tasfiyesi olan İzmir Suikastı davası, Demokrat Parti’nin Meclis tahkikat komisyonları, 27 Mayısçıların Yassıada mahkemesi, 12 Eylül’ün Demirel hariç hemen her partinin kadrolarını sıraya dizdiği sıkıyönetim mahkemeleri, ANAP iktidarı için kurulan Meclis komisyonları, 28 Şubatçıların Refah-Yol hükümetini yargılamaları (Kayıp Trilyon Davası), son birkaç yılda 12 Eylülcülerin, 28 Şubatçıların, Ergenekoncuların ve Balyozcuların yargılanması...

Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi Başkanı Mesud Barzani CNN’e verdiği demeçte, ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Erbil’de

yaptığı görüşmede niyetini açıkça dile getirdi. Onun deyişiyle,

Kürdistan’ın bağımsızlığı ilan etme vakti geldi. Zira Irak artık eski

Irak değil. Son iki hafta içinde olup bitenler, Irak’ın bölünmesinin

kaçınılmaz hale geldiğini gösteriyor. Dolayısıyla, Kürt halkı artık

kendi geleceğini belirleme hakkını kullanmalıdır... Barzani’nin

değindiği son olaylar, IŞİD’in atağa kalkıp Musul ve Ambar bölgeleri

dahil, Irak topraklarının üçte birini ele geçirmesi ve oralarda kendi

hâkimiyetini kurmasıdır.

Kürt lideri Irak’ın bu şekilde fiilen (“de facto”) bölünmesini, özerk Kürdistan bölgesinin de Bağdat’taki merkezi yönetimden büsbütün kopup bağımsızlığını ilan etmesi için bir gerekçe olarak kullanıyor.

Diğer bir deyişle, IŞİD’in Irak’ta giriştiği eylem, ayrılıkçı Iraklı Kürtlere altın bir fırsat sağlamış oluyor.

Ankara, hızla değişen 'bölgesel Kürt realitesi' ile baş başa artık.

Türkiye'nin Kürt sorunu yıllarca fırsat üstüne fırsat heba ede ede ötelenip birikirken ve 2011'den bu yana da nitelik değiştirip bir iktidarın tekelleşmesinde araç haline getirilirken, IŞİD çeteleri komşu bölgede domino taşlarını yerinden oynatıverdi.

Oynayan taşlar şaka değil: Türkiye'nin 1200 kilometrelik güney sınırını bir 'yumuşakça' haline getiriyor; muazzam bir güvenlik açığı yaratıyor.

Ankara meseleyle iki hayati boyutta yüzleşmek zorunda.

Rötarlı 'Çözüm Paketi' tam da Irak Kürdistan Bölgesi'nde kendi kaderini tayin hakkının açıkça seslendirildiği günlere denk geliyor. Paketin Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesine sıkıştırılması da hamlenin taktik mi, 'stratejik derinlik'(!) amaçlı mı olduğunu sorgulatır nitelikte.

Türkiye'de barış sürecini ve Kürt taleplerine yaklaşımı ile sınır ötesinde ucu bağımsız devlete uzanabilecek yeni opsiyonları Ankara acaba bir bütünlük içinde görüyor mu, görüyorsa nasıl görüyor, belli değil.

IŞİD'in Huruç harekâtı, Kürtler’i birleştirmekte.

Gelinen çetrefil nokta, Türkiye için çok kritik bir noktaya işaret ediyor, Erdoğan için hem risk hem de fırsatlar içeriyor.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı