Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yürü ya kulum. Bir anda. Tam gaz yürümüş söz konusu o kul da. Bir anda.

Öyle ki, İstanbul Sanayi Odası’nın en çok kazananlar listesinde 34 sıra zıplayıp 291. sıraya yerleşmiş. Üstelik bir önceki yıla göre yüzde 20 arttırdığı 338 milyon 048 bin 668 liralık cirosu ile. Kim? Soma Holding. Evet o holding. Karanlık ve acı dolu o madenin sahibi holding.

Bu zenginleşmenin öyküsünü bir hatırlayalım mı…

Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), Eynez'deki madenin işletilmesi için 27 Temmuz 2006 günü Ciner’e ait Park Teknik AŞ ile sözleşme imzalamıştı. 11 Ağustos 2006 günü ise maden firmaya teslim edildi ve üretim başladı. Alım garantili rödovans sözleşmesine göre, Park Madencilik 2015 yılına kadar madenden 15 milyon ton kömür çıkaracağını taahhüt etmişti. Buna göre, 2006'da 500 bin ton, 2007'de 1 milyon ton sonraki yıllarda da 1.5 milyon ton kömür çıkarılacaktı. Ancak Park Madencilik, madendeki taahhüdü yerine getiremeyeceğini belirterek bölgeyi 2009'da Alp Gürkan'a devretti. Evet, o Alp Gürkan. Soma Holding’in sahibi, korku filminin baş karakteri.

Her ne kadar bizler konuşmayı kestiysek de (bunda hiç kuşkusuz rehinelerle ilgili yayın yasağı getirilmesinin de rolü var) Irak’ta, ABD Dışişeri Bakanı John Kerry’nin sürpriz ziyaretinin de gösterdiği gibi, çok kritik gelişmeler yaşanıyor.

Kerry önce Bağdat’a gidip Şii Arapların, ardından Erbil’e gidip Kürtlerin temsilcileriyle görüştü. Halbuki Irak’ın geleceğinde, IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) başını çektiği Musul işgalinde ortaya çıktığı gibi Sünni Arapların da söz sahibi olması gerekiyor. Bağdat ile Erbil, Washington’un (ve belki de Tahran’ın) aracılığıyla ne kadar anlaşırlarsa anlaşsınlar, işin içine Musul’u, yani Sünnileri katmadıkları, katamadıkları müddetçe Irak’ı bir arada tutabilmeleri mümkün gözükmüyor.

Hatırlayın o günleri.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun şoku henüz sürüyorken iktidarın ani bir karşı atakla Emniyet’i hallaç pamuğu gibi atışını.

Günler boyu her sabah “Emniyet’te deprem” başlıklarıyla, o gece kaç polisin görevden alındığını öğrenişimizi.

Geçen kışın 35 günlük bilançosu; İstanbul, Ankara ve İzmir’de 3 bin, Türkiye genelinde de yaklaşık 5 bin polisin görevinden alınmasıyla sonuçlandı.

Görevden almalar için yargı yoluna başvuran polislerin bir kısmının yürütmeyi durdurma kararı aldığını biliyoruz. Önemli bir kısmının iptal başvuruları da zaman içinde sonuçlanacak.

Ama “göreve dönüş” kararı çıksa bile bunun bir anlamı olmayacak.

Aralarında çok sayıda rütbeli polisin de yer aldığı Emniyet mensupları, mahkemeden yürütmeyi durdurma ve iptal kararı alsalar bile, görevlerine geri dönemeyecek.

Erdoğan , Gül ’ü AKP ’nin başında görmek ister mi?..

Erdoğan’sız AKP seçimlerde ne yapar?..

Çankaya’daki Erdoğan , Başbakan olarak Gül ’le çalışmak ister mi?..

Erdoğan’ın siyasetle ilgili yakın gelecek hesaplarında Gül’ün yeri nedir?..

Ne olabilir?..

Erdoğan’sız AKP oyları düşer mi?.. Düşerse kaç puan?..

Erdoğan’ın şu hesabı da olabilir mi:

Seçimin ilk turunda yakalayacağı - mesela yüzde 51’lik baskın seçim ’e giderek, anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğu elde etmek ve ‘ başkanlık sistemi ’nin yolunu açmak...

Erdoğan ’ın kafasındaki ‘baskın seçim’li böyle bir ‘ oyun planı ’nda Gül’e de yer kalmaz demek, bir gerçeği belirtmek olmaz mı?..

CHP ve MHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 'çatı adayları' olarak Ekmeleddin İhsanoğlu ismini açıklayarak, AK Parti’nin bir adım öne geçtiler.

İlginçtir; hemen başlatılan karalama kampanyası başarısız olurken, AK Parti sessizleşmiş durumda.

Niçin?

CHP ve MHP siyaset yapıyorlar. İhsanoğlu seçiminde, ne askeri vesayet, ne yargı vesayeti, ne de şiddet var. Yani, siyasi mühendislik projesinden konuşamayız . İki parti, bir araya geliyor, siyaset yapıyor, ve kendileri için artı değer yaratacak bir isim üzerinde anlaşıyorlar.

İhsanoğlu isminin gerisinde devlet yok; asker yok; yargı yok; aksine, siyaset var, siyasi uzlaşma var, siyasi manevra ile alan kazama çabası var.

Askeri vesayet sonrası Türkiye’de, sadece AK Parti değil, artık tüm aktörler siyaset yapıyorlar.

Nasıl 'çözüm süreci' siyasetin oyunun tek kuralı olması anlamına geliyorsa, CHP ve MHP’de seçimlerde başarılı olmak için siyaset yapıyorlar, ancak başarılı siyaset yaparak kazanacaklarını biliyorlar .

AKP iktidarında Türkiye, bir ucunda tam liberal demokrasilerin, diğer ucunda ise açık ara otoriter rejimlerin bulunduğu bir yelpazenin neresine konabilir?

Geçen hafta sonu düzenlenen 33. Abant Platformu toplantısında tartışılan en ilginç sorulardan biriydi bu.

Türkiye’yi, demokrasi ile otoriterlik arasındaki gri bölgenin belli bir noktasına konumlandırarak, “eli sopalı demokrasi” veya “melez rejim”in tipik bir örneği olarak mı nitelemek lazım? Yoksa 3. Erdoğan hükümetinin, anti-demokratik uygulamaları hukuk kisvesine bürünerek, bir tür “gizli otoriterlik” tatbik ettiğini söyleyebilir miyiz?

Abant toplantısında, Erdoğan’ın Türkiye’deki demokrasiyi güçlendireceğine asla inanmamış olan eski AKP muhalifleri ile daha yakın dönemde AKP’nin niyetleri ve eylemlerine yönelik kuşku beslemeye başlayan yeni muhalifler arasında çarpıcı bir fikir alışverişine tanık olduk.

Siyah Beyaz, Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl ve son olarak Radikal... Hepsi kendi döneminin önemli, tabiri caizse “referans” gazeteleriydi.

Bu yayınlar, ana akımda yer bulamayan veya kıyı köşeye sıkıştırılan “haber”leri manşet yapıyor... Sol ve liberal cenahın aydınlarına daha fazla yer veriyor...

Ve en önemlisi, masa başında değil sahadaki muhabirlerin tarafsız, ilkeli, habercilikleriyle öne çıkıyordu. Pek çok genç muhabir bu gazetelerde yetişti, pek çok yazar bu yayınlarla daha geniş kitlelere seslenebildi.

İster beş bin satsın, ister 55 bin, söz konusu yayınların etki alanı çok daha büyüktü.

Türkiye’nin demokratikleşmesinde, basın özgürlüğünün gelişmesinde önemli bir rol oynadılar. Bu yayınların sonu, bir dönemin de sonuna işaret ediyordu.

Geçen hafta Tunus'ta dinlemiştim bir Mısırlı kadın meslektaştan. Sisi ile askeri istihbaratın başındayken nasıl bir mesleki tecrübe yaşadığını anlatmıştı. Meslektaşım, daha Tahrir başlamadan devlet kanalından baskı siyasetini eleştirerek istifa etmiş. Bir özel kanalda çalışırken Sisi'den mülakat kopartmış.

Ön sohbette Sisi ona öyle sorular sormuş ki 'hakkımda her şeyi biliyor' dedirtmiş. Bu da yetmemiş, Sisi onu istifa ettiği için güzelce paylamış. Hızını alamayıp 'mülakat filan yok, hadi şimdi git' diye sepetlemiş.

Ülkenin başına böyle biri gelirse her şey mümkün.

Müslüman Kardeşler'den (MK) 183 kişinin, düzmece olduğu anlaşılan bir davada ölüm cezalarının onanması ardından önceki gün olanlar da tam anlamıyla ürpertici.

Mahkeme, MK ile mülakat yaptılar diye, 'casusluk' suçlamasıyla biri Kahire büro şef yardımcısı, diğer Kanadalı üç El Cezire muhabirini 7 ile 10 yıl arasında hapse mahkûm etti.

Bu tarihi bir kenara not edin.

Başbakan Erdoğan'ın, İstanbul İl Danışma Kurulu toplantısında yaptığı konuşma.

Başbakan Erdoğan'ın, 24 Haziran tarihli AK Parti Grubunda ve Büyükelçiler toplantısında yaptığı konuşmalara dikkat edin.

Orada yeni dönemin yol haritasına ilişkin ipuçlarını bulacaksınız.

Dikkat ettinizse, yeni dönemin yol haritası dedim, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağını değil.

1 Temmuz günü yapılacak olan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in, 'Cumhurbaşkanı adayımız, Genel Başkanımız ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan' demesinden ibaret olacak.

Çünkü AK Parti kurmayları bir süredir Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olarak seçim kampanyasının koordinasyonu ile meşgul.

Kaç yerde miting yapılacağı, seçim kampanyasının hangi tema üzerine kurulacağı gibi.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için geri sayım başladı. Geçen dönem Erdoğan’ın sarfettiği o meşhur “ Adayımız Abdullah Gül Bey kardeşim ” cümlesinden bu yana tartışıp duruyoruz. Gül ile Erdoğan arasında yaşanacak bir gerilimin kaçınılmaz olduğu, ikilinin kariyer planlarının çakışacağı, görev süreleri dolunca birbirlerine girecekleri, AKP’yi bu iki liderin dışında taşıyabilecek kimsenin bulunmadığı, üçüncü dönem kuralının siyasi intihar olduğu falan filan.

Şimdiye kadar aralarındaki hukuk pek bozulmamış olsa da Erdoğan’ın Gül’ün üzerindeki ezici baskısı hep süregeldi dersek haksızlık etmiş olmayız sanırım.

Peki, bunu niye sürekli gündemde tutuyoruz?

Birbirlerinden “ kardeşim ” diye bahseden aynı davanın neferlerinin eninde sonunda birbirlerinin boğazına çökeceğine dair öngörülerimiz nereden kaynaklanıyor?

Muhalefet, kendi gücüyle sarsamadığı AKP iktidarının iç karışıklığa düşerek kendi kendini yemesini mi umuyor?

Tüm kurumlarda iktidara tam biat hâli sürerken cumhurbaşkanlığı makamının oksijen maskesi vazifesi göreceği mi hesaplanıyor?

Popüler İçerikler

Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var