Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bahar gülüşlü Deniz Karacagil ’i “Kırmızı fularlı kız” olarak tanıdık.

20 yaşındaydı.

İsmi, Deniz Gezmiş ’ten ilhamla konmuştu.

Tıp okumak, doktor olmak istiyordu.

Antalya’daki Gezi Parkı protestolarında gözaltına alındı. Sosyalizm propagandası yapmakla suçlandı.

Eldeki delil, kırmızı fularıydı.

Ağır Ceza’da yargılandı. 98 yıla kadar hapsi istendi.

4 ay tutuklu kaldı.

Sonradan öğrendik ki, PKK’li kadınların koğuşundaymış. Soğuk koğuşta battaniye almaya parası yetmemiş. Kadınlardan biri, battaniyesini kesip onunla paylaşmış. Konuşup tartışmışlar.

Annesine “Beni anlayacağını düşünüyorum” diye yazmış:

“Bir dilek tut diye verdiğin parayı denize atarken, bir gün size geri dönebilmeyi diledim.”

Annesi, “Türkiye benim evladımı kaybetti. İnsanlar artık adaletin kalmadığı bu ülkede kendi adaletlerini yaratmak istiyor” diyor ve ekliyor:

“Ona dağ yolunu açanlar, Gezi’de çocuklarımıza saldıranlar...”

IŞİD’in Irak’ın bu kadar geniş bir bölgesine bu kadar kısa zamanda hâkim olacağını kim tahmin ederdi?

Musul’dan sonra ülkenin batısındaki ve kuzeyindeki birçok kenti, stratejik sınır kapılarını, petrol tesislerini ve diğer kilit noktaları ele geçiren IŞİD savaşçıları şimdi Bağdat’a doğru ilerliyor. Irak ordusu adeta ricat halinde ve psikolojik bir çöküntü içinde. Çaresiz kalan merkezi hükümet saldırıları durdurmak için dışarıdan yardım istiyor...

Irak’ı içine düştüğü bu kaostan ve parçalanmadan kim kurtaracak?

Merkezi otoritenin kalmadığı ve ülkenin önemli bir kesimi üzerindeki kontrolünü kaybettiği bir ortamda artık Maliki hükümetinden fazla bir şey beklenemez. Halkın çeşitli kesimlerini temsil eden, IŞİD’in saldırılarıyla baş edebilecek ve ona kaptırılan toprakları geri alabilecek güçte yeni bir hükümetin iş başına geçmesi de çok zor görünüyor.

Suriye’deki yangına ‘içe dönük patlama’ senaryosuyla benzin taşıyan ‘Dostlar Grubu’ nun nevri döndü. Irak işgalinin tohumunu ektiği, Suriye ’deki vekâlet savaşının da yeniden ihya ettiği Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Fırat ve Dicle hattındaki ilerleyişini Taribil Sınır Kapısı 'nı ele geçirip Ürdün ’e de göz dikerek genişletti. IŞİD’ın bir Ürdünlü militanı, kendi ülkesini “Ölüm ve bomba kemerleriyle geliyoruz” diyerek tehdit ederken Ürdün’ün Maan kentinde Selefiler , IŞİD’ın ilerleyişini bir gösteri ile selamladı. Panik vakti! Irak’ta ABD’nin Saddam Hüseyin sonrası kurduğu düzen tehdit altında. ABD’nin İsrail’in güvenliğini temin eden Camp David düzeninde küçük ama önemli bir parça olan Ürdün de öyle. Suriye’de rejime karşı bir yere kadar desteklenen, bir noktadan sonra göz yumulan radikal unsurlarla şimdi Suriye dışında mücadele etmek zorundalar.

Adaylık henüz resmiyet kazanmadan, “testi kırılmadan önce” son defa soralım.

Mısır’da doğup büyüyen, Arap kültürüyle yetişen, AKP’den önceki dönemlerde

denklik bile verilmeyen

El Ezher’den mezun olmuş biri, AKP’nin cumhurbaşkanı adayı yapılsaydı... CHP ne

derdi?

Çocuklar elbette babalarının günahından sorumlu tutulamaz ama, insanın

düşünce dünyası aile’de şekillenir. Atatürk karşıtı, İngiliz Muhipleri kankası,

şeriatçı birinin oğlu, AKP’nin cumhurbaşkanı adayı olsaydı... CHP ne derdi?

Ben size söyleyeyim.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı bile göreve çağırırlardı!

Böcek yerleştirdikleri iddiasıyla tutuklanması istenen polisler serbest bırakıldı. Tayyip Erdoğan, Lyon dönüşü, tepkisini dile getirdi: “Bir Başbakan’ın ofisi dinlenecek, Başbakanlık Teftiş Kurulu bütün belgeleri toplayacak, yargıya aktaracak. Hale bak hepsi dışarıda! Burada paralel yargı yoksa nerede var? Başbakan’ın ofisine böcek koymanın bedeli olmalı.”

Bence mahkemeye gitmeye de gerek yok. Başbakan hükmü çoktan vermiş. Oysa yargı, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun talimatıyla görev yapmaz. Polislerle böcek arasında somut bir ilişki görebilseydi, tutuklu yargılama kararı alırdı. Çünkü casusluk çok ciddi bir iddia. Başbakan’ın gizlice dinlenmesi, elbette kabul edilemez. Muhtemelen, bu iddiaları destekleyecek elle tutulur, inandırıcı delillere ulaşılamadı.

Irak’ta kaçırılan, rehin alınan veya hükümetin sevdiği tabirle “alıkonan”(!) 80 Türkiye yurttaşının durumu hakkında Ankara Başsavcılığı ’nın talebi üzerine 16 Haziran’da yayın yasağı kararı kondu. O tarihten beri bu yurttaşlarımız hakkında haber yapmak Türkiye’de yasak. Yabancı basından izlemek serbest ama doğrusu son dört-beş günden beri yurtdışında da bu konuda dişe dokunur haber yayınlanmadı.

“Mağdur edilen başkonsolos ve görevlilerin yaşamsal güvenliklerinin sağlanması ve bu konuda gereksiz gerçeğe aykırı ve devletin zafiyetini ortaya koyacak şekilde yayınlar yapılması nedeniyle” yasak talebinin onaylandığını Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi belirtiyor. Bu konuda konuşma yasağı olmayan Başbakan, Irak’taki yurttaşlarımızın can güvenliklerini sağlamak nedeniyle yasağa ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.

Açıktır ki, 17-25 Aralık operasyonlarıyla kamuoyuna intikal eden ve ucu şahsına kadar uzanan yolsuzluk iddialarını örtbas çabası, Başbakan Tayyip Erdoğan için siyaseten ayakta kalma mücadelesi.

Bu mücadelede Erdoğan’ın başvurduğu yol, büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının kendisini iktidardan devirmek için, ABD ve İsrail tarafından tezgahlanıp “Fethullahçı paralel devlet” tarafından uygulanan bir “darbe girişimi” olduğu iddiasını ortaya atmak oldu.

“Paralel devlet” iddiasının dörtbaşı mamur bir komplo teorisine dönüştüğü teşhisini, ilk kez “Komplo teorisi zirve yaptı” (Zaman, 7 Ocak 2014) başlıklı yazımda yapmıştım. O günlerden başlayarak iddia ediliyordu ki “milli orduya kumpas” kurup Balyoz ve Ergenekon davalarını uyduran “Fethullahçılar”dı. KCK-PKK üyeliği iddiasıyla yargılananları onlar hapse attırmıştı. MİT müsteşarını onlar tutuklatmak istemiş, binlerce kişinin telefonlarını onlar dinlemiş, seks kasetleriyle politikacıları onlar teşhir etmişti. Paris’te katledilen üç PKK’lı kadın aktivisti onlar öldürmüş, “Suriye Türkmenlerine yardım götüren” TIR’ları onlar aramak istemiş, hatta Uludere katliamını da onlar yapmıştı.

KAMUOYUNDA ıslak imza davası olarak anılan ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı hazırladığı iddiasıyla açılan davadan ağırlaştırılmış müebbet hapse, Balyoz darbe planında ele geçirildiği iddia edilen bir listede adının bulunması yüzünden de 16 yıl hapse mahkûm edilen Dursun Çiçek ile röportaj amacıyla görüşmemiz, iki tarafın kan davulu çalanlarında travmaya ve tepkilere neden oldu. Kendilerine hükümet-cemaat çatışması ortada yok iken, özellikle 2010 yılından beri askeri vesayetin tasfiyesinin kirli yollarla olamayacağını hatırlatan onlarca yazım olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Sadece yargılamalardaki sorunlar da değil, Albay Berk Erden 'i intihara sürükleyen kara propaganda ve özel hayata dair mütecaviz ithamlara karşı ulusal basında kaç köşe yazarı eline kalem almış mesela, bir bakılsın, öyle konuşulsun. Yazıyı 'Albayın intiharı' başlığıyla Google'da aratabilirler. Nitekim İlker Başbuğ' un zarif bir referansla yer verdiği yazılarımdan biri kendisinin 'Suçlamalara Karşı Gerçekler' kitabında, hemen oracıkta. Duruma yeni uyanmış değiliz, yeni dile getirmiş değiliz. El hak, ihtimam ve odaklanma sorunu yaşamış olabiliriz, onu da insanın celladıyla selamlaşırken hissedeceği normal isteksizliğe veriniz.

Geçtiğimiz hafta sonu; hükümetin hedefe koyduğu Gülen Cemaati'nin; adı Abant Platform'u olan ancak zorunluluktan (eski otel Hükümet'ten korkup yer vermediği için) Akçakoca'da biraraya gelinen toplantısına katıldım.

Gün boyu televizyondan canlı yayınlanan (Mehtap TV) 'Türkiye'nin yönü' konulu panellerde sunum yapan akademisyen ve aydınların tartışmalarını dinledim.

Ersin Kalaycıoğlu 'ndan Ergun Özbudun 'a Serap Yazıcı 'dan Seyfettin Gürsel 'e pek çok değerli ismin fikirlerden uzun notlar alma fırsatı buldum.

Yemek aralarında ise cemaatin önde gelen isimleriyle sohbet fırsatı buldum.

Bu sohbetlerden birinde konu Kürt barışına geldi.

Cemaatin en tanınan isimlerinden birine...

‘Türkiye merkez sağının varlık nedeni, devlete gücenen, ondan bunalan bir ‘çevre’yi temsil eder görünüp aslında kamu otoritesini sevimli ve sevilebilir kılmak olagelmiştir. Merkez sağ benimsediği garip bir ideolojik almaşık (Liberal-Muhafazakar) nedeniyle bu ülkede modernizmin demokrasi söyleminin eksik uygulanmasının sorumlu tutulması gereken ajanların başında gelmektedir.’

Bu ifadeler Ümit Cizre’nin ‘Muktedirlerin Siyaseti, Merkez Sağ-Ordu-İslamcılık’ kitabından alındı. Cizre, doksanlı yıllarda merkez sağın içine girdiği çürümeyi ve 28 Şubat sürecinde askerlerin rolünü kritik eden eseri günümüzü de ışık tutuyor.

AK Parti doğal sınırlarına ulaştı!

AK Parti, 90’larda yaşanan trajedi üzerine iktidara geldi. Erdoğan ve arkadaşları sağ’dan radikal kopuşu temsil eden yeni bir siyasi hareket başlattılar. AK Parti bayındırlık-imar başta olmak üzere vesayetin geriletilmesi, rejimin normalleştirilmesi, Kürt sorunun hal yoluna sokulması ve birçok alanda sessiz devrim yaptı. ‘Halkını tehdit olarak gören devleti ve devletine kırgın milleti’ rehabilite etti.

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!