Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanlığı seçimleri için AKP adayı olarak sadece iki ihtimal var: Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan. İbre net bir şekilde Erdoğan’dan yana. Kimin aday olacağını da son tahlilde Erdoğan’ın kendisi belirleyecek. Buna rağmen AKP lideri, partisinin adayını (muhtemelen kendi adaylığını) açıklamayı, Gül’ün telkinlerine de itibar etmeyip, sürekli erteliyor.

Bu gecikme hakkında birçok yorum ve spekülasyon yapılıyor. Bana göre bunun esas nedeni, kendisinin Köşk’e çıkması halinde partisinin başına kimin geçeceği konusunun belirsizliğini sürdürmesi. Bu o kadar hayati bir konu ki, çok düşük bir ihtimal olmakla birlikte Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olmaktan bile vazgeçebilir.

Olayların gidişi

İlk bakışta AKP liderinin bu konuda çok rahat olduğu söylenebilir. Çünkü:

a) Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde başkanlık ya da yarı-başkanlık sistemine geçişi zorlaması, anayasayı değiştirtmesi mümkün olmazsa fiilen bunu dayatması bekleniyor.

b) Bunun yegane yolu, bizzat dile getirdiği “partili cumhurbaşkanı” formülünü dayatmak.

c) Bunun için hükümet ve partinin başında kendisine itirazsız tabi olacak isimler olması gerekiyor.

d) Eşbaşkanlık formülünü de bu bağlamda ortaya attığı düşünülüyor.

e) Ne var ki kendisinin Köşk’e çıkması durumunda AKP’nin başına geçmesi beklenen Abdullah Gül onun kafasındaki profile uymuyordu.

Gülistan 27 yaşında. Yokluk ve ayrılık olmasa, güleryüzlü bir kadınmış vaktiyle; belli. Haseke’den ateş altında, kendi ifadesiyle “uzun ve karışık yollardan” Kızıltepe’ye yürüyerek gelişlerinin üzerinden bir buçuk yıl geçmiş.

O gün bugündür, beton zemine serili bir kilim ve şilteden başka bir şey olmayan bu tek göz odada yaşıyor.

Üç kadının sıcak “hoş geldiniz” leri eşliğinde adımı attığım burayı önce gecekondu sandım. Değilmiş. Ziyaret bitiminde Türkmen tercümanımız ahır olarak yapıldığını söylüyor.

Bitişikte bir küçük beton “oda” daha var. Gülistan’ın kocası, kayınvalidesi, görümcesi, babalarını kaybetmiş akrabalarının iki kız çocuğu, zamanında büyükbaş hayvan bağlanmış bu iki “göz” e sığmaya çalışıyor. 300 lira kira karşılığında.

Onlar, sayıları Türkiye’de 1 milyon, sadece Mardin’de ise 60 bine yaklaşan kayıt dışı Suriyeli mülteciden altısı.

Annesine bir not bırakmış ve dağlara vurmuş kendisini. Not bırakmadan gidenleri de vardır. Hiç haber alınamayanı da. Yaşlı zihniyetlere inat, bir genç tepkisidir bu.

O yaşlarda kızdığın zaman, dağlara vurabilirsin. Kızarsın ve herşeyi silip atarsın. Korkusuzsundur. Ne geleceğini, ne ikbalini, ne çevrendeki insanların kaygılarını dikkate alırsın. İsyan edersin ve yürür gidersin.

Gençlik saftır, asidir ve hayallerinin peşinden koşar. Yıllar geçtikçe onları anlamak zorlaşır.

Postadan zaman zaman gazetedeki adresime mektuplar gelir. Posta mektubu nereden gelir, tabii ki cezaevinden. Dışarıdaki gençlik mailleşir, içeridekiler yalnızca mektup yazabilir. Üstelik onu da çoğu zaman sınırlandırırlar. Yolladıkları mektuplarda, uğradıkları haksızlıkları anlatırlar. Cezaevinin acımasız koşullarına dikkat çekerler. Açlık grevi yaparlar. Yargıda karşılaştıkları haksızlıkları duyurmaya çalışırlar.

Geçen hafta IŞİD’in Irak içlerine doğru ilerleyişini sürdürmesi üzerine Irak Dışişleri Bakanı, ABD’nin IŞİD’e yönelik hava saldırısı düzenlemesi talebinde bulundu.

ABD Başkanı Obama ise Irak’a asker göndermeyi düşünmediklerini açıklarken bölgedeki güvenliği artırmak amacıyla Basra Körfezi’ne üç savaş gemisi gönderdi.

IŞİD Selefi fikriyata sahip bir örgüt. Hayli aşırı görüşleri ve kabul edilemez eylemleri olmakla beraber hem İslam tarihi içinde teşekkül etmiş bir eğilimin devamcısı, hem örgüt içinde yer alanlar Müslüman. Amerika’yı IŞİD’i durdurmak üzere yardıma çağıran Hoşyar Zebari Sünni ve Müslüman, bilgisi dahilinde konuştuğu Maliki de Şii Müslüman. Kısaca iki Müslüman mezhep grubu aralarındaki bir ihtilafı çözemedikleri için çatışıyorlar, çatışmanın ülkenin kalbine doğru yayılacağı anlaşılınca taraflardan biri Amerika’yı yardıma çağırıyor.

Sekiz yaşında nişanlandırılan, 12’sinde imam nikahıyla ‘evlendirilen’, tecavüz edilen, sonra ailesine yollanan...

18 yaşına geldiğinde, evli bir adama kuma olarak “verilen” Siirtli kadının dramı dün Hürriyet’in manşetindeydi.

S.A., beş çocuğunu geri alabilmek için İstanbul’da hukuk mücadelesi başlatmasaydı, hikâyesini belki hiç duymayacaktık.

Kimbilir kaç kız çocuğu benzer şiddet ve işkenceyi yaşadı ve yaşıyor?

Ne devlet, ne de kamuoyu “kandırılıp” dağa çıkan çocuklarla ilgilendiği kadar kadınların mal gibi kullanılması, atılıp satılması, dövülmesi, hatta öldürülmesi meselesine değiniyor!

Siirtli kadının hikâyesine “şoke olan”lar, kadın sorununun Doğu’ya has olmadığını unutmamalı.

Kadına yapılan zulüm, sistematik ve Türkiye’nin her yerinde var.

Yemeğin sonuna geliniyordu. Kılıçdaroğlu çayından bir yudum aldı, sağında oturan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mehmet Kaya ’ya dönerek “Güzel bir toplantı oldu, davetinize teşekkürler” dedi; “Bu adımın aramızdaki diyalogun başlangıcı olmasını umuyorum.”

Yemek, DİTAM tarafından düzenlenen 20 Haziran toplantısına katılan sadece Diyarbakır değil Doğu ve Güneydoğu’nun çoğu şehrinden gelen 60 kadar sivil toplum kuruluşu temsilcisine, toplantının yapıldığı Green Park Oteli’nin lokantasında veriliyordu.

Toplantı, Türkiye’nin dışarıda Suriye ve (Türk rehinelerin de içinde olmasıyla ayrıca önem taşıyan) Irak iç savaşları ve içeride 10 Ağustos’ta ilk turu yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle Kürt siyasetinin kilit önem kazandığı bir dönemde yapılmıştı. Böyle bir dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ’nun konuşmacı olarak çağrılması da onun kabul edip gelmesi de aynı ölçüde önemliydi.

Gazeteci milleti ’nin meslek hayatı inişli çıkışlıdır.

Gün gelir işini kaybeder.

Gün gelir çalıştığı yer kapanır, kapatılır.

Gün gelir kovulur.

Gün gelir mahkemeye, hapse düşer.

Gazeteci milletinin kaderidir bütün bunlar.

‘İş güvencesi’ pamuk ipliğine bağlıdır.

Kimi gazeteci kaderine küser, mesleği bırakır.

Kimi sonuna kadar tutunmaya gayret eder, bir gün ‘ filmin sonu ’nu görebileceğini sanarak...

Galiba ben de bütün bu duraklardan geçtim 45 yıllık meslek hayatımda...

Bu satırları pazar sabahı tenha bir kahve köşesinde Radikal için yazıyorum.

Yıllar yılı elime alarak keyifle okuduğum Radikal artık ‘kağıt’ta yok, sadece ‘ internet ’te var.

Ne güzel. Ne güzel. Aslında cümle tam olarak şöyle: Ahmet Hakan yine sormuş, Aydın Doğan yine cevaplamış.

Durun. Durun. Ya da şöyle söyleyelim.

Geleneksel, Ahmet Hakan’ın Aydın Doğan’la ‘küçük mülakatlar’ serisinin on birincisi ‘şahane sorularla’ ve ‘muhteşem açıklamalarla’ düneyin gerçekleşmiş oldu.

Nasıl derler: Şahane sorular, doyurucu cevaplar!

Hürriyet röportajı ‘Kuyruklu yalana yanıt’ başlığıyla ve Aydın Doğan’ın en şirin, sevimli fotoğrafıyla servis etti.

Sebep!

Aydın Doğan Sabah Gazetesi’nin ‘Çatı aday Pensilvanya ve Doğan projesi’ manşetinden ve Latif Erdoğan’ın ‘CHP CHP ve MHP’nin aklına gelebilecek bir isim değildir. Aydın Doğan ve Pensilvanya’nın bir projesi.’ açıklamalarından rahatsız olmuş, huzursuzlanmış.

İddia yeni olmadığı gibi Latif Erdoğan’ın açıklamaları da boş değil.

Türkiye'nin en büyük problemlerinden birisi, hukuk sisteminin topluma güven telkin etmemesiydi .

Yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında en önemli toplumsal talep bu yüzden 'adalet' kavramı üzerinde yoğunlaşıyor, beklentiler listesinin en üstünde yer alıyordu.

Bu noktada bırakın ilerlemeyi, bırakın yerinde saymayı , büyük bir gerileme dönemine girilmiş durumda.

Yıllar boyu yaşanan çırpınışın ardından çıkmaza girildi.

Hukuk mekanizmasının işlersiz, geçersiz hale getirildiği , adalet kavramının içinin boşaltıldığı bir süreçte, ülke yokuş aşağı hızla gitmekte.

Kanun tanımamak, siyasi iktidar sahipleri için bir norm halini almakta. Hukuki süreçler, davalar, kararlar yazboz tahtasına dönüşmekte. Adli yapılar, gücü ele geçirme gözü dönmüşlüğü yüzünden bir oyuncak muamelesi görüyor.

Pek yakında savcılık, hele hele yargıçlık , ülkenin en az ilgi gören, en az makbul, fellik fellik kaçılan meslek kolu haline gelirse, hiç şaşmayın.

Tepedekiler kanun tanımayınca, aşağıdakiler tanımak ister mi?

Erdoğan vaktiyle 'dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz' demişti de kıyametler kopmuştu.

Hatta kimi muhafazakar yazarlar bile laga luga yaparak karşı çıkmışlardı.

'Dindar gençlikten' murat edilenin 'ahlaklı gençlik' olduğunu (söz konusu tartışmanın sürgit devam ettiği günlerde) CNN Türk'te Enver'in programında dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.

Din güzel ahlaktan ibarettir. Yüce önderimiz, 'Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim' buyurmuştur

'Biz ahlaksız bir gençlik yetiştirmek istiyoruz' diyen bir parti lideri yoktur. Kaldı ki olsa da problem yok. Yazar bunu parti programına girer seçime, halk kararını verir.

Görebildiğim kadarıyla öğretim müfredatı ve eğitim kadrosu dün olduğu gibi bugün de 'Kemalist' yetiştiriyor.

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı