Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Mersin Akkuyu nükleer santralinin inşası için şart koşulan Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu hâlâ açıklanmadı.

Hoş, özel şirketlerin hazırladığı ÇED raporlarının güvenirliği ve görüşüne başvurulan akademisyenlerin yetkinliği ve bağımsızlığı başlı başına bir sorun...

Geçen yıl açıklanan Akkuyu ÇED raporu büyük tepki çekmiş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “revize edilmesi” için şirkete iade etmişti.

İki hafta önce Bianet, raporun yenilenen bölümünü yayımladı:

Nükleer santralin neden olacağı deniz suyundaki sıcaklık artışı incelenmiş... Ve denizdeki canlı yaşamına önemli bir etkisinin olmayacağı kararına varılmış.

Santral denizi etkilemezmiş

Nükleer santralin Akkuyu’ya yapılmasıyla ilgili en büyük sorunlardan biri, santral için soğutma suyunun sağlanması... Zira bunu yaparken santralden Akdeniz’e sıcak su boşaltılacak. Dolayısıyla, deniz suyu sıcaklığı yükselerek deniz ekosistemini bozacak.

“Ters köşeye yatırmak” bir futbol deyimidir: 

Akıllı, zeki, bedenine, ayağına hâkim olan iyi bir futbolcu, penaltı atarken, kaleciyi bir köşeye yatırır, topu, onun atladığı köşenin tersine yollayarak rahatça golünü atar... 

Çünkü kalecinin, topun nereye doğru gittiğini gözlemek ve buna göre refleks göstermek için yeterli vakti yoktur; topa vurmak için gelen oyuncunun vücut hareketlerine bakarak bir tahmin yürütür ve kendini topun geleceğini beklediği yöne doğru fırlatır.

Efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis, parmağını şakağına götürerek, “Futbol zeki işi, zeki!” derdi. 

Penaltı atarken topa öyle yaklaşırdı ki, kaleci ve bütün izleyiciler nereye doğru vuracağını görürdü... 

Ama o son anda çok zor bir iş başarır, ayağını, bedeninin verdiği ivmenin ters yönünde kullanarak şutunu beklenmeyen köşeye doğru çekerdi: 

Kaleci bir köşede, top öbür köşede ağlarda!

Radikal’in tabloid olarak basıldığı ilk sayısında ilk yazım yayımlanmıştı. Tesadüf, Radikal’in gazete olarak basıldığı bu son sayısında da yazım var. Yazı günlerinin azizliği.

Bu, hakikaten arşivlik bir sayı. Radikal’in gazete olarak da tabloid haliyle de yaşadığı macerasının sonu. Artık Radikal’in uzun zamandır başarıyla devam etmekte olan internet macerasını izleyeceğiz.

Bu süreçte tanışmaktan ve beraber çalışmaktan çok mutlu olduğum, dostluklarından da gurur duyduğum çok kişi Radikal’de devam etmeyecek. Bunun gizlenemeyecek ve gazetenin kapatılacağının ilanından beri aklı meşgul eden bir hüznü var.

Bu hüznün ve kâğıdın buharlaşmasının tuhaflığının gölgesinde yeni bir döneme giriyoruz.

Engin Alan’ın cezaevinden çıkarken söyledikleri ibret verici:“Bu alçaklığı yapan, planlayan, destekleyen ne kadar namussuz varsa, bunlar bu ülkenin vicdanlı, onurlu yargıçlarının karşısına oturup hak ettikleri cezayı alana kadar mücadelemiz sürecek. Biz içerideyken, hiçbir şekilde cevap verme imkânımız yokken, bir anamıza küfür etmeyen utanmazlar dahil herkese sıfatı mevkii ne olursa olsun söyleyecek sözümüz var.”

Balyoz’un gerekçeli kararında Engin Alan’ın meşhur Plan Semineri’ndeki sözlerine de yer verilmişti. Alan şöyle diyordu: “Kararın verildiği gece, önce liderleri hemen toparlamak lâzım. Süratle bir gece yapılacak özel bir operasyonla bu liderleri toplayıp, yangını kaynağında halletmek gerek… Sokağa askerin inmesi, tankların ve zırhlı araçların dolaşmasıyla operasyon başlıyor komutanım.”

Şu basit “ilk cümle” bundan otuz yıl önce yazılabilseydi, çok önemli bir cümle olurdu. Bugün, 2014’te, herhangi bir önemi olduğunu düşünmüyorum.

Dünkü gazetelerden birinde Kenan Evren’in damadının sözlerine yer verilmişti. Onun dediğine göre, bugünlerde 98 yaşına girecek olan Kenan Evren’in zihni açık değilmiş ve böyle bir mahkûmiyet aldığının da farkında değilmiş. Yani, sonuç olarak, o bile unutmuş “12 Eylül darbesi”ni.

Kenan Evren böyle, normal sayılanın ötesinde yaşamış olmasa, böyle bir dava muhtemelen açılmazdı. Tamamen “sembolik” bir davaydı. “Ergenekon”, “Balyoz” derken, Türkiye 1950-2000 dönemini kapsayan askerî darbe ve vesayet rejimini geride bırakıyordu; bu geçmişin kapağının artık kapandığını bir “simge”yle perçinlemek üzere bir de “12 Eylül davası” başlatıldı. Bu şekilde de sonuçlandı.

Cumhuriyetin kurucu partisi CHP'nin, bu ülkede laiklik ekseninde dini hayat ve sembollerden tamamıyla arındırılmış bir ülke modellemesini uygulamaya çalıştığı yıllarda dünya konjonktürü de buna uygundu. Sübhaneke okuyanların bile jandarma dipçiğine maruz kaldığı, dini ve tarihi eserlerin tahrip edildiği, Arapça yazıların kapatıldığı, köylerde cenaze kaldıracak imamların bile kalmadığı günler çok partili rejim ile birlikte tarihe karışmıştı. Ancak bugün CHP'nin dine bakışını olmasa da dine dair politikasını değiştirmeye başlayışı, dünyanın bir başka viraj aldığı döneme denk geliyor. Derin Tarih dergisinin Haziran sayısında İsmail Kara'nın bu dönemi anlatan yazısını okumasaydım bugün Ekmeleddin İhsanoğlu'nun çatı aday gösterilmesine çok daha fazla şaşırırdım.

İsmail Kara yazısında temelde Demokrat Parti'nin CHP'nin içinden çıkması gerçeğinden yola çıkarak 'Demokratların CHP'den farklı bir laiklik politikası oldu mu?

İki yıl önce yapılan anayasa referandumuna ‘’Yetmez, ama evet’’ dedikleri için pişmanlık duyanlar, bu hafta meydana gelen iki gelişme sonrasında, ‘Evet’ oyu kullanmakla yanlış yapmadıklarını herhalde anlamışlardır.

Bunlardan ilki, anayasada mevcut bir ‘geçici madde’ yüzünden yargılanmaları imkânsız olan 12 Eylül (1980) darbecilerinin müebbet hapse mahkûm edilmeleridir... Diğeri de, Yargıtay tarafından onandığı için kesinleşmiş olan ‘Balyoz’ davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nin devreye girmesi ve mahkûmiyet almış olanlara yeniden yargılanma yolunun açılması...

Mahkûm oldukları halde yeniden yargılanma yolu açıldığı için cezaevinden tahliye edilenler muhtemelen referandumda ‘Hayır’ oyu kullanmışlardır, ama olsun; sonuçta özgürlüklerine, bizlerin oylarımızla gerçekleşen anayasa değişiklikleri sayesinde kavuştular...

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hafta sonu yapılacak kongrede HDP’nin Eş Genel Başkanlığı’na seçilecek. 

Demirtaş’ın, sadece Kürtlere değil, kendisini solda tanımlayan tüm kitlelere sesleneceği misyonuyla yola çıkan HDP’deki yeni görevi pek uzun sürmeyebilir. 

Adı, giderek daha sıklıkla HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak geçiyor. 

Geçen hafta -benim de katıldığım- Tarafsız Bölge programında, bu yöndeki sorulara“Benim de kulağıma geliyor” esprisiyle olumlu sinyal verdiğini anımsatalım. 

Doğaldır ki, cumhurbaşkanı adaylığının, kendi başına alabileceği bir karar olmadığını vurgulayan Demirtaş’ın program finalindeki sözü, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, Ankara Temsilcimiz Utku Çakırözer’e Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında yaptığı değerlendirmeye karşılık bir “nazire” niteliğindeydi. 

Demirtaş, olası adaylığının Türkiye genelinde nasıl karşılanacağı sorusuna,“Tanıdıkça severler” karşılığını verdi...

Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz kararının içiçe geçmiş iki siyasi sonucu söz konusu:

Balyoz Gülen cemaatinin başına patlıyor, yani Balyoz Davası’ndaki tüm haksızlık, usulsüzlük ve hukuksuzlukların tek sorumlusu olarak Cemaat gösteriliyor.

Balyoz Gülen cemaatinin başında patlıyor, yani kısa süre öncesine kadar Cemaat’in gücüne güç katmış olan Balyoz Davası, bundan böyle onun gücünün iyice azalmasına vesile olacağa benziyor.

Bermuda şeytan üçgeni

Sırayla gidelim. Hafızlarımızı fazla zorlamaya gerek yok. 4.5 yıl önce, 20 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesi’nin manşetiyle start verilmiş, aynı yıl Haziran ayında ilk duruşma yapılmış, iki yıl sonra Eylül ayının sonlarına doğru mahkeme 365 sanıktan 325’ine ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişti.

Suriye iç savaşının öngörülemeyen iki sonucundan biri ülkenin kuzeyinde oluşmakta olan Kürt siyasi entitesi, diğeri Irak ve Suriye üzerinde kurulmakta olan Selefi bir devlet.

Suriye’deki Kürt oluşumunun Irak’ın kuzeyinde kurulan Kürt federe devletine benzer bir seyir takip edeceğini düşünebiliriz. Irak-Suriye hattı üzerinde bir anda ortaya çıkan Selefi devlet ise yepyeni bir olgudur. Bölge ülkeleri bu yeni oluşumu öngöremediler. Türkiye ve İran Suriye’de vekalet savaşı vermekle meşgul iken müthiş bir siyasi aklı kullanan Suudi Arabistan yeni bir devletin zeminini hazırladı. İran’ı durduracak, Türkiye’nin bölgeye girişini kontrol altına alacak bir savunma hattı oluşturdu.

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adıyla önce Musul’a girip 80 civarında Türk vatandaşını rehin alan örgütün giderek ülkenin kalbine doğru yürümekte olması herkesi şaşırttı.

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman