Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Stratejik derinlik ’ iddiasındakiler Ortadoğu’nun bulanık sularında ‘ boğulalı ’ epey oluyor. Fakat geçen yaz yazılan ‘ değerli yalnızlık ’ destanının dünyaya sunduğu trajikomik manzarayı bile arayacak hale gelebiliriz. Zira sıra ‘ stratejik fırsatçılığa’ gelebilir. Türkiye’nin ‘ bir koyup 10 almakla ’ sembolleşen ‘ fırsatçılık ’ sicilinin bir de siyasal İslam ideolojisiyle bezendiğini düşünürsek, korkmakta haddinden fazla fayda var. Irak’ın Musul kentinin Ortadoğu’nun yeni fenomeni Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından ele geçirilmesiyle zincirinden kopuveren olaylar, bize en başta bunu gösteriyor.

Aslına bakarsanız ‘ birileri dizginlemezse ’ beklenen oluyor, Irak ve Suriye çatışmaları ayan beyan birleşiyor. Salı günü 48 saatlik saldırının ardından Irak’ın Musul vilayetinin neredeyse tamamını ele geçiren IŞİD artık Suriye’deki Rakka’dan Irak’ın El Anbar ve Felluce hattına uzanan bölgenin hakimi. IŞİD Gaziantep’ten Mardin’e uzanan dört sınır kapısını kontrol ettiğinden zaten ‘ sınır komşumuz ’. Suriye’nin doğusunda kurmuş olduğu emirliğini Irak’ta Musul gibi petrol zengini bir bölgeye yayması, Irak’ın parçalanması açısından ‘ sonun başlangıcı ’ denilse yeridir. Nitekim bir kaç gün içinde ‘ 1916 Sykes-Picot sınırları çoktan bozuldu, haydi silah başına ’ yorumlarını görürseniz şaşırmayın.

Sevdiğimiz güzel bir alıntı ile başlayalım: 'Seni besleyen şey, seni zehirleyendir.' Bu söz nereden geldi tam olarak bilmiyorum. Ünlü birkaç kişinin sırtında, kolunda, göbeğinde, poposunda yazdığını hatırlıyorum. Hakkını verelim güzel söz. Bir de buna benzer ‘hurmalı’ güzel bir söz daha var ama onu henüz vücuduna dövme olarak kazıtanını görmedim! İsterseniz zaman makinesine binip 30 Mart seçimlerinin son haftalarına doğru kısa bir yolculuğa çıkalım. Ak Parti’nin Brad Pitt’in şu meşhur X Zombi filminden nerede ise birebir esinlendiği bayraklı reklam filmini hatırladınız mı? Hani birisinin Türk bayrağını haince indirmeye kalkarken Başbakan’ın sesinin fonda İstiklal Marşı'ndan dizeler okuduğu o malum reklam filminden bahsediyorum. Herkesin koşup bayrağı indirmekten son anda kurtardığı bolca hamaset kokan reklam filmi… Evet o! Barış sürecinin ortasında, silahların sustuğu dönemde vizyona sürülen bu film kuşkusuz Ak Parti’nin MHP’ye kaymaya meyilli milliyetçi oylarından bir iki puanını durdurmayı başarmış ve kendisine oy olarak döndürmüştü. Oysa bakın aradan daha 3 ay bile geçmedi. Bugün Diyarbakır’da bir reklam filmini aratmayacak kadar net çekilen ‘bayrak indirme senaryosunda’ pek çok çevre ironi ile Ak Parti’ye bu reklam filmini hatırlatıp 'N’oldu?' diye laf sokuşturuyor. Peki soralım bu reklam filminin Ak Parti'ye hatırlatıp laf sokuşturanlar haksızlar mı?

Süleyman Şah Türbesi’nde yaşanan kriz benzeri bir tehditle karşılaşmak istemeyen Türkiye, IŞİD’in eline geçen Musul Başkonsolosluğu’nu tahliye ediyor Kamuoyunda tüm dikkatler Lice olayları ve Diyarbakır’daki bayrak indirme eylemine odaklanmışken, sınırlarımızın hemen ötesindeki Musul’da sessiz sedasız yükselen IŞİD tehdidi Ankara’yı teyakkuza geçirdi. Geçtiğimiz yıl içinde Suriye’de Rakka bölgesi ve ardından 4 sınır kapımızı tümüyle ele geçiren örgüt, pazartesi gecesi de Irak’ın en önemli kentlerinden olan Musul’da hakimiyet kurdu.

Böylece yurtdışından gelen cihatçıların da yardımıyla Suriye’den Irak’a uzanan Sünni bölgesinde kesintisiz bir Selefi devlet projesini hayata geçirmek için düğmeye basan El Kaide çıkışlı örgüt, hem Irak’taki Maliki rejimini, hem Türkiye’yi, hem de Suriye ve Irak’taki Kürt oluşumlarını aynı anda tehdit eder hale geldi.

Aylardır IŞİD’le şiddetli çatışmalara giren PYD güçlerinin yanında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı peşmerge birlikleri de kendi bölgelerindeki El Kaide tehdidine karşı savunma pozisyonuna geçti. El Kaide menşeli IŞİD’in bir haftadır Musul’da Irak ordusuyla savaştıktan sonra Musul’da hakimiyet kurması, sadece Erbil ve Ankara değil Washington’da da soğuk duş etkisi yarattı.

Ter ne kadar El Kaide merkeziyle sorunları olsa da IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) ideolojik-politik olarak bu uluslarötesi şebekeyle aynı hatta olduğu açıktır. Dolayısıyla IŞİD’in Irak’ın en önemli şehirlerinden Musul’un önemli bir bölümünü ele geçirmiş olmasını El Kaide’nin kapımıza dayanması olarak görmek yanlış olmaz.

Aslında bu ilk değil. IŞİD öteden beri Suriye’deki varlığıyla Türkiye ile bir tür komşu durumunda, hatta iddialara göre IŞİD’e eleman ve malzeme aktarımında topraklarımız da kullanılıyor.

Şunun altını kalın bir şekilde çizmemiz gerekiyor: Bugün IŞİD Musul’da bayrak sallandırabiliyorsa bunun sorumluları Bağdat, Washington, Tahran ve Ankara ile Erbil’dir. İşin Irak, ABD, İran boyutunu bir kenara bırakıp Türkiye ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ayağına bakacak olursak şunu görüyoruz: Suriye’deki iç savaşta Abdullah Öcalan (dolayısıyla PKK) çizgisindeki PYD öne çıkınca, Ankara ile Erbil koordineli bir şekilde onunla aralarına mesafe koydular, etkisini sınırlamaya çalıştılar ve bundan da doğal olarak en çok Nusra Cephesi ve IŞİD gibi aynı bölgede nüfuz mücadelesi veren radikal İslamcı yapılanmalar istifade etti.

“Bizim nereden geldiğimiz çok önemli değil, nereye gittiğimiz önemlidir. Diyarbakır’a daha önce az geldik. Diyarbakırlıların sorunlarını yeterince dinlemedik, haksızlık yaptık belki. Bizim kusurumuz olabilir ama telafi edeceğiz.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ’nun, genel başkan seçildiği kurultaydan altı ay sonra gittiği Diyarbakır’da yaptığı bu kritik özeleştiri, ertesi gün pek çok gazetenin manşetindeydi.

Söylendiği ana tanıklık ettiğim bu sözlerin üzerinden dört yıla yakın zaman geçti.

O geziden en çok aklımda kalan diğer bir anekdot ise CHP otobüsünün, “hiç değilse taşlanmamasının” , bir teselli olarak dile geldiği o tuhaf ümit duygusuydu.

Köprülerin altından çok sular aktı.

AKP’nin izlediği ilginç bir siyaset var. İlk bakışta birbirine bir hayli zıt görülebilecek kavram ve değerleri aynı anda sahiplenebiliyor.

Hegemonyaya yatkın bir yapısı olduğu için de bu kavram ve değerler üzerinde tekelini kurma arzusunu saklamıyor.

Bu sebeple yerel seçimden evvel hem bizzat genel başkanının İstiklal Marşı’nı okuduğu bayraklı milliyetçi bir reklama dayanıyor hem de Şiwan Perver ve Barzani’yi Diyarbakır’da ağırlayabiliyor.

Bu siyaset tarzı AKP’nin işine yaramıyor denilemez. Hem milliyetçi oyları hem de hatırı sayılır miktarda Kürt oyunu toplayabiliyor.

Benzer bir durum Lice konusunda da geçerli. Kalekol yapan da AKP, barış sürecini yürüttüğünü söyleyen de.

Garnizondan bayrağın indirilmesine “O bayrağı indireni, neyse alacaksın, indireceksin, gereğini de yapacaksın” diye parlayan da Erdoğan aynı konuşmada “Eğer o maşa, o sırada vurulursa terör örgütü kitleleri tahrik edecekti” diyen de Erdoğan.

Bayrak meselesi yeni değil. Çözümsüzlüğün iyice ayyuka çıktığı 2005 ve sonrasında bazı göstericilerin bayrak yaktığını, infialin o zaman da tavan yaptığını dün gibi hatırlıyoruz. Bayrak meselesi, bu yüzden, bize sadece 'çözüm' adıyla sunulan ama rölantide tutulan süreçte bıçak sırtı halinin nasıl devam etmekte olduğunu anlatıyor sadece.

Bayrak hadisesinin arka planına, şimdiki standart bağırış çağırışın öte yakasına çok iyi bakmak zorundayız.

Felaket tellallığı yapmak istemem. Ama mesleğe başladığım yıllarda PKK'nın doğumuna, önlenemeyen büyümesine, ülkeyi yöneten 'seçkinlerin' müzmin ahmaklığına tanıklık etmiş biri olarak, Kürt meselesi enine boyuna çözülmeden bu ülkeye demokrasi ve huzur gelmeyeceğini yıllarca yazmış çizmiş biri olarak, bu süreçten bu şekil ve şemalde hayırlı, kalıcı bir şey çıkmayacağını söylemek zorundayım.

Yaratan; şu kuluma bütün hasletleri bahşettim, bir eksiği olsun da nazar değmesin diyerek herhalde, Başbakanımızı mizah yetisinden ve duygusundan yoksun kılmış. Bazen bu işe ucundan buluşmaya kalkıştı mı da kötü mizah yapıyor, daha doğrusu laf sokuşturmayı mizah sanıyor. 3. Havalimanı’nın temel atma törenindeki kelime oyunu, kendisine ve şakşakçılarına pek yaratıcı gelse de, aslında bumerang gibi dönüp sarf edeni vurdu. Dev projeleri engellemeye çalışan “Gezi zekâlılar”dan müstehzi bir gülücükle ama tehditkâr bir sesle söz eden Tayyip Bey, Gezi’den fışkıran zekâyı ve bu ülkenin Gezi zekâlılara ihtiyacı olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Artık bir yer adı değil bir kavram haline gelmiş olan Gezi’nin belirleyici özelliği, gençliğin zekâ dolu mizahıydı. Vurdulu kırdılı eylemler, dertleri bayrak sallamak olan bindirilmiş kıtalar, muhalefeti küfürbazlık ve saldırganlık sanan lumpenler, yani bu türden büyük kitle hareketlerinde her zaman meydanlara çıkacak gruplar ve görüntüler bir yana konduğunda, Gezi ruhu diye bir şeyden söz edilebilirse, o da yapıcı, yaratıcı, isyankâr zekâ ve onun mizahıydı .

Hafta sonu iki günümü Diyarbakır'da geçirdim.

Diyarbakırlılar, 'Tüfeği kim patlatırsa, o kaybeder' demişlerdi.

PKK patlatırsa PKK, devlet patlatırsa devlet.

Bayrağımızın indirilmesi tam bunun üzerine geldi.

Bayrağımızın indirilmesi olayı ise yediden yetmişe hepimizi rahatsız etti. Bu olaya gereken en sert tepki gösterildi.

Dün partilerin grup toplantıları vardı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türk bayrağı asılı kürsüde konuştu. Grup salonunda Türk bayrakları sallandı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu her zaman olduğu gibi, bayrak olayına tepki göstermek yerine Erdoğan nefretini kustu.

Başbakan ise hem en ağır tepkiyi koydu hem de soğukkanlılığını kaybetmedi.

Herkesin üzerinde ittifak ettiği iki nokta vardı.

1-Bayrağımızın indirilmesi çözüm sürecine yönelik bir provokasyon.

2-Kandil, çözüm sürecinin tıkanması için gerilimi tırmandırıyor.

Bu sürecin tek kaybedeni, Türkiye’de demokrasi ve insan hakları oldu. Taraflar, PKK da, hükümet de barış konusunda samimi olmadıkları, bunu geçici bir taktik olarak gördükleri için bu sorunu temelinden çözecek adımlar atılmadı.

Şunu unutmamalıyız: Türkiye’de ayrılıkçı Kürt meselesi çözülecekse, bunu çözecek öncelikle Türkiye’nin her yerinde, herkes için geçerli olacak demokratik açılımların yapılmasıdır. Ülkenin bir yarısında ağır bir polis rejimi sürerken, iktidardaki tek adam, otoriterleşme yönünde ciddi bir eğilim gösterirken, diğer yarısının özgürleşmesi diye bir şey düşünülemez.

Ama bu konuda hükümet de samimi değil, PKK da! Birisi seçimlere kadar rahat etmeyi hesaplar, diğeri çatışmasızlık sürecinden gücünü pekiştirmek için nemalanmayı beklerken, barış süreci diye bir şey olamazdı. Nitekim olmadı da!

Popüler İçerikler

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Terörist Fethullah Gülen’in Cenazesinde Yeni Skandallar: Protestan Şirket, 25 Bin Dolarlık Tabut, Doğum Tarihi