Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Lice’de başlayan olaylar bir anda çözüm sürecini de zora soktu.

Eller tetikte…

Yürekler ağızda…

Bölgede karakol yapımını protesto eden iki vatandaşımız maalesef öldürüldü.

Ve iki tarafın ‘asalım-keselim-vuralım-kıralımcı şahinleri’ için gün doğdu.

Ama Allah’tan her şeye rağmen provokasyonlara gelmeyip soğukkanlı bir biçimde davrananlar ve her şeye rağmen kan akmaması için uğraşanlar da var.

İşte buyurun Genelkurmay'ın tavrı…

Açıklamadan aynen aktarıyorum:

'Bir kısmı çocuk olan göstericilerin arasında bulunan yüzü kapalı bir şahıs, nizamiye dış kapısından içeri atlayıp iki fens teli arasında bulunan araç kontrol bölgesine girerek, bayrak direğine tırmanmıştır. Bölgeye sevk edilen tim tarafından şahsı ikaza yönelik havaya iki el uyarı ateşi yapılmış ve sesle ikazda bulunulmasına rağmen söz konusu şahıs bayrağımızı gönderden almıştır. Çocuklar ve kadınlar kullanılarak provokatif maksatlı yapıldığı, sivil ölümlerin amaçlandığı ve böylelikle kitlesel eylemlere zemin hazırlanması istendiği değerlendirilen ve tahammül sınırlarını zorlayan bu tür eylemlere karşı serinkanlı davranılmaya gayret sarf edilmektedir.'

Bir göstericinin, üstelik çocuk yaştaki bir göstericinin Diyarbakır’da 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın bahçesine girebilmesi ne iştir ağalar? O komutanlığın komutanı nasıl bir komutandır? Biliyoruz:  Hiçbir şey insan hayatından daha değerli değildir.

O komutan, tabii ki vur emri vermemeliydi, tabii ki öldür emri vermemeliydi, tabii ki hassasiyet göstermeliydi. Ama bahçesindeki bayrağa da sahip çıkabilmeliydi. Gereken önlemi alabilmeliydi. Şiddet kullanmadan göstericilerin komutanlığın bahçesine girmelerine mani olabilmeliydi. Yine şiddet kullanmadan bayrağın indirilmesini engelleyebilmeliydi.

Bir yanda ışık ve umut var.

Herkes meşrebine göre yorumlasa da barış sürecinin, en azından görüşmelerin yoğunlaştığı ve yeni bir raya oturduğu çıplak bir gerçek. Öcalan'la görüşen heyetin aynı zamanda devletin üç bakanından oluşan karşı bir heyetle görüşüyor olması, Öcalan'ın olumlu açıklamaları, Başbakan Yardımcısı Atalay'ın yeni bir dönemi tanımlayan beyanları bu açıdan yok sayılamaz...

Öte yanda artan gerginlik ve kısmi çatışmalar var.

Dağa çıkan gençler, tepkili aileler, ailelere verilen tepkiler, kalekol yapımlarına karşı sivil kesimin de seferber edildiği örgüt direnci, yol kesme ve kimlik kontroluyla örgütün güç gösterisi, çatışmalar, ölümler, takip eden protestolar. İstanbul'da, Kocaeli'nde olaylar, HDP ve örgütten gelen, barış sürecini tehdit eden sert açıklamalar bambaşka bir resme işaret ediyor.

Neler oluyor?

Bu tür süreçlerle benzetme Türkiye için de geçerli:

'Bisiklete binmişseniz pedalı sürekli çevirmek zorundasınız, aksi halde düşersiniz...'

Olan biraz budur: Bisikletin üzerinde pedallara yeteri kadar güç vermeden durmaya çalışıyor ve sallanıyoruz.

Bu çerçevede üç tespit yapmak mümkün.

Yangın çıkmadı, kıvılcım bu.. Lice’de çakıldı, başka yörelere de sıçradı..

Dillerde tek bir soru var:

Eskiye mi dönüyoruz, barış süreci bitti mi?

Hayır.. Eskiye dönmeyiz ama yol da alamayız.. Zaten yol alınamadığı için kıpırdanma başladı..

Kalekol yapımını protesto kaynamanın görünen yüzü..

Hoşnutsuzluğun dışa vurumu..

Bunu görmek lazım..

Güven inşası 18 ay sonra güvensizlik ortamına dönüştü.. Güneydoğu’da çok genç nüfus var.. O gençleri, çocuk yaşındakileri biraz daha bekleyin diye tutmak zor..

Oyalanıyor muyuz, kandırılıyor muyuz duygusu hakim..

Öcalan’ın geçen Nevruz’da silahlı mücadelenin bittiğini ilan etmesiyle yeni bir döneme girildi..

Hani tanıdığınız biri bir kalabalıkta kendisini komik duruma düşürür. Fakat farkında olmadan bu düşme işini uzatır da uzatır… Ve siz onun adına utanırsınız ya. İşte öyle bir utanç. Ama üç aşamalı.

BİRİNCİ AŞAMA…

CNN International’ın Türkiye muhabiri Ivan Watson, Gezi eylemlerinin yıldönümü nedeniyle İstiklal Caddesi’nde canlı yayın yaparken 'Ar yu cornalist? Pasport pasport! Viç kanal? Viç kanal' denerek ve poposu hafiften tepilerek alıkonulduğunda yaşandı…

İKİNCİ AŞAMA…

Başbakan Erdoğan geçen salı grup toplantısı için kürsüye çıktığında... 'Bir tane o CNN’nin dalkavuğu oralarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. CNN International yerlisi, geçen yıl 8 saat aralıksız yayın yaptı. Niye? Ülkemi karıştırmak için. Şimdi de suçüstü yakalandı. Bunların böyle hani özgür, tarafsız, bağımsız basın diye bir şeyleri yok. Bunlar görevli görevli, bunlar adeta ajan görevi icra ediyorlar' dediğinde…

‘Bu benim eğilimim değildir, benim adıma da yapılamaz. Ben alaşağı edeceğim değerlerle, yıkacağım değerleri çok iyi bilirim. Türk Bayrağı’nı aşağılamak benim tarzım değildir. Türk Bayrağı’nı alçaltmak ne benim kişiliğime yakışır ne de benimseyeceğim bir olaydır. Türk halkının incinmiş duygularını üzüntüyle karşılıyorum.

Türk bayrağına ulusal özgürlük ve bağımsızlığın simgesi olarak bakan herkese diyorum ki, bizim kitlemizin böyle bayrak indirme gibi bir tutumu olamaz. Hele hele Ankara’da Atatürk Spor Salonu’nda bayrak indirme ne haddimizedir, ne de buna gücümüz vardır.’

Bu açıklama 29 Haziran 1996 tarihinde Abdullah Öcalan tarafından yapıldı. Peki Öcalan bu açıklamayı niçin yaptı? Öcalan bu konuşmayı 23 Haziran 1996 Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan HADEP Kurultayı’nda Türk Bayrağı’nın indirilmesi sonrası yaptı.

Bayrak krizine tarihten bakmak

Diyarbakır’da askeri kışla içindeki bayrağın indirilmesi infial duygusu yarattı. Toplum, kanaat önderleri ve siyasetçiler sanki ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyormuşçasına açıklamalar yaptılar. Sorumluluk makamında olan insanların ergen tavrıyla yaptıkları açıklamalar çözüme, ortak akla, sağduyuya, kardeşliğe değil sadece duygulara hitap ediyor.

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “sıfırlama” tapeleriyle birlikte sunulduğu için, CHP’nin soruşturma önergesini geri çevirmişti. Bu işlemin hatalı olduğunu yazdım. Çiçek telefonla aradı, şu izahatı verdi: “Siyasi mülâhazayla hareket edince, kanuna, kaideye bakmayabilir, rahatça değerlendirme yapabilirsiniz. Ama ben hukuki bir işleme imza atacak pozisyondayım. Bu yüzden Anayasa ne diyor, kanun, tüzük ne diyor, harfiyen uygulamak zorundayım.”

Cemil Çiçek, değer verdiğim bir politikacı; vicdanına göre hareket ettiğini düşünüyorum. Ama bu tutumunu onaylamıyorum.

2011 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararını hatırlatmak isterim. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, M.V.E isimli kişinin, bir hâkimin rüşvet talebini ispat etmek üzere, cep telefonuna kaydettiği konuşmaları, “yasa dışı” olduğu için delil kabul etmemişti. Yargıtay Başsavcılığı itiraz etti: “Sanıklarla yaptığı görüşmelerle ilgili ses kayıtlarının yasal dinleme olarak kabulü mümkün değilse de GSM operatör kayıtlarındaki telefon görüşme tarihlerinin iddiayı doğrulaması; sanık durumunda olan hâkimin beyanının aksine, uçak biletinin müdahil tarafından ödendiğinin tespit edilmesi, müsnet suçun işlendiğini göstermektedir.” Bunun üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu, destekleyen başka kanıtlar olduğu takdirde, yasa dışı telefon ve ortam dinlemelerinin delil kabul edilebileceğini belirtmişti.

Türkiye’nin önünü görebilmesi için ne yapıp edip “tüm sorunların anası” olan Kürt sorununu çözmesi şart. Kuşkusuz bu o kadar kolay değil. Çok büyük yaklaşım ve görüş ayrılıkları var, taraflar birbirlerine güvenmiyor, en önemlisi Türkiye’nin bu sorununu çözmemesini isteyen içerde ve dışarda çok dişli odaklar var.

Programına bu sorunu çözmeyi koymuş olan AKP’nin iktidara geldikten sonraki ilk ciddi hamlesi Başbakan Erdoğan’ın Ağustos 2005’de Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Kürt sorununun varlığını alenen kabul etmesiydi. Ancak Kürt siyasi hareketinin (KSH) boykotu nedeniyle AKP liderinin uzattığı elde boşlukta kaldı.

İkinci ciddi hamle tam 4 yıl sonra “Kürt açılımı” diye başlayıp “Demokratik açılım” diye devam eden ve nihayet “Milli birlik ve kardeşlik projesi” adını alan KSH’nin de bir ölçüde yer alacağı açılım oldu. Fakat Kandil ve Mahmur’dan ülkeye giriş yapanları karşılama törenleri nedeniyle 19 Ekim’de yaşanan “Habur olayı” nedeniyle açılım durduruldu.

Lice eskiden bu yana PKK’nın kamu otoritesini boşa çıkarmak ve kendi varlığını ikame etmek için pilot bölge olarak seçtiği bir ilçe. Çözüm sürecinde Lice hiç sükun bulmadı, hiç eylemsiz kalmadı. Örgüt Lice’de sergilediği tutumla hep dev lete ve sürece meydan okudu. En son yaşanan yol kesme hadisesi, silahlı unsurlarla desteklenmiş eylemcilerin sürece kafa tutma girişimiydi. Nitekim kanlı olay sonrasında savaş naraları ve barışa karşı sloganlar atılması şaşırtıcı değil.

Öcalan Nevruz mesajında yeni bir kulvar açılması gerektiğini vurguladığında ilk merak edilen Devrimci Halk Savaşı (DHS) stratejisiyle daha önceki süreçleri havaya uçuran şahinlerin ne yapacağıydı. Bu kanat, devletle varılacak bir çözümün örgüt sel hedefleri karşılamayacağına ve tek yolun DHS olduğuna inanıyordu. Öcalan’a cepheden karşı çıkamayan Kandil, sürece destek veriyor görünmesine rağmen belli bölgelerde takip ettiği stratejiyle Öcalan’ın üzerinde durduğu halıyı çekmek için sinsince çalışmayı sürdürdü. Taktik, koz, elini güçlendirme gibi daha önce ileri sürdükleri savunma mekanizmalarının arkasına sığındılar, bu tür eylemlerin Öcalan’ı daha çok muhatap haline getireceği, devleti köşeye sıkıştıracağı kandırmacasına sarıldılar. ‘Devlet Öcalan’ı kandırıyor’, ‘Öcalan devletin esiri’, ‘Öcalan’ın bu eylemlere ihtiyacı var’ gibi söylemlerle de başka bir duyarlılık oluşturmaya çalıştılar. Öcalan’ın devleti kullandığını ima ederken aslında kendileri Öcalan’ı kullanma yoluna gittiler. Öcalan diye diye Öcalan’ın altını oydular.

Sabah gazeteleri karıştırırken Hürriyet ’in haberi dikkatimi çekti. Milli Eğitim Bakanlığı, özel okulları, oteller gibi, bir sınıflandırmaya tabi tutacakmış. Yani, nasıl iki yıldızlı ya da beş yıldızlı oteller varsa, okullar da “A, B, C, D” diye dört kategoriye ayrılacak (“özel” okullar için bir uygulama bu). Neye göre? Gazete diyor ki, “okulun başarısı, imkânları, temizlik ve güvenlik şartları baz alınacak”mış!

Otellerde hizmete ve imkânlara göre sınıflandırmalar olmasına aklım eriyor. Para sorunu, öncelikle. Kaldığım otele şuradan şuraya kadar bir para ödemeyi kararlaştırırım. Göze aldığım para sınırlıysa, otelden bekleyeceğim hizmetin de sınırlı olacağını baştan kabul ederim. Tabii çarşaf temiz olacak vb. Ama ille buzdolabı olmayabilir. Her zaman, otelde kalmayı mümkün olduğu kadar ucuza mal etmek isteyecekler olacağına göre, bu farklı sınıflar da olacaktır. Onların sahipleri de şuradan şuraya bir ücret karşılığında şu kadar hizmet vermeyi kendilerine uygun görürler. Özel bir neden olmazsa, işe bir ya da iki yıldızdan başlayan bir otel, bir ya da iki yıldızda bitirir. Böyle bir oteli işleten kişinin dostlarının da, ona, “Umarım işlerin iyi gider, yakında dört yıldıza çıkarsın,” türünden temennide bulunmalarının anlamı yoktur.

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında