Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

'Yeni Türkiye’nin açılan kilidi’ denmiş. Bir açıdan doğru, yıllardır kapalı duran kilide el atılıyor. Buna kimse kıymet vermekten de imtina etmiyor. Peki kilit açılıyor mu? Gerçekten anahtarı elimizde mi? Eldeki doğru anahtar mı? Kilit açılamayacak kadar paslanmış mı? Yanlış anahtar kilidi daha da mı açılmaz hale getirecek yoksa?

‘Çözüm sürecinde’ geldiğimiz noktaya dair edilecek bol kelâmın özeti aralarında 80-90 km olan Diyarbakır ve Lice’de son birkaç gündür yaşananlar aslında. Masada şunlar var: Herkesin başka ucundan tarif ettiği barış, aynı zaman dilimine denk gelen kalekol inşaatları, protesto eden ve aslında barışın tarafı olan halk ve barış konuşulan günlerde asker kurşunuyla hayatını kaybetmiş iki kişi daha.

Abdullah Öcalan’la yürütülen görüşmeleri duruma göre ‘devletle’, kimi zaman kendisiyle konumlandıran AK Parti, ‘Yeni Türkiye’nin açılan kilidi: Çözüm süreci çalıştayı’ için parti faaliyeti tanımını uygun buluyor. BDP ve HDP’nin davetli olmayışı böyle açıklanmış. Çözümü konuşmak üzere toplananların bir saatlik mesafede haftalardır süren kalekol protestosuna temassızlığı ve aslında bunu söylerken bile imkânsız, hatta saçma bir dokunuştan söz ediyor oluşumuz, sürecin ‘insansızlığını’ da mükemmel izah ediyor aslında. Ne demek insansızlık?

“Barış süreci” öyle ya da böyle devam ediyor. Sorun çözülme noktasında. Şiddet yok. İnkâr yok. Ret yok. Silahlar susmuş durumda.

Durum böyleyken…

Dağa çıkışlar, bırakın durmayı daha da artıyor. “Dağdakiler”,

kendilerini daha da güçlü kılmak için çaba gösteriyor. Dağda barışa

değil de sanki savaşa hazırlık var gibi

Durum böyleyken…

Bölgede eskisinden daha şiddetli çatışmalar yaşanacakmış gibi devasa

kalekollar dikiliyor. Savaş ortamında bile yapılmayan kalekollar,

barışın yaklaştığı şu ortamda yapılıyor…

Neden? Çünkü: İki taraf da itimatsız… İki taraf da içtenliksiz… İki

taraf da karşı taraftan her şeyi bozacak bir atak bekliyor. İki tarafın

da gizli gündemi var. İki taraf da geleceğin kötü şeylere gebe olduğunu

düşünüyor. İki taraf da en kötüsüne göre hazırlık yapıyor. İki taraf da

bu işten bir şey çıkmama ihtimalini masada tutuyor.

Bu haliyle… Sürece “çözüm süreci” demektense “itimatsızlıklar süreci” demek daha doğru gibi.

Yurttaşların karakol inşaatlarına karşı gösteri yapması, bunu şiddete dönüştürmediği sürece demokratik bir haktır. Şiddete dönüştürmesi halinde bile, üzerine gerçek mermilerle ateş etmek, öldürmek kastıyla silah kullanmak, haklı ve meşru sayılamaz.

Devletin güvenlik güçleri, silahlı olmayan gösterilere daha özenli davranmak, daha dikkatli bir müdahale çizgisi izlemek zorundadır. Bu nedenle göstericilere silahla müdahale eden sorumludan bunun hesabı mutlaka inandırıcı bir biçimde ve hızla sorulmalıdır.

Çözüm ve çatışma

Kürt sorununda “Çözüm” ve “çatışma” dinamikleri; uzun süredir birbirini itekleyerek, birbirinin önünü keserek bir arada var olmayı sürdürüyor.

“Çatışma mı çözüm mü” sorusu karşısında; taraflar, “tabii ki çözüm”, “tabii ki barış” söylemini sürdürüyorlar. İki tarafta da, güçlü bir çatışmacı potansiyel varlığını sürdürse de; bir buçuk yıldır süren çatışmasızlık durumu, toplumun geniş kesimlerinin ruh halini tahminlerin ötesinde olumlu yönde etkiledi.

‘Yapılacak şey çok basit ve çok zordu: Müslüman ahlâkını kamu hizmetinde üst değer tutmak ve gereğini yerine getirmek.’

Bu cümleyi Ahmet Turan Alkan’ın , ‘Para+İman: Güm!’ başlıklı yazısından aldım.Sarih bir ifade ama dili geçmiş kullanımına dikkatinizi çekerim.

‘Kritik döneme girdiği her dönemde Erdoğan’ı ve partisini destekledim’ diye yazmıştı Ali Bulaç geçenlerde.

‘Fakat bu, AK Parti’nin ucuz yolla kapattığı 150 yıllık İslamcı mirası nasıl kolayca heba ettiğine; sivil cemaatleri nasıl sivil devlet kuruluşu haline getirdiğine; gelir bölüşümündeki adaletsizliği derinleştirip kendine yakın zümrelere kaynak aktarırken Müslüman çevreleri nasıl sonradan görme, duyarsız, nobran, tüketici, kolay kazanç peşinde koşan kimselere dönüştürdüğüne; rant adına Anadolu’yu insansızlaştırırken nasıl şehirleri Batılı kentlerin gecekondularına çevirdiğine ses çıkarmayacağım anlamına gelmez.’

2011’den bu yana, ‘açılım’ dediğimiz her şey birer makas açılması haline geldi. Kürt açılımında kimse makasın kapanmakta olduğunu sanmasın ; keza Alevi açılımı da, üstü kapatılmış bir kutudur. Gezi de bir başka kuşaksal makas açılması ; kapanacak gibi de görünmüyor.

Siyasetin saati, olanca hoyratlığıyla

cumhurbaşkanı seçimlerine ayarlı. Uluslararası toplum bu kritik seçime,

Türkiye’nin giderek keskinleşen bir siyasi iklimde yol almasına kayıtsız

kalamadı.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği

Teşkilatı (AGİT), ilk tur oylaması 10 Ağustos’ta yapılacak

Cumhurbaşkanlığı seçimini izleyecek. Mayıs ayında Ankara’da yaptığı bir

dizi görüşmenin ardından, üye ülkelerden 20 kişilik bir uzman gözlemci

ekibi görevlendiren AGİT, gerekçelerini 14 sayfalık bir raporla

açıkladı.

Özet olarak deniyor ki,

Türkiye’de uzun dönemli bir demokrasi geleneği var olmasına rağmen, son

olaylar ve 30 Mart yerel seçimlerinin ardından YSK’nin tutumu nedeniyle

kamunun güveni azaldı.

AGİT’in seçim

gözlemi, belli sayıdaki oy kullanma merkeziyle sınırlı olacak. Ama hemen

belirtelim ki, Misyon’un odaklanacağı asıl alan, Köşk seçimleri

bağlamındaki “medya” olacak. Zaten raporda medyaya ayrılan bölüm, kaygıların derinliği konusunda yeterince fikir veriyor.

TÜBİTAK internete düşen ses kayıtlarının montaj olduğunu açıkladı.. Hece hece montaj yapılmış!..

İnandırıcı geldi mi?

Her şeyden önce TÜBİTAK bağımsız kuruluş değil.. Başbakanlığa bağlı.. Siyasetin etki olanında..

Bilim Bakanı ne demişti?

‘Tapelerin montaj olduğunu hissetmiştim’ demişti.. Bilimin yerini hisler almışsa TÜBİTAK’ın yapacağı da bilimi bir kenara koyup hissetmektir.. Elinden başka bir şey gelmez..

Gelelim Egemen Bağış meselesine.. Baraka makara demişti ya.. O da montajmış!..

Telefonun öbür ucundaki kişi gazeteci Metehan Demir’di.. Konuşmayı yalanlamadı.. Özür diledi..

Bakanla aralarında o konuşma geçmemiş olsaydı neden özür dilesin ki!..

İftira böyle bir konuşma olmadı derdi..

Demedi..

Lice ’de akıtılan kan ve gözyaşı, anlaşılan, basınımızı fazla ilgilendirmiyor.

Yukarı Çalıbükü köyünde güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu, iki vatandaş yaşamını yitirdi, bir de ağır yaralı var.

Habere dünkü gazetelerin birinci sayfalarında itibar edilmemişti, neredeyse gözükmüyordu bu kanlı olay...

Oysa konu çok önemli.

Hem ‘ insan hayatı ’yla, hem ‘ barış ’la ilgili olduğu için önem taşıyor.

Çözüm süreci ’ni doğrudan etkileyebilecek bir konu olduğu için üzerinde durulması gerekiyor.

Ama görülen o ki, iki ölüm ‘haber’den sayılmıyor.

Yazık!

Oysa, bu ölümler ve karakol-kalekol inşaatlarına karşı Kürdistan coğrafyasında tırmanan eylemler ‘ alarm çanları ’dır.

“ PKK yol kesiyor, halkı kışkırtıyor, ateş açıyor; ne yani devlet karakol da mı inşa edemeyecek?” demek yetmiyor, yaşananları, gerçeği izah etmekten uzak kalıyor.

Çünkü, devlet bugün PKK ve lideri ya da önderiyle diyalog içinde, müzakere halinde.

HES projesi yüzünden köydeki sularının kirletildiğine ve kurutulduğuna inanan köylüler, jandarmanın karşısına çıkıyor ve demokratik tepkilerini ortaya koyuyor.

Ne yazık ki sert bir müdahale yapılıyor, yaşını başını almış o sade insanlar yerlerde sürükleniyor. Siyasî bir gösteri değildi bu. Rize'nin bir köyünde sade bir hayat süren halkın kendi hakkına sahip çıkmasıydı. Başı yarılan, gözü moraran oradaki insanları temsilen Havva Hanım açıklamalar yaptı. Moraran ayağını gösterirken, dövülen yakınlarını anlatırken onurlu bir duruş sergiliyor; daha ötesi, devletin varlık gayesini sorguluyordu. Başbakan Erdoğan'a ve diğer yetkililere ağır eleştiriler yöneltiyor, hakkını helal etmeyeceğini söylüyor ve sitemlerde bulunuyordu. İnsan değişiyor, toplum değişiyor; bu değişimi fark etmeyeni zor günler bekliyor.

Devleti yönetenler, bir oyun parkını yıkmaya gelen dozerin karşısına sandalyesini çekip oturan 75 yaşındaki Kıymet teyzeyi gördüğü an, kendine çekidüzen vermeliydi. Elindeki tesbih ve dudaklarındaki dua ile Edirne'de karşılarına çıkan o teyzeyi anlayabilselerdi, Rize'de Havva abla ile karşılaşmazlardı.

İşte Amasya. Hiçbir siyasî saplantısı ve beklentisi olmayan vatandaşlar Amasya'da bir direniş sergiliyor günlerdir. Yıllardır iç içe oldukları mesire yerinin benzin istasyonu yapılmasına karşı çıktılar ve haklı bir mücadeleye imza attılar.

Çalıştay’a diğer Kürt siyasetçi ve aydınlarının davet edilmemesi bir eksiklikti. Kürtlerarası iç barış bugün ciddi manada risk altında. Çözüm süreci bu iç barışın nasıl tesis edileceğine cevap aramadan, başarıya ulaşamaz. Kürtler birbiriyle kavga edip dururken, daha doğrusu bir grup kendisi gibi düşünmeyen hemen herkese şiddet temelinde yaklaşırken, devlet Kürt barışı yaptım diyemez. Böyle bir barış ta olmaz zaten. PKK’yle alakalı sorunlar, silahsızlanma ve başka gruplara karşı şiddet kullanma salt PKK/BDP’yle konuşarak çözülecek bir sorun değildir. Federasyonu savunan Kürtler, gelin bizimle de federasyonu konuşalım demiyorlar zaten. Ama onlar Kürt toplumunun bir parçası. Çözüm sürecinde onların düşüncelerini de almak ve bu türden toplantılara davet etmek gerekir. Kürt toplumunun PKK/BDP’yle özleştirilmesi, ve çözüm deyince akla başka bir şeyin gelmemesinin doğurduğu sonuçlar, çözüm sürecini yürüten aktörleri yeniden düşündürmelidir. Nasıl olacak, ya da olacak mı, bilmiyorum ama, ama bugünkü anlayışlar korunacaksa, yarın çözüm olduğunda, PKK/BDP dışında kalan Kürt siyasetçi ve aydınlara ve hatta nüfusun önemli bir kesimine Batıda kalacakları yer aramak gerekebilir. Bölgeye giden herkes bu gerçeği görebilir. Barış, Kürtleri anahtar teslimi PKK/BDP’ye emanet etmek olmamalıdır. Tam tersine Kürtlerarası barışın inşa edileceği bir süreç olmalıdır. Kürtlerarası barış dendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti devletine yakışan, ağabeylik yapmasıdır. HÜDA-PAR’a saldırılar devam ediyor.

Kürt sorunu ve çözüm süreci söz konusu olduğunda, bir yanda çözüm yanlısı “güvercinler”, onların hemen karşısında “şahinler” ve ikisinin arasında da “akbabalar” var. Akbabalar öyle sürecin her anında ortaya çıkıp kendilerini belli etmezler. Bazıları çözüm, bazıları da çözümsüzlük yanlısı olarak bilinir. Yine içlerinden kimileri hükümete, kimileri Kürt siyasi hareketine, geri kalanları da muhalif partilere yakın gibi durur. Fakat ne zaman süreç sıkıntıya girse, bunların eski giysilerini çıkardıklarını, pozisyonlarını terk ettiklerini ve büyük bir şevkle sürecin ölümünü ilan ettiklerini, kısacası hep birlikte akbabalaştıklarını görürüz.

KCK’dan sert açıklamalar

Önceki gün Diyarbakır Lice’de yaşanan ve Ramazan Baran ile Baki Akdemir’in ölümüyle sonuçlanan olayların ardından da öyle oldu. Bir yanda kalekol inşaatlarına karşı halk protestolarını PKK/KCK’nın bilinçli bir stratejisi olarak gösterip “devlet (hükümet) oyuna geliyor, Kürtler barış konusunda samimi değil” diyenler, diğer yanda askerlerin göstericilere gerçek mermiyle ateş açmasını hükümetin bilinçli bir politikasının sonucu olarak gösterip “AKP (Erdoğan) Kürtleri kandırıyor, çözüm konusunda samimi değil” diyenler...

Popüler İçerikler

Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!