Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Başbakan Erdoğan, Dünya Çevre Günü dolayısıyla evvelki gün yaptığıkonuşmada şöyle demiş: 

“Hani böyle Gezicilerin havasına girmek suretiyle 12-13 ağaç söküldü, ‘Katliamyapıyorlar’ diye başlattıkları olayda, yaptıkları çevre katliamını kimsenin unutması mümkün değil. 

Taksim’de Dolmabahçe’de yaptıkları ağaç katliamı, hepsi ortada. 

Dozerle nasıl tahrip ettikleri ortadadır.”

Haberi okurken düşündüm, “Acaba bir dozerin önünde durarak ağaç katliamına karşı çıkan Sırrı Süreyya Önder, ağaçlar sökülmesin diye nöbet tutarken çadırları sabaha karşı ateşe verilen, polis tarafından gaza ve ilaçlı suya boğulan gençler ve çevreciler, olayları televizyondan canlı izleyen insanlar, bu konuşmayı duyduklarında ne hissetmişlerdir?”

İslam’ın yetki sahası içindeki alanlarda yaşayan topluluklara bakışının “tekçi ve tekilci” mi yoksa “çoğul ve çoğulcu” mu olduğunu anlamak için elimizde iki kriter var: Biri İslam imanı diğer din mensuplarının inançlarıyla kendini eşit görüyor mu, görmüyor mu? Diğeri İslam dışı din müntesiplerinin toplumsal ve hukuki varlıklarını tanıyor mu, tanımıyor mu?

Hiç kuşkusuz her din kendini hak ve doğru bulur. Zaten bir din mensubu kendini doğru yolda bulmuyorsa o din üzerinde karar kılması düşünülemez. Hak ve hakikate ulaşma, doğru yol üzerinde yürüme, güzel ve iyiye sahip olma fıtridir. Kendine ve başkalarına kötülük yapanlar, yapıp ettiklerinin “kötü” değil, iyi ve doğru olduğunu düşünürler. Şu halde dinler arasında mutlak eşitlik söz konusu değildir ve bu hiçbir zaman sağlanamayacaktır.

Milletin bir kısmı milli iradeye karşı çıktığı için milli iradenin polisi tarafından sopalanıyor.

Sokağa çıkan sendikalar da HES projelerine karşı çıkan Rizeli köylü de Soma’da madenci ölümlerini protesto eden de Lice’de 'kalekol'lara direnenler de Gezi’de ölenleri anmak isteyen de bir çocuğun cenazesine katılanlar da.

Bu açıdan 1930’ların bir dileği yerine gelmiş ve 'sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle' tesis edilmiştir.

Milletin millet için milli irade tarafından tartaklandığı bir rejimimiz var.

Rize’den Lice’ye, Soma’dan Taksim’e coğrafya, din, dil, ırk ayırmadan herkes gerektiğinde dayak yiyebiliyor.

Türkiye partisi olmak böyle bir şeydir. Ancak sopayı memleketin her yerine uzatabilecek gücünüz varsa Türkiye partisi olabilirsiniz. Bu artık günümüzde başarılmıştır.

CHP’nin soruşturma önergesi, içeriğinde tapeler olduğu gerekçesiyle Meclis Başkanı Cemil Çiçek tarafından iade edildi. Çiçek’in iade gerekçesi şöyle: “İlgili önergenizde, Başbakan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği öne sürülen telefon görüşmelerine ilişkin 5 ayrı dinleme kaydının yer aldığı anlaşılmaktadır. Haberleşme hürriyeti, Anayasa’nın 22. maddesinde korunan bir haktır. Ayrıca, Anayasa’nın 20. maddesine göre herkesin, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmelidir; özel hayat ve aile hayatının gizliliği Anayasa’da dokunulmaz olarak nitelendirilmiştir.”

Cemil Çiçek’in bu itirazı bana, ANAP dönemindeki İsmail Özdağlar olayını hatırlattı. Özdağlar hakkındaki iddiaları araştırmak üzere bizzat Turgut Özal, Adnan Kahveci’yi görevlendirmiş, Kahveci de armatör Uğur Mengenecioğlu’nu, cebinde bir teyp ile Özdağlar’ın kuryesiyle görüşmeye göndermişti.

Kürt sorunu’ siyasi heyetler-arası görüşme süreciyle birlikte artık yeni bir aşamaya girmiş görünüyor. Hükümetin yetkili ağızları bunu düşündürecek açıklamalar yapıyorlardı, ama ilk açıklayıcı duyuru HDP’nin İmralı heyetinden geldi. HDP’den üç kişi ile hükümetin üç bakanı buluşup sorunun çözümü üzerine görüşüyorlarmış... 

Gelişmeye kimsenin şaşırdığını sanmam. Sonuçta bir sorun varsa ve bu bir siyasi sorunsa, taraflar arasında görüşmelerle sorunun ortadan kaldırılmasına çalışılması doğaldır. Keşke çok daha önce, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ‘’İyi şeyler olacak’’ der demez, —hadi o fırsat kaçırıldı diyelim— hiç değilse Habur’da hoş karşılanmayan görüntülerin hemen akabinde, kendisini sorunun siyasi tarafı haline dönüştürseydi BDP...

'Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur... Yıkıldı gitti cihanda, dayansın ehli kubur'

CHP 1950 seçimlerini kaybettiğinde gazetelerde çıkan bir karikatürde, CHP halkın taşıdığı bir tabutta gösterilir ve altında yukarıdaki satırlar yazar. Bu karikatüre Tarih Vakfı'nın eski dergilerinden birisinde rastlamıştım. Yine aynı dergide yer alan bir yazıda İnönü'den bugünün siyaseti açısından önemli bulduğum bir anekdot yer alır. 'Seçimlerden birkaç gün önce İsmet İnönü arkadaşlarına seçimin sonucu aleyhlerine olursa bunu bir felaket olarak nitelendirmemeleri gerektiğini söyler. 'İnsan edince kendi kemaliyle imtizaç/tenzil-i kadr-i ahar'a hissetmez' Yani kendi ruhunda kemale ermiş olgunluğa ermiş kişi, başkasının değerini küçültmeye ihtiyaç hissetmez' der. Kendisi bu tavsiyeye ne kadar uymuş bilmiyorum ancak siyaset edebi açısından kulağa küpe olabilecek önemde buldum.

DİYARBAKIR Büyükşehir Belediyesi’nin önündeki büyük alanda değiller. Çünkü belediye yetkilileri orada toplanmalarına izin vermemiş.

Onlar da belediye binasının tam karşısındaki anayolun ortasındaki dar alanda toplanmışlar.

Ellerinde çocuklarının fotoğraflarıyla bekliyorlar.

 Yanlarına gittiğim anda etrafımı çevirdiler.

Kimi fotoğraf gösteriyor, kimi oğlunun ya da kızının dağa çıktığı günden söz ediyor, kimi isyan ediyor, kimi ağlıyor.

Ama hepsinin tek bir isteği var: Çocuklarına kavuşmak.

 “Neden gittiler dağa?” diye sorduğumda...

Verdikleri cevap hep aynı:

“Kandırıldılar”.

Çocuklarını isteyen ailelerin sayısı yüze yaklaşmış.

“Daha da artacak” diyorlar.

“Sonuç alıncaya kadar devam edeceğiz” diyorlar.

En fazla samimiyetleri hakkında kuşkuda bulunanlara karşı öfkeliler.

“Bizi kimse yönlendirmiyor. Kendi isteğimizle buradayız. İsteklerimizin siyasete alet edilmesini istemiyoruz. Tek isteğimiz var, evlatlarımıza kavuşmak” diyorlar.

Normal şartlarda, sağlıklı bir çocuğun dünyaya gelmesi bir eve büyük mutluluk getirir.

Ancak Mübarek Turan için ikinci kez kız çocuğu doğurmak, öldürülmesi demekti. Acaba yeni doğmuş bebeğini koynuna almış uyurken, kocası Veysi Turan’ın şakaklarına elektrik bağlayarak onu öldüreceği hiç aklından geçmiş miydi?

Henüz can çekişirken 155 Polis İmdat’ı arayan kocasının telefonda “Vallahi daha ölmemiş ama katli bana helalse öldürüyorum” dediğini duyabildi mi?

Turan cinayeti davası Diyarbakır’da görülüyor. Vatan gazetesi, katil kocanın eşini öldürürken polisle yaptığı konuşmayı yayımladı. Polisin, sorduğu sorularla cinayeti engellemeye çalışmak söyle dursun, adeta teşvik ettiği bir kez daha ortaya çıktı.

Mübarek Turan ilk değil, ne yazık ki bu gidişle son olmayacak. Sadece 2014 Mayıs ayında 30 kadın, “en yakını” olan erkekler tarafından öldürdü.

Dün Diyarbakır’da AKP Genel Merkezi AR-GE Başkanlığı tarafından düzenlenen “Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı”nın açılış konuşmasını yapan Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, BDP/HDP’yi eleştirip İmralı (Abdullah Öcalan) ve hatta Kandil (PKK/KCK) hakkında olumsuz söz söylemedi. Bu ilk kez olan bir şey değil; partilerin adı DTP iken BDP ve nihayet HDP olarak değişmiş olsa da, AKP iktidarı sözcülerinin Kürt siyasi hareketinin yasal ayağını şikayet etme tutumları değişmiyor. Sadece AKP yöneticilerinin değil, PKK yöneticilerinden arada sırada, Öcalan’dan ise sık sık azar işiten (son dönemde Öcalan’ın azarlarında belirgin bir azalma olduğunu, bunun da muhtemelen açıklamalarının artık avukatlar değil de milletvekilleri aracılığıyla kamuoyuna aktarılmasından kaynaklandığını da not düşelim) yasal alandaki Kürt siyasetçilerin bir tür “günah keçisi” olduklarını söyleyebiliriz.

3 Kasım 2002.

AKP iktidara geldi.

Sakıp Sabancı, iş dünyasının duygularını dile getirdi, “ikinci Özal trenine biniyoruz, bizi AB’ye götürecek trene biniyoruz, demokrasi kazandı, Türkiye yeniden inşa edilecek, kavga yok, gürültü yok, herkes rahat olsun” dedi.

O gün, TÜSİAD Başkanı Efes Pilsen’in sahibi Tuncay Özilhan’dı. Bugün, bira yasak... Basketbol kulübünün ismi sansürlendi, Pilsen demen bile yasak.

Tuncay Özilhan’dan sonra Ömer Sabancı, TÜSİAD Başkanı oldu. Polis şiddetini eleştirdi; Başbakan anında cevap verdi, “ben amcasının katillerinin iadesiyle uğraşıyorum, o kalkmış, amcasının katillerinin ağzıyla konuşuyor” dedi. Hükümetin imam hatipler konusundaki ısrarını eleştirdi; Başbakan anında cevap verdi, “böyle konuşursanız, TÜSİAD’a dinsiz derler” dedi. Önce terör yardakçılığı, sonra dinsizlikle suçlanan Ömer Sabancı, o günden beri ortada görünmüyor.

Popüler İçerikler

Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!