Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

(...)MEŞHUR 'Fatih' var ya... Hani şu 'Alo Fatih' diye ünlenen... İşte o Fatih, benim çok eskiden beri tanıdığım biridir.

İslami kesimde saygın ve itibarlı bir isim olan Emin Saraç Hocaefendi'nin oğludur Fatih Saraç...

Ben üniversitede öğrenciyken Cağaloğlu'nda 'Risale' adlı İslamcı entelektüellerin kitaplarını yayınlayan bir yayınevi vardı.

Fatih Saraç, işte o yayınevinin sahibiydi. Biz öğrenciler oraya takılırdık. Fatih Saraç'ı ta o dönemden beri tanırım.

Sonra Fatih Saraç yayıncılık dışında işlere yöneldi.

Körfez Araplarıyla temas kurdu.

Çeşitli işler yaptı, ortaklıklar oluşturdu. Biraz da zengin oldu. 

Yıllar içinde yolumuz bazen kesişti Fatih Saraç'la...

Kesiştikçe de samimi bir şekilde görüştük.

Fatih Saraç yaklaşık iki yıl önce bir gün beni telefonla aramıştı: 'Ben

Habertürk'ün başına geçtim. Burada bir süre işlere nezaret edeceğim.

Seninle de görüşmek istiyorum... Ne yapabilirim, birlikte ne

yapabiliriz' falan diye konuşmak için.

İşte bu telefon görüşmemiz dinlemeye takılmış... Dinlemişler bu konuşmamızı... Ve 'tape' haline getirmişler.

'Şüpheli' sıfatıyla ifadeye çağrılmamın nedeni işte bu 'dandik tape' imiş.

Gittim savcılığa...

Doğum bölümü-nü daha önce yazdım. Geçen hafta New York’a gittim, ikinci defa teyze oldum. Minik Pera, nazlanmadan, bütün endamıyla süzülüp geldi aramıza...

Hemen ardından gittiğim Washington’da ise, kendimi bir anda bir cenaze töreninde buldum. Anlatayım...

Türkiye ve ABD arasında yarım asırlık sıkı ilişkinin anahtarı sayılabilecek ATC’nin (Amerikan Türk Konseyi) yıllık konferansına konuşmacı olarak davetliydim.

ATC, bizim kamuoyunda pek tanınmasa da Türkiye’nin dünyaya açılan en önemli pencerelerinden biridir. Vakti zamanında Washington’da savunma, sonra enerji, sonra Türkiye’yle iş yapan bütün büyük şirketler ve zamanla üst düzey diplomat, bürokrat ve siyasetçilerin katılımıyla oluşan bu dev çatı, aslında ABD başkentinde bir ”Türkiye lobisi” işlevini görür. Kongre’den Beyaz Saray’a ciddi bir ağırlığı vardır. Daha da önemlisi, her yıl yapılan ATC konferansları, Ankara ve Washington arasındaki stratejik diyaloğun rengini belirler.

Suriye’de başkanlık seçimleri, Türkiye’dekinden daha hızlı, daha erken oldu. Tabii ki çok büyük fark söz konusu. Seçimleri ciddiye alan yok.

Başşar Esad’ın, sözde iki rakibine karşı seçimleri ezici bir zaferle kazanacağı biliniyordu. Sözde seçimler, sözde zaferle noktalanacaktı.

The Guardian’ın dünkü 'Yıkıntılar arasında oy verme' başlıklı başyazısında isabetli biçimde belirttiği gibi, 'Suriyelilerin büyük çoğunluğu oy pusulasının üzerinde yazmayan bir şey için oy vermek ister idiler: Barış.'

Üçüncü yılını geçmiş olan Suriye’deki iç savaş, 160 bin insanın canını aldı. Milyonlarca insan ya ülke dışında mülteci durumuna düştü ya ülke içinde yerini yurdunu terk etti. Ocaklar söndü. Ülke mahvoldu.

Suriye, artık büyük bir insanlık dramının adıdır.

Farklı toplumsal grupların

bir arada yaşamasını zorlaştıran iki faktörden biri, ortak inanç

dünyasında yer alıyor olmalarına rağmen, insanların iktidarın

denetlediği kaynakları kullanma konusunda anlaşmazlığa düşmeleri.

Diğeri farklı din, inanç, mezhep veya felsefi görüşlerinin bir başkasını ya imha etmeye ya asimile etmeye veya tahakküm altında tutmaya ayarlı olması.

Tabiatları gereği insanlar birbirlerini kıskanır, hak ve hukuku ihlal eder; biri diğeri üzerinde tahakküm kurmak ister. Eğer siyasetin düzenlemekle yükümlü olduğu iktidar kaynakları (beşeri, iktisadi, tabii kaynaklar; statü, yönetme hakkı vs.) adil bir biçimde paylaşılırsa sorun hafifler. Ancak bunun için tarafların hem adalete inanmaları, hem adaletin nasıl ve hangi kıstaslarla sağlanacağı konusunda anlayış birliğine varmaları gerekir.

Geçen hafta Ahmet Hakan Hürriyet’teki köşesinde siyasal iletişim uzmanlarına 7 soru sordu ve her soruyu “ Tayyip Erdoğan yapma dediğiniz bu şeyi yapıyor ama başarılı oluyor. Ne iş” ifadesiyle bitirdi.

Önce bu yedi sorunun neyi içerdiğine bir bakalım:

Bir : Ortalarda çok görünmeyin, konuşmayın.

İki : Çatışma alanlarında dikkatli dil kullanın.

Üç Nazik olun, diplomatik bir dil kullanın.

Dört : Ortadakilerin huzurunu gözetin.

Beş : Aydınların desteğini alın.

Altı : Cepheleştirmeyin.

Yedi : Halkla inatlaşmayın.Yazıyı ilk okuduğunuzda Ahmet Hakan’a hak veriyor ve içinizden “ hakikaten ha ne iş ” diye geçiriyorsunuz. Konu bizim okulda okuttuğumuz siyasal iletişim ise gerçekten de ne iş? Niçin Erdoğan yapma denenleri yapıp hâlâ “ merkezdeki ” seçmenin 20-25 puandan fazla olan oyunu kaybetmiyor? Yanıt veriyorum Ahmetçim: Erdoğan siyaseti daha yeni ve üretken alan olan “ siyasal iletişim ” üzerinden değil eski ve daha kısırdöngü yaratan alan olan “ propaganda ” üzerinden yapıyor da ondan.

Salı günü yazdığım ‘Seçim sistemine güvenilmeyeceğinin somut kanıtını buldum’ başlıklı yazı tartışılıyor. Doğal olarak. Çünkü özetle ve en basit şekilde şunu söylemiştim: Seçim sonuçlarının girildiği veritabanı ve yazılımı Seçsis’in, Ulusal Yazılım Sertifikasyon Merkezi (UYSM) tarafından sertifikasyonu olmadığını, bu nedenle yazılıma girilen verilerin (seçim sonuçları) üçüncü bir parti tarafından denetlenemeyeceğini, dolayısıyla değiştirilebileceğini anlatmıştım. Ayrıca şu önemli detayı vermiştim: Seçsis kimin yönetiminde? Adalet Bakanlığı’na bağlı UYAP bir dolap ise Seçsis onun içinde bir çekmece ve Seçsis’ten sorumlu mühendisler aslında UYAP’ın içinde. Yani Adalet Bakanlığı tarafından belirleniyor.

Bunlarla ilgili Adalet Bakanlığı ve YSK’dan konuyla ilgili açıklama geldi. Hürriyet’ten Oya Armutçu’nun haberine göre Adalet Bakanlığı yetkilileri şöyle diyor: “Seçsis sisteminin UYAP’la ilgisi yok. Server’ları ayrı. Mühendisleri, kodlamaları, şifreleri farklı. Sertifika konusu ise YSK ile ilgili.”

Başbakan Erdoğan, Yalova mitinginde, 17 Aralık'ta darbe girişiminde bulunan paralel yapının bir planını deşifre etmişti.

Erdoğan, 17 ve 25 Aralık darbe girişimini düzenleyen paralel cuntanın, 'Dönemin Başbakanı' diye fezleke hazırladığını açıklamıştı.

Başbakan'ın bu açıklaması paralel yapının karargahında bomba gibi etki yaptı.

Yargı muhabirini oturtup, fezlekede Başbakan'la ilgili böyle bir ifadenin bulunmadığına dair haber yaptırdılar.

Yetinmediler, 17 Aralık darbe startı verilmeden saatler önce AK Parti'den apar topar istifa eden Hakan Şükür'e soru önergesi verdirdiler.

Ajan!

Dalkavuk!

Görevli!

Bu sıfatlar, Başbakan Erdoğan tarafından bir Amerikalı meslektaşımız, CNN International’ın muhabiri Ivan Watson için kullanılmış.

Kabahati ne bu gazetecinin?

Tayyip Erdoğan’ın emriyle, 25 bin polis ve 50 TOMA’yla özgürlük alanları işgal edilen İstanbul’un göbeğinde, Taksim’de Gezi’nin birinci yılını gazeteci olarak izlemek, haber yapmak…

Bütün ‘suç’u bu.

Gazetecilik yapmak!

Haber yapmak!

Üstelik, kelleyi koltuğa alarak yapmak…

Ama karşısında ülkenin Başbakan’ı var.

Tayyip Erdoğan, koca İstanbul’un askeri darbe dönemlerindeki gibi insansızlaştırılmış görüntülerinin dünyaya yayılmasını istemiyor.

UÇAKTAN indim, haberi aldım.

'TÜSİAD Başkanı istifa etti.'' Haydaaa!

Muharrem Yılmaz yılların dostu, Mekteb-i Sultani'den ağabeyim.

Aradım hemen.

'Hayırdır'' dedim.

TÜSİAD'ın en fazla hücuma uğradığı günlerde, muktedirin hışmına uğradığı günlerde istifa etmeyi aklının ucuna bile getirmeyen Muharrem Yılmaz, niye istifa etmişti acaba?

'Bugün bazı gazetelerde ortaklaşa atılmış bir manşette kendi şirketim SÜTAŞ ile ilgili iddialar, suçlamalar yer alıyordu. Ama her yerde TÜSİAD'ın adı zikredilmişti. Benim üzerimden TÜSİAD hedef alınıyordu. Benim üzerimden TÜSİAD'ın yıpratılmasını istemedim. Her iddiaya verecek yanıtım var ama bu yanıtları vermek için TÜSİAD'la birlikte anılmamam gerekiyordu. Kendi meselemi TÜSİAD'ın dışında tutmam gerekiyordu. Bu yüzden verdim istifamı'' dedi.

Endişe ediyoruz…

Yani iyi değil…

Son olarak CNN İnternational muhabirini yakaladı…

Bu “Dalkavuk casus” der demez tabi ki yakaladılar, tartakladılar, gözaltına aldılar, canını zor kurtardı…

Çünkü haberi dışarıya bildiriyor…

Hüseyin Çelik‘e bildirecekti..

Bizim medyayı bitirdi, sıra dış basında…

BBC muhabirinin Ürdün üzerinden kaçtığı haberleri dolanırken, Reuters ve MSNBC muhabirlerinin otel odasındaki endişeli bekleyişleri sürüyor…

National Geograpic muhabiri kayıp…

Buraya kadar normali…

Asıl rezalete geliyorum:

ABD Dışişleri resmi sözcüsü Başbakan’ın sözlerine yanıt verdi dün…

Sözleri için “Gülünç ve saçma” dedi…

Rezalet…

Elin gazetecisi sahipsiz değil…

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"